November 06, 2014

Y-AN-ILAN

Düşüme girmişti al kolyeli nazik yılan, belime sürünmüş, parmak uçlarımdan akmıştı gövdeme. Sokakta sarhoş gezen o köpeği hatırlamıştım rüyamın içinde, yılan göbeğimin kıyısına vardığında, kara kafasını iki yana sallıyordu it, sarhoş değildi belki, beni ısıracaktı, bu gerçek, birkaç adım atmış ve yere yıkılmıştı, halsizdi, korkuyordum ben, her şeyden ve köpekten, yılandan da, yılan göbeğimi talan ediyor, köpeğin hırıltıları kuduzlamıştı geceyi, huzursuzduk ben, cılız ağaçlar, titrek bir levha, içinde beyaz gölgeler, yassı kaldırımlar, huzursuzduk, köpek hırlıyordu, ağzına doğru eğildim, nefesi leş kokuyordu, az evvel haklamıştı başka bir canlıyı, emin değildim, insanın canını sıkıyordu, dişlerini sivriltti bana, yılan huzursuz, huzursuzlanıyordum, köpeği bir titreme alıyordu, tir tir, tüyleri savruluyordu, minik, tüylü bir kasırga, geri çekiliyor ve korkuyordum her şeyden, kendimden, birkaç sokak serserisinden, beni dövmüşlerdi iki gece önce, güle güle dövmüşlerdi, bunu sevmiyordum işte, dayak yiyebilirdim ama böylesi olamazdı, önümü kesmişler; kasıklarımı tekmelemişlerdi. Birkaç serseri, üç taneydi biliyorum, yılan içimi dövüyor, beni dövüp kenara fırlatmışlardı, “güle güle” demişlerdi sonrasında, inatla, ısrarla, inat ve ısrar arasındaki farkı öğrenmeyecektim, yeryüzünün en iri acısı beni bulmuştu sanki ve ben bundan memnundum, beni kaale alıyorlar, durup dinlenmeden dövüyorlardı, tek dileğim gülmemeleriydi, ben duygusaldım ve duygusallıkta ağlama yok muydu yalnızca, var mıydı kahkaha, yoksa uç haller miydi bunlar, çok soruyor; kendimi yoruyordum.

Dayak yiyen her uzvum ayrı birer ben’di, evet. Şişen ve moraran eller, patlayacak bir burun, irinli bir beden artığı. Her noktamı hissediyordum, kendimi kaale alıyordum, kimse almasa da, doğru, evet, bir tek dövücülerimdi beni kaale alan, bir anlam girmişti yaşantıma, dövenlerden biri, göremiyordum pek çünkü gözümü de perdelemişlerdi, yanıma geldi usulca, saçımı okşadı, ağzıma yanaştı, ağzım leş kokuyordu, çok yakınımdaydı ve ağzı leş kokuyordu, adımı sordu, bir adım var mıydı, adın, dedi, sertçe, ağzım leş kokuyordu, leş gibi değil, sadece leş kokuyordu, bu kokunun nasıl bir varlıkta barınabileceğini bilmiyordum, bu kokunun bir varlıkta nasıl barınabileceğini de bilmiyordum, adın, dedi, nazikçe, yılan dışımı dövüyor, kımıldatamıyordum yüz karası ağzımı, ayrıca adımı hatırlamıyordum, ad ya da tokat, dedi, güldü, ağzı leş, kokuyordu, kokuyordu demek beni yoruyordu, halsizleş -tim ve -miştim yazarken de, ad ya da tokat demesi beni güldürmemişti, gülecek dermanımın olduğu günlerde de bunu anımsayacak ama gülmeyecektim, ad sözcüğünü at gibi söyleseydi bari, yerel bir kullanım, ağız özelliği gösteren bir konuşma şekli bulsaydı, kendini ona uydursaydı, çok mu gerçekti ki zaten, sahi, Bak, benim adım, atım mı yoksa, sözcükler de bulanıyordu bir süre sonra, yılan dayak sonrası bir keyif çayı içiyor, midem de bulanıyordu, sebebi yılan mıydı, Bak, benim adım, duyamıyordum adını, fark etmezdi, içimden tamamlıyordum, Senin adın At olsun, ilk ayakta nalları dik, yarışı yitir ve böylelikle yitirişi bitir, hayat dersi veriyordum, içimden ve içten, yüzüme akşedilen ve adeta nakledilen tokat, yüz nakline ihtiyacım olacaktı, beni korkutmuştu, işte yine korkuyordum, bu adam beni kaale alanlar arasında önde geliyordu, birinci ayakta, kupon kupon tokatlıyordu, rahatlıyordu, adın ne, diyordu parmakları, parmak kupon, irinlerim patlamıştı, ağzıma dökülüyordu neredeyse sıvılar, bulaşık, benim adım, bunu söyleyecektim, benim adım, hayır atım, hayır adım, hayır atım, ben atım, adım attım, yok, yok, benim acım, benim acım, sözcükleri söylemesem de zihnimi çiğniyordum çiğ, ham, nihayet “benim acım” sözcüklerini tükürebildim leş ağzımdan, ağzı leş kokan herif, hergele, at hırsızı, sakinleşmeliyim, durulmalıyım, çok düşündüm, yıllar sonra yeterince, yettiniz, bu adi adam “benim acım” ifadesini duyar duymaz ağlamaya başladı, nasıl bir ağlama, nasıl, aman, hüngür fingir, şangır hırhır, köpek hırhırı, tuhaf yakıştırmalara yaraşır bir ağlayışla, yeri döven bir şelale gibi, yine tokadı düşündüren bir benzetme, daha önce var mıydı ki, yüzünü görecek denli açılmamıştı acılı gözlerim, hayalimde, ürkütücü bir yılanın, allı pullu, görkemli, pıtır pıtır, taş kolyeli, ona hükmettiğini görüyordum o an, ondan mı korkuyordu, benim acımdan mı, anlamıyordum, yine, tatlı yılan dili deliğinden çıkarıyor, cani canlı pöykürüyor, burnundan dökülüyor, galiba, sıvılar, irinlerim gibi değiller, irinlerimin süzüldüğü toprağa onlar da ulaşıyorlar, iç içe geçiyorlar, bunları görmeliyim, görmeliydim, görsem de söylemeliyim, ben deli miyim, adamdan hayır yoktu, inlemesi abartılacak derecedeydi, ben dayak yemiştim, o ağlıyordu.

Öykünün yılanı şöyle bir şey: ********

Sen kutsal birisin, dedi, dizlerime hitap ederek, dermansız ve protezvari dizlerim, neden dizlerime, senin hizmetindeyim artık, sen saf acısın, lütfen, yalvarırım, beni affet, yalvarırım, şimdi de bir dans ritüeli gerçekleşiyordu huzurumda, gerçekleştiriyordu, kim, o, sen, dedi, artık sen’den siz’e geçmesi gerekirdi, mahrem alanımı, defalarca olmuştu, ihlal etti, göz kapaklarıma değdirdi soğuk parmaklarını, leşi çevreleyen dudakları ile öptü görme perdelerimi, “gözüne perde inmek" tabirine bir anlam yüklemiştim sonunda, üç beş adım geri gitti, sakin, sen, dedi, tekrar, yine, yineleyerek, başka kaldı mı, sen, dedi, artık siz demesi gerekiyordu, sen, dedi, son kez, gözlerim açıldı, berrak bir manzara, sen, dedi, demek ki son kez değilmiş, sendeledi, sendeledi, yılan şen gövdemi deliyor, sen de, dedi, bağlaç olan de’yi kullanmıştı, bir tek bağlaç olan de'yi ayırabiliyordum hayatta, heyecanlanmıştım, biliyorum bunaltıcı, sendeledi ve yere kapaklandı, göz kapaklarım kapandı bir daha, üşüyordum, leş ağzımı yarık ettiğim avucuma sürükledim, içimi döküyordum, nefesim nemlendirmişti hüzünlü parmaklarımı, öyle ki buhara döndü avuç içim, buhara döndü elim yüzüm, sonbahara döndü parmaklarımdaki hüzün, kelime oyunlarında bile dışlıyorlardı beni, hain sözcükler, yılan yılanlığını yapıyor, nefes alamaz oluyorum, buhar beni eritiyor, öykü bitiyor, olamaz, öykü bitiyor, yılan yanılıyor, öykünün başlarında köpeği tüyleri savrulurken bıraktığım yere dönüyorum, şaka, katiyen, dönmüyorum, köpeği alıyor ve öykünün sonuna taşıyorum, buhar beni bitiremez, yılan yanılıyor, yılanca bir fikir, yalanca, tarafsız değil hatta yanlı, yılanlı, yılan sözcüğünden ne denli istifade ediyorum böyle, hey hey, sözcükleri tüketiyorum, köpek bana dişlerini sivriltmişti hani, leş dişler, nefesimden ona da haykırıyorum, aykırı, düşte miydi yılan, kolyeli mi, gerçek miydi, nasılsa en çok uyuduğum zaman uyanıyorum.

Ağzımdan yılan dökülmeli, bu beklenen. Neden beklentiler hep beklendiler, asla gerçekleşmediler? Yılan, yanılıyor. Bilen, yanılıyor. Korkarım yanılıyorum. Korkuyorum yanılırım. Güle güle: Bu sözü sevmiyorum. Cılız ağaçlar, titrek bir levha, içinde beyaz gölgeler, yassı kaldırımlar yanılıyor, hepimiz yanılıyoruz, mecazi bir yılan mıydı yani, yılan yanılandır, pehh, yılan yanılandır, anlaşıldı, yılan yan, evet, biliyorum, yılan yanılan diye anılandır.

Yılan, yılan oyunundaki gibi, 3310'larda oynardık çoklukla, önüne çıkan köpeği hooop diye yutuyor ama hayata çarpıyor, yanıyor, yanılıyor...

Tatlı yılan öyküsünü, kopasıca dili, bu deli, deliğinden değil, deliliğinden çıkarıyor. 

No comments:

Post a Comment