Olmadı, sıradaki. Diyorlardı.
Boyumuzu posumuzu beğenmiyorlardı bazen, yeterince ilgi
çekici bir yaşam öykümüz olmadığını söylüyorlar, seneye yine başvur, biraz
girişken ol, yırtık görün. Diyorlardı. Biz de bu yollardan geçtik, meşhur olmak
zor zanaat. Eşimiz dostumuz çoktan katılmıştı ünlüler kervanına. Pas vereni,
gözü göreni ara ki bulasın.
Çetin’le birbirimize bakıyoruz. Aslında hırpani görünümümüz
işe yarar demiştim bu kez, olmamıştı yine. Mahallenin azılısı İrfan’ın bir Youtube kanalı kurduğunu işittik.
Videolarına baktık hüzünlü gözlerimizle. Parlak çantalı bir genç kızı defalarca
havaya fırlatıyor, tam düşecekken tutuyor, kahkaha atıyor, bir daha yapıyordu
eylemi. Başka bir videoda küçük kaplarda çoğalttığı sarı örümcek yavrularını
kolonya dökerek yakıyordu. İzlenme sayıları milyonu aşmıştı. Diğer bir video,
dövdükleri Dürümcü Baba hakkındaydı. Hakikaten de bir haftadır kapalıydı dükkân.
İçine ne katıyon, eşek eti mi, at eti mi Baba. Bağırışlar, Tokatlar Dürümcü
Baba’ya. Kızgın şişi kapan Baba’nın tam şişi kameramana saplayacağı sırada
yandaki camiden yükselen ezan sesi. Baba’nın hüzünlü teslimiyeti. Hüzünlü Baba.
Kahkahası İrfan’ın. Beğenmiyoruz görüntüleri. Çetin’in canı sıkılıyor, nasıl
ünleneceğiz, diyor. Küçük tüpe çaydanlığı koyuyor. Yüz gramlık Rize turist
çayından üç tatlı kaşığı ekliyor, kaynayan suyla çayı haşlıyor. Takla attırma
Çetin ya, Allah’ını seversen, sana kaç kere dedim, sadece kaynar suyu dök ve
kapağını kapa diye. Canı sıkılıyor Çetin’in. Bakıyorum biçimsiz suratına. Şarkı
yarışmaları olmadı, bilgi yarışmaları hayır, moda yarışmaları ııh, loto moto
hak getire, olmadı, olmuyor. Videoda İrfan ve çetesinin okul bahçesinde bir
öğretmeni sıkıştırıp boğazına bıçak dayamaları ve adamcağızın kalbine inmesi,
yere düşmesi, tekmelenmesi ve bir sonraki video için bu öğretmene ne edelim
anketleri, havanın kararması, kale direğine bağlanan öğretmen, yan mahalledeki
bebelerle yapılan mecburi maç, haksız galibiyet, direklere nişanlanan top,
gözlükleri parçalanan öğretmen, ağzındaki kanlı tükürüklere odaklanan kamera,
kahkahalar, İrfan’ın yakışıklı hâlleri, güzel saçları. Geleceğe Dönüş film serisinin ilkindeki baş düşman Biff Tannen’in
uzun saçlısı. Anlatıyorum Çetin’e, gözlerime bakıyor, hüzünlü, anlamıyor. Ne
edeceğiz, ne? İki bölüme ayırdıkları videonun ikinci kısmında öğretmenin eşi de
–sanırım öyle- geliyor. Dilim tutuluyor, elinde turuncu bir pazar çantası, kafasında
beyaz bir kulaklık, sırtındaki benekli sarı çantasından kâğıt paralarını
çıkarıyor, al, diyor, İrfan, burada videoda bir zaman kayması oluyor, sana
aşığım, diyor İrfan. Aşk olmasa böyle olmaz. Olmaz ki, değil mi? Dünyanın en
güzel kadını bu. Çetin, diyorum, böyle olmaması gerekirdi, kadının vefakar bir
eş olması, kocasını ölümün pençesinden, parayla da olsa, kurtarması gerekirdi,
değil mi? Bu, tabii, videonun çok izlenmesi için bir kurgusal taktik de olabilir.
Bizi videonun yüzde yüz doğru olduğuna iten sebeb neydi Çetin? Sebep o, diyor
çaylarımızı doldururken. Sebeb o Çetin, hayır sebep. Ne tuhaf sözcük, tuhaf ama
sebep. Neyse ne. İrfan’ı bulmamız lazım. Kurgu mu gerçek mi öğrenmemiz gerek
videoları. Mantığını kavrarsak biz de aynı yoldan ulaşabiliriz şöhrete. Ben
korkuyorum İrfan’dan, diyor. Geçen sene beni yol boyu tokatlaya tokatlaya, şu garip
hâlimle, evime sürüklediğini unuttun herhalde. Kalk gidiyoruz, ya çaylar, bırak
çayı, zaten bilmiyorsun demlemeyi. Hüzünlenen Çetin. Hüzünlenen ben. Hüzünle
içilen çaylar, çay edebiyatı. Çıkamayacağız evden, çıkamayız. Benim kollarım
yok, benim bacaklarım, onun aklı, birbirimizi tamamlıyoruz. Ev sahibi Ayşe
Teyze olmasa, bakmasa bize, bir kap yemek verip mahalleye caka satmasa, vicdan
gösterisi yapmasa aç kalırdık, ölürdük. Ölürdüm Çetin, gitsen, gidecek aklın
olsa ölürdüm, ölürdük.
Kara haberi veriyor Sultan Hanım. Youtube kanalından. Yemek
tarifleri vererek ünlendi ve yeni yapılan TOKİ bloklarından bir ev aldı. Sakat
kocasını da bıraktı geride, emekli bir memurla dost hayatı yaşıyor dediler.
Alçak. Süslenmiş, püslenmiş, bir bakımlar, bir güzelleşmeler. Sorma. İlk
videolarındaki nine gitmiş, Ajda Pekkan gelmiş yeminle. Gülümseyen Çetin,
sözlerimi seven, bana tebessüm eden. Sultan Hanım, soğan doğrarken kameraya
bakıp iç çekiyor. Eski mahallemden bir haber geldi dostlar, İrfan adlı yaramaz
genci kaçırmışlar, nerede olduğunu, ne ettiğini bilen yok, pembeleşen soğanlara
un ilave ediyoruz, ne diyordum, İrfan çok can yaktı, oh olsun, etme bulma
dünyası, bu arada videomu beğenin, yorum yapın bol bol canlarım. Öptüm, hahaha,
hızlanan video hareketleri, arkada aptal bir müzik, hızla yapılan sulu çorba.
Bol izleme, bol beğeni, bol kazanç.
Bazen pencereden bakarım hayata. Kirlidir, kokulu, özellikle
kışları leştir hava. Kaçak kömür, plastik, ne varsa yakanlar, oturduğu koltuğu ateşe
veren baba, ağlayan anne, iki kazağından biri sobaya giden el kadar çocuk,
sessizlik. Tüylerinde buz parçaları, parçalarda kara sinek ölüleri, birbirine
dokunan telden ayaklarda damlalar. Çetin içeride tuhaf kitaplara bakar, kar
tepeleme yağar. Bağırırım Çetin’e. Çıkalım. Gülümseriz, gövdemi kucaklar, karın
içinde bata çıka sokağın başına geliriz. Kayan çocuklar, neşe, hayat. Sarılır
bana, bırakırız kendimizi aşağıya, hayatımın en mutlu anları olur bunlar, Çetin’in
kollarında, sıkıca. O anlamaz, o deli, o aptal, o akılsız.
Ayşe Teyze’nin evimize kamera kurdurduğunu ve 7/24 canlı
yayın yaptığını düşünüyorum. Buna yönelik bir kanıtım yok, zaman zaman
pencerenin önünde karaltılar görüyorum, hepsi bu. Çetin’in beni yatağıma
götürüşü, ellerinin minicik belimde süzülüşü, içimin hop etmesi, her şeyin
farklı olacağını düşünmek, boşa hayaller, boşa ümitler, karanlık gelecek.
Bağrışmalar artıyor iç odada, Çetin’in odasında. Sürüklene
sürüklene gidiyorum, anahtar deliğinden gördüklerimle tutuluyor dilim: Okul
bahçesi dekoru. Kale önü. Çetin orada. Kadın kılığında. Elinde turuncu bir pazar
çantası, kafasında beyaz bir kulaklık, sırtındaki benekli sarı çantasından
kâğıt paralarını çıkarıyor, al, diyor, İrfan, burada videoyu kesiyorlar, İrfan,
Çetin’e çok güzel oldun lan deli, diyor. Çetin tebessüm ediyor. Sana aşığım,
diyor İrfan. Aşk olmasa böyle olmaz. Olmaz ki, değil mi? Dünyanın en güzel Çetin’i
bu. Çok güzelsin Çetin, çok akılsız. Ayşe Teyze, bu kadar yeter, diye
çıkışıyor. İrfan kaşlarını kaldırıyor, içerideki et parçası anlayacak,
anlamaması gerekir. Anlamadı hiç, ünlü olduğunu bilmiyor. Çetin soruyor: İnsan ünlü
olduğunu bilmeyince de ünlü olmuş sayılır mı? Güzel Çetin, Eternal Sunshine of the Spotless Mind Çetin. Cevabını bilmen
gerekir.
Sesler bitiyor. Üstünü değişip kapıyı açıyor Çetin. Beni
görüyor. İnternet bağlantısı kesiliyor, tükeniyor sabrım. Biliyorum her yer
kamera, herkes seyirci. Hepiniz, okuyan, yazan ve çizen. Hepiniz ağzı salyalı izleyicisiniz.
Nasıl iyi görünüyor muyum? Kalan etlerim, artık tebessümlerim nasıl? Sokakta bir
adamı bıçaklıyorlar, ağaçlar çiçeğe durmuş, kediler miyavlıyor, güneş doğmak
üzere. Ellerinde kameralar, ellerinde mikrofonlar, kahkahalar, izlenmeler,
tıklanmalar. Etime batan pencerenin keskin camı, bana dönen mercekler, flaşlar,
süzülen kırmızı sıvıma yakın çekim takipler, videolar, kan emiciler, neşeler,
sorular, sorular.
No comments:
Post a Comment