December 16, 2014

KAMYON

Bizi buraya sürüklediler, kamyonlara bindirdiler ıssız bir gecede. Gözlerim görmüyordu geceleri, görmüyordu. Büyük elleri vardı hepsinin, yüzleri örtülüydü, seçilmiyordu. Başım ağrıyordu, yumruk yedim, başım ağrıyordu, tekme yedim, tekmeler yedim, başım ağrıyordu, küfrettiler, yüzüm kanıyordu, üstelemedim.

Lider olduğunu sesiyle belli edeni kükredi: “Akıllı olacaksınız ulan, adam olacaksınız!” Ağlayanların iniltisini duydum, “Gözümü öldürdüler.” diyordu önce gözü öleni. Ağlıyordum, kan suyum gözdekini çevreliyordu. Asfalt yolun eğriliklerinde sarsılıyorduk, hepimiz, hepimiz, en kibirlimiz, soylumuz, yumuşak başlımız, huysuzumuz, enlerimiz, güzelimiz, çirkinimiz, partilimiz, hüviyetsizimiz, sarsılıyorduk. Grup lideri yine kükredi: “Dediklerimi yapacaksınız, yoksa…” Üç noktayı hepimiz aynı anda doldurduk: “Ölürsünüz, bilmem, ben yapacağımı bilirim, estağfurullah, kamyonu havaya uçururum, şiir okurum, ağlarım.” Kelimeler ve korkular birbirine giriyordu, kamyon ilerliyordu, kamyonun paslı kokusu, derin düşünceler ve başımın ağrısı… İlerliyor, geceyi geçiyorduk.

Aklımda bin türlü sinsi, ham, olgunlaşmamış, tilki… Maho (Şener Şen) Bilo’yu (İlyas Salman) Almanya’ya götürmek vaadi ile kandırıyordu 1980 yapımı Banker Bilo’da. Bunu hatırladım birden, aptallığı ve intikamı hatırladım. Kamyona tıkılanları, sahte polisleri ve tüylü, kötücül köpekleri hatırladım. “Komşi, pasaporte.” sözlerini duydum ağrıyan başımın içinde, başımın etini yedi tüm hatırladıklarım. Bağırdım öfke ile: “Nereye gidiyoruz biz?” Burnuma gelen hususi darbe, onu da beni de kıracaktı… Kan, burnumdan ve zihnimden akıyordu, başım çatlıyordu… Sustum yine de, sustum, kimse sorumu yanıtlamadı, herkes korkuyordu, leş gibi korku kokuyordu. Utanmadım, saçlarım perişandı, utanmadım, kendi elimdi tek destekçim, hafifçe burnumdan kalanı yokladım, bulamadım, utandım, kamyondan atlayacaktım.

Sabahattin Ali’nin Kamyon isimli öyküsü benim için yazılmıştı, anladım. O öykünün kahramanı Konya’dan Beyşehir’e gidiyordu, çaresizdi, ben nereye gittiğimi değil neden var olduğumu bile bilmiyordum. Ben tuhaf bir öykünün, bu öykünün, kahramanıydım, zaten başka türlü de kahraman, lider olamayacaktım, bırakmıyorlardı, Atay’ı da bırakmamışlardı bunlar, Ali’yi bırakmışlar mıydı sanki? Yerimden hırsla doğruldum, dengemi bulamadım ve düştüm insan yığının üzerine, korkmuş et parçaları, korkak etler, ürkek etler, ben neydim sanki, hayır, bu çarka çomak sokacak kadar cesur muydum ben, tekrar doğruldum, başım ve öyküm ağrıyordu, demirin soğukluğu, karanlık, her yanım ağrıyordu bu kez, öykü kararıyordu, korkmamam gerekiyordu, ilk kez, son kez, korkmayacaktım.

Lider, karşıma dikildi, anladım. Nefesi nefret kokuyordu. Sivri burnundan soluyordu, nefesini öldürüyordu, anladım. Hangi öyküdeydik biz, hangisinde? “Dur.” dedi, hararetle, “Atlama.” dedi. Diyebileceği kadarını söyledi, ikimiz de sustuk. “Dur lan.” diye üsteledi bu defa, hararet eşliğinde, “Atlama lan.” dedi kabaca. İkimiz de sustuk. Konuşacak ağız mı kalmıştı sahi? Kamyon, derin bir çukurda sarsıldı, olacağı biliyorduk, başımıza bu gelecekti, tüm ağrıyan eklemlerimle gülümsedim, biraz gaddarca oldu bu, biraz liderce, külhanbeyi gibi oldu. Kamyon, boşlukta yuvarlanıyordu, kamyon bir sona doğru yüzüyordu.

Atlamıyordum ben lider; sen ise anlamıyordun.

Boşlukta, liderle yapıştı bedenlerimiz, birbirimizi sıkıca sarıyor, öldürmeye çabalıyorduk, boynuna davrandım, ellerim pamuk oldu, sıktığım boynu bir ayçiçeğini andırırcasına kabarıyordu her hamlemde. Ölüyordu, gülüyordum. Karanlıkta bir hayat ışığı, liderin gözlerinden süzülen sıvıyı yüzüme sürdüm, herkesi görüyordum bu ışıkla, herkesi! Demek ki ben bu ışığı arıyordum boşa giden ömrümde. İnsanların yüzlerini ilk kez görüyordum, hepsi ben, hepsi ben! Ben miyarlarca yüzde, sözde bir insandım, sandım, ama ben o gözlerden süzülenden büyüyen bir çiçektim, şimdi yeni yüzlere yeni öyküler ekecektim…

Dudağıma bir türkü bıraktım, mırıldanmaya başladım, Su gelir sepe sepe… Hâlâ yokum.

Nenni de yârim, hani?

No comments:

Post a Comment