July 24, 2011

Tarık Buğra // Küçük Ağa

Doğru’yu bulmak, doğruyu üste çıkarmak, doğru’da buluşmak ille trajediler mi isteyecekti? Doğru’nun bu yeryüzü cennetinin, doğru’da anlaşmak denilen cennetin yolu neden böyle çetindi? (Sayfa 236)

Eser, 477 sayfadan –iki kitap olarak düzenlenmiş- oluşuyor ve akıcı üslubuyla sürüklüyor okuru…

Eserin ilk baskısı 1963 yılında yapıldı ve eser, 1983’te aynı isimle dizi olarak yayımlandı.



Milli Mücadele Dönemi’ne, kasaba merkezli bir bakış…

Savaş, yoksulluk, mücadele, acı…

Düşüncelerin sınırları, kararlar, taraflar ve ödenen bedeller…
-----------------------------------------------------


Kuva-yi Milliye (Milli güçler) güçlenirken gün be gün, 1919’da, halk ne yapacağını bilememektedir. Eğitimden uzak, her türlü söylenceye kolayca inanan köylümüz. Bir yanda yıkılmaya yüz tutmuş altı yüz yıllık imparatorluk ve Milliyecileri istemeyen Damat Ferit Paşa, bir yanda düşman askerleri ve bir yanda türeyen çeteler ve onlardan biri olarak Görülen Kuvvacılar.

Halk büyük bir çaresizlik, fakirlik ve açlık içinde beklemektedir:

Kimsenin yapacak bir işi yoktu. Kadınlar evlerde, ak sakallı erkekler kahvelerde toplanıyorlardı. Bu toplantılarda saatlerce susulurdu. Tek tek değil de bir arada susuşun bir başka mânası var gibiydi. Belki de dünyanın sonu böyle beklenirdi. (Sayfa 10)

Salih’in Arabistan’ın çöllerinde savaşırken, ne için savaştığını bilemeden, bir yenilgi ile kopan sağ kolu, parçalanan yanağı ve kulağı. Öte yanda parçalanmaktan kurtulamayan gelecek umutları:

Bu yarım beden, bu paçavra gibi surat hiçbir işte, hiçbir hâlde, hiçbir mazerete lâyık sayılmayacaktı. (Sayfa 44)

Kaybettiği varlığını –belki de- anlamlandırmak için sığındığı eski dostu Rum Niko ve diğer “gavur” diye adlandırılan diğer Ermeniler. Salih’in, onların Karadeniz’de “Pontus Rum Devleti” kurma ideallerini ve girişimlerini öğrendiği güne kadar heba ettiği günler ve geceler…Geçmişin güzel günleri ve anın acımasız gerçekleri zihni allak bullak edecektir:

Hem hatırlamak, hem de düşünmek mi? Fakat cehennem dedikleri işte bu değilse nedir? (Sayfa 48)

Bir yanda İstanbullu Hoca lakabıyla ve coşkulu vaazlarıyla tanınan Mehmed Reşit Efendi: Hilafetin ve padişahın değişmez takipçisi. Konya’nın Akşehir ilçesine gönderiliyor ve halkı hilafet çevresinde örgütlenmeye çağırıyor. Genç ve tecrübesiz ama bir o denli de sesi, ruhu ve zekası keskin bir ilim ehli. Diğer yanda ise Kuvvâcıların kadrosunda yer alan Doktor, Ali Emmi, Reis Bey ve diğerleri…Onlar ise halka Mustafa Kemal’in liderliğindeki Kuvâyı Milliyecilerin çete olmadığını anlatmakla yükümlüler. Bu amaçla İstanbullu Hoca gibi bir değeri bile harcayabileceklerini biliyorlar. İstanbullu Hoca, dik duruşunu bozmuyor tehditler karşısında –Kuvâyı Milliye’yi nifâkın ta kendisi olarak görüyor- ama içten içe kaçması gerektiğini ve eşi Emine ile doğacak oğlu Mehmed’i eşsiz/babasız bırakmaması gerektiğini hissediyor.

Kuvvâcılardan Doktor Bey, İstanbullu Hoca’nın ölümüne razı olmamaktadır ve kederlenmiştir:

Doktor’un içine birdenbire bir hüzün çöktü. Bir Hüzün ki asla, asla kaybolmayacak gibi geliyordu ona. Ve Doktor hayatın bu hüzünle başladığını, bitiminin de bununla olacağını tâ canevinde duydu. Hayatın çekirdeği bu hüzündü galiba! (Sayfa 115-116)

Birisi ölünce tek ölen, kendisi olmayacaktır şüphesiz:

Tetiğe basılıyor ve bir haksızlık, bir ihanet, bir suçlu veya kötü bir huyla birlikte ömürlük sevme gücü, fazilet tohumları, yararlık, iyilik gücü de yok oluyordu. (Sayfa 217)


Savaşa yönelik şu içten eleştiri de manidardır:

Kâinat hep böyle masmavi nurlar, masmavi esintiler içinde dönüp duracak, güller hep aynı enfes renkleri ve kokuları ile açacak, ormanlar şarkılarını ebediyete kadar söyleyecek, dereler, ışık oyunlarının binbir çeşidini tekrarlayacak, tekrarlayacak; aşk insanı daima, Tanrısına yaklaştıracak, Tanrı daima gönüllere ve dağ başlarına rahmetini yağdıracak, fakat insanlar, daima, daima, daima yaşadıkları sürece daima bu güzellikler için, bu aşk için ve Tanrı için gaddarlaşacak, bir zifir gibi karanlık, bu kan, kan, sadece kan kokan faciayı oynayacaklardı. (Sayfa 117)


Oysa ki savaş farklı bir psikolojiyi beraberinde getirirdi ve zafer daima çekici gelirdi:

Harp onu bilmeyen için ne kadar akıl dışı, ne kadar insan ve hayat gerçeklerine zıt ise, onu bilenler için de tek gerçek hâlini alıyor, o kadar tabiileşiyordu. Sanki harpsiz hayat olamazdı, harpsiz hayat, yapmacık, düzmece, yalan idi. (Sayfa 137)
 Zafer, belki de harp denilen fahişenin vaat ettiği öpücüktü. (Sayfa 137)

Bundan sonra, İstanbullu Hoca, Çakırsaraylı çetesine ve oradan Çerkez Tevfik ve Etem’in çetelerine karışıp vatanı savunan –uzun sakalı gitmiş ve yüzü genç bir delikanlıya benzeyen- “Küçük Ağa”dan başkası olmayacaktır ve bunu bilip ona destek olan “Çolak Salih”i unutmayacaktır. Salih, eksik kolunu tamamlamak istercesine kendini ve sağ kolunu geliştirmiş, ata binmede, silah kullanmada ustalaşmıştır ve Kuvvâcılara yardım etmektedir. Kasaba ile Milliyeciler arasında haberleşme işini görür.

Kendi düşüncesinin sınırlılığını da görür Küçük Ağa zamanla. Ankara Hükümeti’ni her şartla destekleyecektir bundan sonra. Anlamıştır düşüncelerindeki esareti:

Daha doğrusu o, peşinden sürüklediklerinin malı idi. Aşıladığı inanışın, inandırdıkları ölçüde kölesi idi. İnanan, inandırandan çok daha hürdü. (Sayfa 181)


Zaten tek tek bireylerin varlığından daha önemli bir oluşum haline gelmiştir Ankara Hükümeti ve zafer adına, üzücü de olsa, bir zamanların dostu olan yerel milisler, çeteler, göz ardı edilerek tek merkezli yönetim sağlanmaktadır. İnsan düşünmeden edemez yine de:

Doğru’yu bulmak, doğruyu üste çıkarmak, doğru’da buluşmak ille trajediler mi isteyecekti? Doğru’nun bu yeryüzü cennetinin, doğru’da anlaşmak denilen cennetin yolu neden böyle çetindi? (Sayfa 236)

Küçük Ağa, birinci kitap sona ererken ölüm kalım üzerine şöyle düşünür:

Yarın neler olacaktı? Ölecek miydi, kalacak mıydı? Kalmak… İşte ölümden de önemli, ölümden de çapraşık ve zor olan mesele. Asıl mesele kalmaktı, günlerin getirecekleri ile boğuşmaktı, onlara yenilmemek ve ya onlara lâyık olmaktı, aşınmadan, bozulmadan, çirkinleşmeden, satılmadan ayakta kalabilmekti. (Sayfa 343)

Bu arada kasabada önemli görevler üstlenen Ali Emmi, ölümün kıyısındadır artık ve bunun da farkındadır asırlık çınar. Zaferi görmeden ölmek istemez ama bunu başaramayacaktır. Tek vasiyeti, Ermeni doktorun himaye altına alınmasıdır. Bu, insan sevgisinin her şeyin önünde olduğunu gösteren bir vesika niteliğindedir.

Ali Emmi, Adem ile Havva:’dan beri bütün insanların tek başlarına çıktıkları büyük yolculuğun eşiğinde idi. Bilinen ve önlenemez macera milyonlarca yıldan sonra bir kere daha bu alaca karanlık odada tekrarlanıyordu. Ve dünyanın kesin, en çok bilinen gerçeği olduğu hâlde olağanlaşamıyor, geride kalanların arasından sarsacak üç beş kişi, mıncıklayacak birkaç kalp bulabiliyordu. (Sayfa 375)

 Küçük Ağa, nice zor durumdan zekasını kullanarak sıyrılmasını bilmiş ve İstanbul’a sığınıp İstanbullu Hoca olarak kalmak yerine vatan için mücadele etmeyi tercih ederek, gönüllerde yücelmiştir. Bu yücelme, onu Ankara’ya hükümetin içine de taşıyacak büyüklüktedir ama bu duruma şüphe ile yaklaşır Ağa:

Güvenilmek, benimsenmek –elbette-güzel şeylerdi; ama, insan kendisini, ölçmeden, biçmeden bu havanın içinde buluverecek olursa  -çoğu zaman- yapmak istemediklerini, yapmayacaklarını anlatmak, aslında karşı duracağı ve durması gereken saflarda bulunmak, içinde bulunmayacağı durumlarda, yapısına aykırı tutum ve davranışlarda bulunmak zorunda kalırdı. (Sayfa 463)

Oğlu Mehmed’e yıllar sonra kavuşurken İstanbullu Hoca; Çolak Salih, kinini yatıştırmak için çoktan Niko’nun peşine, Karadeniz’e, bilinmeyene doğru yola çıkmıştır…

Son söz olarak kitabı en iyi özetleyen cümle şu olacaktır belki de:

Dürüstlük her şeyi kendi mantığı, kendi yorumu ile sınırlıyor, kendi benimsediğinden başka kasıt ve hedef düşünmüyordu. (Sayfa 465)


Sevdiklerim

•          İstanbullu Hoca’nın “Küçük Ağa”ya dönüşüm sürecindeki zihinsel açıklığı
•          Hırs’ın –belirli bir seviyeye kadar- bireye/Salih’e güç veren yapısı.
•          İnsanların sınırlı düşüncelerine değinilmesi


Üç Tanımla Kitap

•          Dürüstlüğün sınırlılığı
•          Zeka/Zihinsel açıklık
•          Yeniden varoluş



Tarık Buğra // Küçük Ağa
İletişim Yayınları, 14. Baskı, 2008

No comments:

Post a Comment