December 16, 2014

FUAD


“Hatırlamamaya çalış sen de Fuad. Unutmaya çalış. Yapamaz mısın?” Teselli etmeye çalışıyordum Fuad’ı bu sözlerle. Anlamıyor. Yüzünde sakalı, sakalın içinde yüzü, kendini yitirmiş, anlamıyor. “Beni anlamıyorsun Fuad! Hiç anlamadın.” Ben de Fuad’ı anlamıyorum. Sakalının içinde beliren oyuktan belli belirsiz dökülüyor sözcükler. Anlamıyorum Fuad’ı. Dershane zamanında öğrencimdi Fuad, ufaktı, alıktı biraz. Bana Niyaziçiğim derdi, bir tek beni severdi, herkes bana “hocam” derken, o beni böylesi severdi. “Sevdiğim kızı unutamıyorum Niyaziçiğim.” dedi şimdi bana, anladım. İnsan gerçekten dinleyince, anlıyor.

Öğrencilerimizi Mevlana Gezisi münasebetiyle Konya’ya getirmiştik. Yıllar sonra tekrar Fuad’ı görecektim, onu ve samimiyetini özlemiştim. Beni barın çıkışında gördüğü an güçlü kollarıyla kavradı, kocaman olmuştu, üç kere döndürdü, “Niyaziçiğim” şeklinde coşku ile sinesine sardı, hüzünlendim. Fuad’ın ailesi fakirdi, babası da sakat kalınca Fuad’ın eli ayağı kırılmıştı, o bana sarıldığı an onların evini ziyaretimi hatırladım, içtiğimiz çorbayı hatırladım, ben içmeden içmeye başlamıyorlardı. “Sen doyunca hocam, biz doymuş oluruz.” diyordu anası vakur bir duruşla, her şeyi unuttum ve bunu hatırladım, ağzımdaki sakızı yutuvermişim.

Bardan içeriye süzüldük Fuad’la. Birer bira söyledik, geçmişi yad edecek, dertleşecektik. “Niyaziçiğim” diye başladı söze. “Yapamıyorum.” Ağladı o koca gövdeye zıt bir görünümle. “Neden” diye sormazdık biz. Bilir ama sormazdık, sormazdık işte. Kendi yaşlanmış yüzümü okşadım susarak. Beni babası yerine koymuştu Fuad, ben bu yükü taşıyamamıştım o zamanlar, yine, şimdi de taşıyamıyordum. “Kabul etmedi beni, o pici tercih etti.” Cümlelerini bitirir bitirmez kendi gözyaşını içti bardaktan, o kadar ağlamıştı. İçkinin, mi öykünün mü bilmem, tesiriyle kelimeler boğazımızda düğümlendi, gülümsemeye çalıştık bol bol.

Kaldığımız otelin karşı tarafındaydı yaşadığı yer. “Bırakmam Niyaziçiğim!” diyecekti, dedi, biliyordum. Çorbacıya gittik, kelle paça, çorbamızı içtik, hâlâ gülümsüyorduk. Dudaklarından “Pic” sözü çıkar çıkmaz kendini tuttu, elleri yumruk şeklini aldı, gülümsüyordu, büyülenmiş gözleri normale döndü, ferahladı. Evine bir kahve içmeye davet etti, kıramayacaktım. “Burası Konya’nın en rahat yeridir Niyaziçiğim. İşinin pici olmuş herkes buradadır.” “Nasıl” demeyecektim, gülümsedim. Evi, on iki katlı bir binanın girişindeydi. İçeri girdik, öğrenci evi gibiydi, altı kişi üç odada kalıyorlardı. Salona girdiğimizde koltuğun minderlerinden yere yatak inşa etmiş birini gördüm, diz üstü bilgisayar karşısında kendinden geçmişti. “Merhaba.” dedim ama koşar adım uzaklaştı. Fuad’ın ağabeyi Kemal geldi yanımıza. “Allah razı olsun sizden, iyi ki buradasınız.” dedi. Mutlu oldum, birilerinin gönlünde iz bırakmak güzeldi. Gözüm sağ üstte yer alan floresan lambaya takılmıştı. Kısık bir ışık saçıyordu odaya. Gözüm ona sabitlendi, Kemal ve Fuad konuşuyorlardı bu esnada. “Tekrar bekleriz hocam. Niyaziçiğim.” Anlıyordum hepsini, Fuad’ın yüzündeki sakalın içinde gizlenmiş olanları anlıyordum, Kemal’in söylemediklerini de.

Hafif sarhoşlukla, gelen Türk kahvesini bitirdim, şekeri fazlaydı, belli etmedim. Kalkmak için izin istedim, otele dönecek öğrencilere göz kulak oluverecektim. Kötü şeyler hep zamansız olur. Hep böyle olur. Kaçar gibi çıkan kişi kapıyı kırarcasına tekmeledi ve odaya daldı. “Yeter.” diye bağırdı, “Yeter, hepiniz zavallısınız.” Şaşırdım, Fuad ürkmemişti. “N’oluyor sana pic!” sözlerini sarf etti ve üzerine atıldı onun, çıldırmıştı, floresan lamba ışık saçmıyordu, “Allah razı olsun, efendim. Bizi, siz eğittiniz.” diyordu Fuad’ın ağabeyi o an, durmadan, bozuk plâk misali, gülümseme zaruriyeti hissediyordum. Fuad, o kişinin ağzını burnunu dağıttı. Kahvem fazla şekerliydi, dışarıda hava soğuktu, sakindim Fuad’ın cebinden çıkardığı bıçağı o kişiye saplayışını izledim. “İşte benim öğrencim!” Keyiflendim, öğrencim iyi işi çıkarıyordu. “Sen benim elimden nasıl alırsın sevgilimi?” cümlesi her şeyi anlatıyordu. Anlıyordum seni Fuad, bu kez, tamamen. Sonra, ağabeyi gözyaşlarına boğuldu, içtiği kahve midesine oturdu, haykırdı: “Yapmamalıydın kardeşim!” Floresanın cılız ışığında sessizce ölüyordu o kişi. Rahatlamıştı Fuad, uysallaşmıştı. “Pici öldürdüm, Niyaziçiğim. Senin için öldürdüm.” Anlıyordum seni Fuad, anlıyordum. O esnada telefonum çaldı, öğrenci grubunda aşırı alkolden komalık olan öğrenciler vardı.

Çıldırdım.

Kendimden geçtim, çıldırdım, sert bir tokat çıkardım Fuad’a, elindeki bıçağı alıp o melun floresan lambaya fırlattım, ortalık koyu karanlık oldu, “Ben senin baban değilim pic!” diye kükredim ve evden ayrıldım.

Fuad, sanırım, kendini o floresan lambaya asıyordu. (Daha sonra…)

·         Olmaz, lamba onu taşımaz.
·         Ölmemeye çalış Fuad, olmaz mı?
·         Bu öykü Konya’ya yakışmaz.
·         Böyle öykü olmaz.
·         Çorba iğrençti.
·         Bana “hocam” deyin, picler! (Pic o, piç deği!)
·         (Hesabı da ben ödedim, utanmaz!)



No comments:

Post a Comment