July 18, 2011

Necati Cumalı // Susuz Yaz (Öykü)


« Ama ben hikâyelere inanmasını severim »“Esma ile İsmail” isimli öyküsünden… (Sayfa 201)

Cumalı’nın Susuz Yaz isimli öykü kitabının okuduğum baskısı, Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkmış olan Ekim 2009 tarihli 20. basımı. Kitap 288 sayfadan oluşuyor.

Kitaba ismini veren “Susuz Yaz”ın yanında on öykü daha yer alıyor eserde: “Öç”, “Yenilmeyen”, “Dağlı ve Muharrem”, “Bıçak”, “Kaatil”, “Gülsüm Kıza Ağıt”, “Esma ile İsmail”, “Aktör”, “Aksinin Biri” ve “Selim'i Anarım”.

--------------------
Susuz Yaz
“Susuz Yaz” adlı öyküyü Cumalı, 1960 yılında kaleme almış. Vikipedi’den alıntıyla “Türkiye'de sansür engeline takılan, bu nedenle de ilk gösterimi Haziran 1964'te Berlin Film Festivali'nde yapılan "Susuz Yaz", bu festivalin büyük ödülü olan Altın Ayı'yı kazanmış ve Türk sinema tarihinde uluslararası ödül kazanan ilk film olmuştur.”



Öykü kitabın 64 sayfasında yer buluyor ve dramatik bir tonda ilerliyor. Ayrıca öykü gibi filmin de İzmir’in Bademler Köyü’nde geçtiğini hatırlatalım. Öyküde, köy halkının “susuzluk” ve “suyun bölüşülememesi” noktaları çerçevesinde gösterdikleri dönüşüm gözleri önüne serilir. Hasan ve Fatih Kocabaş Kardeşler, kendi tapulu arsaları üzerinden filizlenen suyu, önceleri köylü ile paylaşırken, bu tutum zamanla Hasan Kocabaş’ın tutku ve hırsı nedeniyle değişime uğrayacaktır. Bahçesindeki yeni aşılanan fidanların sulanması için, oluklardan köylünün bahçelerine dağılan can damarını kesen Hasan Hocabaş, köylünün can düşmanı olur. Kardeşi Osman, daha bir insancıldır ama ağabeyine ses çıkartacak yapıda da değildir. Buna rağmen, ağabeyi bahçede çalışırken bir gün suyun yönünü tekrar köylüye çeviren Osman ve ağabeyi arasında gerginlik yaşanır:

-Ne yaptın?
Osman oralı olmadı:
-Varsın bir günlük de onlar bahçelerini sulasın…
-Nasıl? Sen bana sormadan bu işi nasıl yaparsın? Su değil, ben onlara günahımı vermem! Bu kadar vekil, mahkeme masrafı ödedim. Ben neciyim burada? Eşek başı mı? (Sayfa 27)

Esas itibariyle, öyküdeki gidişat böyledir. Bir süre sonra, bahçede nöbet tutan ağabey ve kardeşi, bahçeye dadanan köylülerden birini gecenin karanlığında öldürürler. Öldüren ağabeydir esasında veGra adında kullanılması yasak bir silahla öldürmüştür Veli’yi. Suçu üstlenmek Osman’a kalacak ve o içerideyken ağabeyi, eşine bakıp, kendisini hapishanede kollayacağına söz verdiği halde, bunları yapmayacak ve üstüne Osman’ın eşi Bahar’la evlenecektir. Bu evliliği de Osman’ın hapishanede öldürüldüğü söylencesini yayarak gerçekleştirecektir.

Başından beri satır aralarında verilen ve eşini yitirdikten sonra, kardeşinin yeni evlendiği eşi Bahar’la sevişmelerini dinleyen ve onu arzulayan Hasan Kocabaş’ın arzu dolu “susuzluğu”nun öyküsüdür bu kanımca:

Bütün gün, eğile kalka çalışırken gördüğü, incecik beli, canlı göğüsleri, besili kısraklar gibi dolgun kalçaları ile Bahar’ın görüntüsü geldi, göz kapaklarının içinde karısının görüntüsünün yerini aldı.(Sayfa 10)

Ve o susuzluk, bir açgözlülük kıvamında ilerlemekte ve sınırları zorlayan bir “şehvet”le kendini göstermektedir. Kaldı ki bir taraf şehvet, bir taraf nefret dolu iken, yaşanan elbette bir trajedi olacaktır.

Hasan yutkundu:
-Gelin..
Bahar kımıldamıyordu.
-Gayri…
Bahar yine kımıldamadı. Hasan'ın söylemeyi düşündüğü, tasarladığı bir iki söz vardı: "Gayri bu damda sen de dulsun, ben de... Sağda solda söz olur diyordun. Şimdi sen dururken benim bu dama yabancı birini getirmem..." düşündüklerinin hiçbirini söyleyemedi. Nasıl olduğunu anlamadan kolu uzanmış, Bahar’ı bileğinden yakalayıvermişti.
"Gayri ayrı yatak yayma." diye sözünü tamamladı.
Bahar, direnmedi, karşı koyamadı. Bileği, Hasan'ın elinde sarktı kaldı.
Hasan, eli kolu buz kesen kadını, iç odada kendine yaydığı yatağa sürükledi. (Sayfa 61)

İnsan ruhunun doymak bilmezliğine ve kirli yönlerine değinen akıcı bir öykü bu.

--------
Öç
Gülsüm Kadın’ın kızı “oynak” kıvamdaki Hacer’i, köyün çapkın ve bitirim delikanlısı Şerif Ali’den koruma çabasının dillendirildiği 52 sayfalık öykü. Köyün neredeyse bütün kadınlarına, kızlarına yanaşan ve gününü gün eden Şerif Ali’nin aklını başından alır Hacer. Daha on altısında bir taze olan Hacer ise ilgi görmekten hoşlanıyor ve erkekleri daha ufak yaşlardan itibaren peşine takmaktan haz alıyordur. Gülsüm Kadın bir anadır ve bu benzerliği hissetmektedir:

Birbirinden otuz kırk adım uzakta, birbirine bu kadar benzeyen bir kızla oğlanın, eninde sonunda birbirini çekip sürüklemeden kalamıyacaklarını seziyordu kadın. Kızının göğüsleri kabarıp, kalçaları genişledikçe, bu sezgisi içinde gelişip kökleşti. (Sayfa 79)

Neticede birtakım nazlanmalardan sonra, Hacer kaçar Şerif Ali ile birlikte ve yürüyerek uzaklaşırlar köyden. Hacer’in kardeşi Ömer, kanını yerde koymamak için onların peşine düşmüş ama onları bulamayınca Şerif Ali’nin dağda çobanlık yapan kardeşi Mahmut’u öldürerek vicdanını bir nebze olsun rahatlatmıştır.

Öykü’de masumiyetin ve belki de “bilincin” simgesi olan Mahmut’un trajik ölümüdür okuru yaralayan. Mahmut, okuma aşkıyla dolu olan ama şartlar gereği dağda çobanlık yapan bir gariptir. Okuma aşkı engellenemez tabii:

-Hep okur, garibim! Hep okur! Hep kitap ister! Katığını, erzağını her sefer götürüşümüzde öğretmene selâm edin bana kitap göndersin, der. (Sayfa 105)

Mahmut’un sağ elinde tuttuğu kitabın sayfaları, rüzgârda sağa sola açılırken, cansız bedeni yere düşecektir. Bilince, eğitime vurulan bir darbedir bu aslında. Masumiyete sıkılan bir kurşundur Ömer’in çiftesinden boşalan ama Mahmut’un sol elinin parmakları arasında kısılan Civanperçemi umudun bitmediğini haykırır inadına:

Mahmut, geriye yıkılıp sağ omuzu üstüne düştü. Düştüğü yerde kıvrıldı; sırt üstü hareketsiz kaldı. Sağ elinde tuttuğu kitabın sayfaları, rüzgârda sağa sola açıldılar! Sarı, yeni açmış, bir civanperçemi, çocuğun sol elinin parmakları arasında kısıldı, rüzgârda titredi. (Sayfa 122)

---------------------
Yenilmeyen
Üçüncü hikaye. 32 sayfa boyunca okuru sürükleyen Tülü adlı devenin hikayesi buruk bir sonla biter. Deve güreşlerine katılan ve önüne gelen deveyi yere seren Tülü, halkın sevgilisi olmuştur ve onların varlıklarını tamamlamaktadır adeta:

Yaşayışlarının niçinini, nedenini hiçbir zaman tam anlayamadıkları, açıklığa kavuşturamadıkları akışı önünde, tutunabilecekleri sağlam bir güçtü karşılarındaki. (Sayfa 128)

Tülü, halk için bir kahramandır. Onun gücü ile kendilerini ifade etmektedirler dünyaya. Bu insanın tatmin olma, kendini ve varlığını bir şekilde duyurma arzusudur:

Çınarla birlikte ses vermiyordu anıt da. İkisinin yanında, yenilmezliği, ürküten gücü ile henüz destanını yaşayan bir devdi Tülü. Ünü ile gücü ile büyülüyordu kasabalıları. Dünyayı saran bunca denizlerden bir denizin yakınında, dünyada çok kişinin varlığından bile haberi olmadığı, orta boy haritalarda adı yazılmayan o küçük kasabada yaşayanlar onun gücü ile dünyaya duyuruyorlardı seslerini. Onun ünü ile varlıklarını haber veriyorlardı başkalarına. (Sayfa 128-129)

-------------------------------
Dağlı ile Muharrem
On yedi sayfa boyunca, düşünür insan. Zorbalığa karşı mı konulmalı, yoksa sinmeli mi? “Ava giden avlanır” iletisini taşıyan öykü, karşılıklı atılan kurşunlarla sona erer. Haraç almaya alışmış Muharrem’in Dağlı Ağa’nın gözünü korkutması ve ondan haraç alması bir süre sonra Dağlı’nın yüreğini yaralayacak ve direniş başlayacaktır.

Dağlı’ya hak veresi gelir insanın.

------------
Bıçak
Beş sayfacık bir öyküdür bu. Duvarcı ustası Azel’in büyük oğlu Zeynel’e gözünün takılması ile başlar öykü. Arabacı Salih’in çocuklarından dayak yiyen Zeynel’e bir bıçak alma zamanı gelmiştir:

Babası:
-Büyüdü, diye tekrarladı. Bıçağı Zeynel’e uzattı. Kemerinin arasına, gömleğinin altına yerleştir! Bakınca görünmesin… (Sayfa 175)

Güvenini artıran bu bıçakla salınır Zeynel meydanda. Babasının sözü kulaklarındadır:

-Bıçak arkadaştır adama! İyi adama iyi arkadaş, kötü adama kötü arkadaş… (Sayfa 176)

Dayak yediği yerdeki dut ağacının filizlerinden birini kıran Zeynel’in büyük bir ustalıkla ve neşe içinde sürgünleri/filizleri bıçağıyla yontması ve “Ben buradayım artık ve daha güçlüyüm” mesajı vermesi önem taşır. Zira, insan kendisini güçlü hissetmek ister ve dayanaklara ihtiyaç duyar. Bu dayanağın türü tartışmalı olsa bile.

-----------
Kaatil
On dört sayfa tutar Amele Abdi’nin katillikle neticelenen macerası. Küçüklüğünden beri horlanan, dışlanan ve kasabanın erkeklerinin “kucak” malzemesi haline gelen Abdi, yaşı ilerledikçe “efendi”leşir ve içine kapanır. Bu bir “sessiz isyan” olarak değerlendirilebilir.

Kahvehane içinde kendisini tersleyen ve ona herkesin içinde “İbne” diye hitap eden bir zalim ruhluyu öldüren Abdi, artık “birey” olmuştur. Kendisini kurtarmaya gelen avukata verdiği cevap, bu cinayetten ve dolayısıyla artık köşeye itilmeyecek gururundan duyduğu hazzı, ironik biçimde sergilemektedir:

-Nasıl anlattılarsa öyle oldu! dedi. İndirdim başına demiri, canını cehenneme gönderdim çingenenin! Yok başka anlatılacak yanı!.. (Sayfa 190)

Ve Maliyeci’nin, Abdi’yi savunurken söylediği sözler, “yaşama hakkı, hor görülmemek, onur” gibi konularda bir kez daha düşündürür okuru:

-Olur mu böyle şey ağabey! Kanun bir insanın namuslu yaşamak, alaya alınmamak, hor görülmemek hakkını korumaz olur mu? Sadece itilmek, sövülmek değil ki katil eden Abdi’yi! Üç yaşından aklı başına geldiği güne kadar çocuğu sakat eden, ırzından eden, rezil edenlerin yaptıkları ne olacak? Abdi o demiri onların hepsinin başına birden indirdi! Siz suçlu görüyor musunuz Abdi’yi? (Sayfa 188)

------------------------------
Gülsüm Kıza Ağıt
Eşi Bektaş’tan boşanmak isteyen Gülsüm’ün, eşi tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülüşünün ağıda dönüştüğü öykü, altı sayfa boyunca sürer.

Tembel Bektaş, boşanma davası açan Gülsüm’ün arkasından yürürken şu sözlerle seslenir ona, öldürmeden hemen evvel.

“A orospu! A yedi köyün namlısı! Eli bayraklı yosma! Sen beni mahkemeye verecek kim oluyorsun?!(Sayfa 195)

--------------------------
Esma ile İsmail
Esma ile İsmail nişanlanırlar. Tekne ile suya açılırlar, Esma, suya elindeki örtüyü atar ve İsmail’in almasını bekler. Suya atılan örtüyü almak için yollanan İsmail, suyun içinden çıkabilecek midir?
Kadın ruhunun sahiplenilmekten ve bu sahiplen-il-meyi sergilemekten hoşnut olduğu gerçeği görülecektir öykünün içinde:

-Niye atmış Esma çevresini?
Diye soracak olurum.
Halil omuzlarını silker:
-Kadın değil mi? Atmış işte! Başkalarına karşı görsünler istemiş! (Sayfa 200)

-------------
Aktör
Ünlü bir aktörün benzeri olduğu için bundan nasiplenen ve şehir şehir kasaba kasaba gezerek oyunlar oynayıp para kazanan bir aktörün hikayesi yirmi iki sayfa sürer.

Aktör, mutlu değildir yine de…Kendisi olamamıştır yıllar boyunca…

Birden avuçları içine aldı yüzünü. Sıktı, tırmalamaya kalktı:
“Hiçim” dedi. “Hiç! İki paralık bir hiç! Daha başka diyeceğiniz var mı? Hiçim ben! Kimseye hayrım dokunmadı. Ne kendime ne de başkalarına…” (Sayfa 223)

Hiçlik ve tiyatro sahnesinden yansıyan farklı yüzlerle zenginleşen bu öykü, “hiçliğin” anlamlandırılması üzerine bir güzelleme niteliği taşımaktadır.

-------------------
Aksinin Biri
Elli beş sayfa sürer bu öykü. Keresteci Sedat Ören ve Orman kolcusu Turhan arasında geçen pazarlığı konu alır. Devletten aldığı üç beş para ile geçinen Turhan’ın, rüşvetle gözünü döndüren ve yasadışı biçimde ormandan çıkarmak istediği keresteleri kamyonlarla geçirmek isteyen Sedat Ören, bu amacına ulaşmak için her şeyi dener.

Düzen ve kişisel çıkarlar üzerine yazılmış, düşündürücü satırlardır süregiden.

--------------------------
Selim’i Severim
Eserdeki son öykü sekiz sayfa sürer ve yazarın, çalışmayı seven, toprağa kına gibi bakan köylüye imrendiği, onu takdir ettiği satırları konu alır. Köylünün cehaletinin, ihtiraslarının, öç alma hissinin dile getirildiği diğer öykülere rağmen, Cumalı’nın son öyküsünde yine de köylüye olan güveni ilgi çekici görünmektedir.

*******************************************************************************
Cumalı, 1957-1980 yılları arasında kaleme aldığı öyküleri kitaplaştırdığı bu eserle, Cumhuriyet tarihinde önemli bir yere oturmuştur. “Susuz Yaz”la tutkuları mercek altına alan, “Öç”le masumiyeti ve bilinci irdeleyen, “Yenilmeyen”le insanoğlunun anlam arayışına değinen, “Dağlı ile Muharrem”le tahrik unsurunu düşündürten, “Bıçak”la bireyin özgüvenini şekillendiren nesnelere gönderme yapan, “Kaatil”le kendini bulmak için yapılan eylemlerin niteliğini sorgulayan, “Gülsüm Kıza Ağıt”la erkek egemen toplumun değerlerini değerlendiren, “Esma ile İsmail”le kadının sahiplen-il-me içgüdüsünü dile getiren, “Aktör”le yaşamak ve hiçliğin birlikteliğine misafir eden, “Aksinin Biri” ile kişisel çıkarların çekiciliğine vurgu yapan ve “Selim’i Anarım”la birlikte köylünün saf ve içten yapısına hayranlığını gizlemeyen Necati Cumalı’nın sözcükler ve öyküler evreninde gezinmek, enfes bir tat bırakıyor okurun ağzında. Akıcı dili ve temiz Türkçesi ise cabası…



***************
Necati Cumalı
Susuz Yaz
Cumhuriyet Kitapları
Ekim 2009, 20. Baskı
288 Sayfa
***************

No comments:

Post a Comment