Düşüme girmişti al
kolyeli nazik yılan, belime sürünmüş, parmak uçlarımdan akmıştı gövdeme. Sokakta
sarhoş gezen o köpeği hatırlamıştım rüyamın içinde, yılan göbeğimin kıyısına vardığında, kara kafasını iki yana sallıyordu it, sarhoş değildi belki, beni ısıracaktı,
bu gerçek, birkaç adım atmış ve yere yıkılmıştı, halsizdi, korkuyordum ben, her
şeyden ve köpekten, yılandan da, yılan göbeğimi talan ediyor, köpeğin
hırıltıları kuduzlamıştı geceyi, huzursuzduk ben, cılız ağaçlar, titrek bir
levha, içinde beyaz gölgeler, yassı kaldırımlar, huzursuzduk, köpek hırlıyordu,
ağzına doğru eğildim, nefesi leş kokuyordu, az evvel haklamıştı başka bir
canlıyı, emin değildim, insanın canını sıkıyordu, dişlerini sivriltti bana,
yılan huzursuz, huzursuzlanıyordum, köpeği bir titreme alıyordu, tir tir,
tüyleri savruluyordu, minik, tüylü bir kasırga, geri çekiliyor ve korkuyordum her
şeyden, kendimden, birkaç sokak serserisinden, beni dövmüşlerdi iki gece önce,
güle güle dövmüşlerdi, bunu sevmiyordum işte, dayak yiyebilirdim ama böylesi olamazdı, önümü kesmişler; kasıklarımı tekmelemişlerdi. Birkaç serseri, üç
taneydi biliyorum, yılan içimi dövüyor, beni dövüp kenara fırlatmışlardı, “güle
güle” demişlerdi sonrasında, inatla, ısrarla, inat ve ısrar arasındaki farkı
öğrenmeyecektim, yeryüzünün en iri acısı beni bulmuştu sanki ve ben bundan
memnundum, beni kaale alıyorlar, durup dinlenmeden dövüyorlardı, tek dileğim
gülmemeleriydi, ben duygusaldım ve duygusallıkta ağlama yok muydu yalnızca, var
mıydı kahkaha, yoksa uç haller miydi bunlar, çok soruyor; kendimi yoruyordum.
Dayak yiyen her
uzvum ayrı birer ben’di, evet. Şişen ve moraran eller, patlayacak bir burun,
irinli bir beden artığı. Her noktamı hissediyordum, kendimi kaale alıyordum,
kimse almasa da, doğru, evet, bir tek dövücülerimdi beni kaale alan, bir anlam girmişti yaşantıma, dövenlerden biri, göremiyordum
pek çünkü gözümü de perdelemişlerdi, yanıma geldi usulca, saçımı okşadı, ağzıma
yanaştı, ağzım leş kokuyordu, çok yakınımdaydı ve ağzı leş kokuyordu, adımı
sordu, bir adım var mıydı, adın, dedi, sertçe, ağzım leş kokuyordu, leş gibi
değil, sadece leş kokuyordu, bu
kokunun nasıl bir varlıkta barınabileceğini bilmiyordum, bu kokunun bir varlıkta nasıl barınabileceğini de bilmiyordum, adın, dedi, nazikçe,
yılan dışımı dövüyor, kımıldatamıyordum yüz karası ağzımı, ayrıca adımı
hatırlamıyordum, ad ya da tokat, dedi, güldü, ağzı leş, kokuyordu, kokuyordu
demek beni yoruyordu, halsizleş -tim ve -miştim yazarken de, ad ya da tokat
demesi beni güldürmemişti, gülecek dermanımın olduğu günlerde de bunu
anımsayacak ama gülmeyecektim, ad sözcüğünü at gibi söyleseydi bari, yerel bir
kullanım, ağız özelliği gösteren bir konuşma şekli bulsaydı, kendini ona
uydursaydı, çok mu gerçekti ki zaten, sahi, Bak, benim adım, atım mı yoksa,
sözcükler de bulanıyordu bir süre sonra, yılan dayak sonrası bir keyif çayı
içiyor, midem de bulanıyordu, sebebi yılan mıydı, Bak, benim adım, duyamıyordum
adını, fark etmezdi, içimden tamamlıyordum, Senin adın At olsun, ilk ayakta nalları
dik, yarışı yitir ve böylelikle yitirişi bitir, hayat dersi veriyordum, içimden
ve içten, yüzüme akşedilen ve adeta nakledilen tokat, yüz nakline ihtiyacım
olacaktı, beni korkutmuştu, işte yine korkuyordum, bu adam beni kaale alanlar
arasında önde geliyordu, birinci ayakta, kupon kupon tokatlıyordu,
rahatlıyordu, adın ne, diyordu parmakları, parmak kupon, irinlerim patlamıştı,
ağzıma dökülüyordu neredeyse sıvılar, bulaşık, benim adım, bunu söyleyecektim,
benim adım, hayır atım, hayır adım, hayır atım, ben atım, adım attım, yok, yok,
benim acım, benim acım, sözcükleri söylemesem de zihnimi çiğniyordum çiğ, ham,
nihayet “benim acım” sözcüklerini tükürebildim leş ağzımdan, ağzı leş kokan
herif, hergele, at hırsızı, sakinleşmeliyim, durulmalıyım, çok düşündüm, yıllar
sonra yeterince, yettiniz, bu adi adam “benim acım” ifadesini duyar duymaz
ağlamaya başladı, nasıl bir ağlama, nasıl, aman, hüngür fingir, şangır hırhır,
köpek hırhırı, tuhaf yakıştırmalara yaraşır bir ağlayışla, yeri döven bir
şelale gibi, yine tokadı düşündüren bir benzetme, daha önce var mıydı ki,
yüzünü görecek denli açılmamıştı acılı gözlerim, hayalimde, ürkütücü bir
yılanın, allı pullu, görkemli, pıtır pıtır, taş kolyeli, ona hükmettiğini
görüyordum o an, ondan mı korkuyordu, benim acımdan mı, anlamıyordum, yine,
tatlı yılan dili deliğinden çıkarıyor, cani canlı pöykürüyor, burnundan
dökülüyor, galiba, sıvılar, irinlerim gibi değiller, irinlerimin süzüldüğü
toprağa onlar da ulaşıyorlar, iç içe geçiyorlar, bunları görmeliyim,
görmeliydim, görsem de söylemeliyim, ben deli miyim, adamdan hayır yoktu,
inlemesi abartılacak derecedeydi, ben dayak yemiştim, o ağlıyordu.
Öykünün yılanı şöyle bir şey: ********
Öykünün yılanı şöyle bir şey: ********
Sen kutsal birisin,
dedi, dizlerime hitap ederek, dermansız ve protezvari dizlerim, neden dizlerime, senin hizmetindeyim artık,
sen saf acısın, lütfen, yalvarırım, beni affet, yalvarırım, şimdi de bir dans
ritüeli gerçekleşiyordu huzurumda, gerçekleştiriyordu, kim, o, sen, dedi, artık sen’den siz’e geçmesi
gerekirdi, mahrem alanımı, defalarca olmuştu, ihlal etti, göz kapaklarıma
değdirdi soğuk parmaklarını, leşi çevreleyen dudakları ile öptü görme
perdelerimi, “gözüne perde inmek" tabirine bir anlam yüklemiştim sonunda, üç beş
adım geri gitti, sakin, sen, dedi, tekrar, yine, yineleyerek, başka kaldı mı,
sen, dedi, artık siz demesi gerekiyordu, sen, dedi, son kez, gözlerim açıldı,
berrak bir manzara, sen, dedi, demek ki son kez değilmiş, sendeledi, sendeledi,
yılan şen gövdemi deliyor, sen de, dedi, bağlaç olan de’yi kullanmıştı, bir tek bağlaç olan de'yi ayırabiliyordum hayatta, heyecanlanmıştım, biliyorum bunaltıcı, sendeledi ve yere kapaklandı, göz
kapaklarım kapandı bir daha, üşüyordum, leş ağzımı yarık ettiğim avucuma
sürükledim, içimi döküyordum, nefesim nemlendirmişti hüzünlü parmaklarımı, öyle
ki buhara döndü avuç içim, buhara döndü elim yüzüm, sonbahara döndü
parmaklarımdaki hüzün, kelime oyunlarında bile dışlıyorlardı beni, hain sözcükler,
yılan yılanlığını yapıyor, nefes alamaz oluyorum, buhar beni eritiyor, öykü
bitiyor, olamaz, öykü bitiyor, yılan yanılıyor, öykünün başlarında köpeği
tüyleri savrulurken bıraktığım yere dönüyorum, şaka, katiyen, dönmüyorum, köpeği alıyor ve öykünün sonuna taşıyorum,
buhar beni bitiremez, yılan yanılıyor, yılanca bir fikir, yalanca, tarafsız
değil hatta yanlı, yılanlı, yılan sözcüğünden ne denli istifade ediyorum böyle, hey hey,
sözcükleri tüketiyorum, köpek bana dişlerini sivriltmişti hani, leş dişler,
nefesimden ona da haykırıyorum, aykırı, düşte miydi yılan, kolyeli mi, gerçek
miydi, nasılsa en çok uyuduğum zaman uyanıyorum.
Ağzımdan yılan
dökülmeli, bu beklenen. Neden beklentiler hep beklendiler, asla
gerçekleşmediler? Yılan, yanılıyor. Bilen, yanılıyor. Korkarım yanılıyorum. Korkuyorum
yanılırım. Güle güle: Bu sözü sevmiyorum. Cılız ağaçlar, titrek bir levha, içinde beyaz gölgeler,
yassı kaldırımlar yanılıyor, hepimiz yanılıyoruz, mecazi bir yılan mıydı yani,
yılan yanılandır, pehh, yılan yanılandır, anlaşıldı, yılan yan, evet,
biliyorum, yılan yanılan diye anılandır.
Yılan, yılan oyunundaki gibi, 3310'larda oynardık çoklukla, önüne çıkan köpeği hooop diye yutuyor ama hayata çarpıyor, yanıyor, yanılıyor...
Yılan, yılan oyunundaki gibi, 3310'larda oynardık çoklukla, önüne çıkan köpeği hooop diye yutuyor ama hayata çarpıyor, yanıyor, yanılıyor...
Tatlı yılan öyküsünü, kopasıca dili, bu deli, deliğinden değil, deliliğinden
çıkarıyor.
No comments:
Post a Comment