December 04, 2021

DİLEK KESEN




Kafasına isabet ettir, ettir Çetin. Bana bakma, gülümseme, kafaya, tam o kel noktaya. Hani birkaç kıl tanesi kusan nokta, gördün mü? Annem seninle görüşmemi istemiyor, bırak o tembeli, bırak oğlum diyor. Beş tane kız kardeşi var, Allah etmeye yan baksan bir, hele bir iftiraya uğrasan, okumuş adamsın, kalsa biri üstüne, ne ederiz, nasıl bakarız el alemin yüzüne, nasıl, nasıl avanak evladım? Vallahi sevmiyorum Çetin, gözüm yok hiçbirinde. Hem namusum sayılırlar, kardeşlerim, canlarım, cicilerim benim. Öyle, hakikaten öyle Çetin. Konuşsana? Susma, anlat, hem nasıl açtınız birinci kattaki muhasebenin kasasını. Zaten sen hırsız değilsin, olamazsın, yani olmamalısın, değil mi? Hadi, boruya yerleştir o nazik dilinle ıslattığın ve muntazam kıldığın külahı, ucunu sivrilttiğin erkekçe, kafaya tam isabet. Adam sağa sola baksın, bulamasın atanı, gülelim, bulamasın, bilemesin, biz bilelim, gülelim. Burnun büyük, külah gibi, külah burunlusun ve çirkin. Güzelsin, çirkinler güzeldir Çetin, bunu bilmelisin.

Anlatsana hırsızlık hikayeni. Söylediğine göre, önden yollamıştın Deniz’i. Akşam altı civarı kasayı kilitlemişti Muhasebeci Serhat Bulut. Ütüsüz fıstık yeşili takım elbise giyen tuhaf bir adamdı bu, demiştin. Kırış kırış elbise, yüz, bakış. Deniz, tüm binanın çöplerini almaya giderdi. O günkü planınıza göre adam tam çıkmadan Deniz zile basıp çöpü soracaktı. Tabii, o zamanlar binanın giriş katı bir markete ev sahipliği yaparken birinci katında muhasebeci, dişçi, emlakçı ve terzi vardı. On yedi katlı binanın diğer katları meskendi. Aktardın, Deniz zile bastı. Ben bir gölge oldum, izledim köşede. Kocaman gözlüklerinin ardında, çürük çilek beneği suratıyla çirkindi Deniz. Kardeşimdi, çirkindi. R, N, Ğ harflerini söyleyemiyor, söyleyemeyince topak burnu iri camlı gözlüklerinin arasına sıkışıyor, bu nedenle sıkışan ve yukarı kalkan gözlüklerinin bıraktığı kırmızı lekelerle daha da çirkinleşen Deniz, panik oluyor ve ağlamaya başlıyordu. Aktardın, ne var, dedi Serhat Bulut. Ne var kız? Şey, çup paydoy çöp vay mı? Deniz’e ilk kez alıcı gözle baktı muhasebeci. Mesleği gereği tarttı biçti. Gülümsedi, kırıştı gömleği. Işıldadı gözleri. Var, içeride, almak ister misin, hem adın neydi? Adım, aydım Deyiz. Anladım, anladım bu bir erkek, iştahlı, tuhaf bir erkek. Ondan intikam almak istedim. İstedim çünkü kardeşime bunu yapmasına izin veremezdim, öyle değil mi? Diğer çöp poşetlerini kapının önüne bıraktı Deniz, yutkundu, kırmızı yaptı bunu. Delinen ve pislikleri yere basamak basamak saçılan bir poşetten sarkan tavuk kemiği gözüme çarptı. Deniz içeri girdi. Kapı kapanmadan yetiştim. Heyecandan eli ayağı kırışmıştı Serhat Bulut’un. Bana bir defasında annesinin, 73 yaşında bir acuze, onu evlendirmek üzere olduğunu anlatmıştı bir yandan pis paraları sayarken. Evlenmek istemiyorum, daha elime kız eli değmedi, utanıyorum, demişti. Elimi tutmuştu o an, yutkunmuştum, kıllı parmakları kemikliydi. Tavuk kemiğini avucumda gezdirdim. Dilimle kenarda kıyıda kalan etleri ısırdım. Damaklarıma çarptım, yuvarladım, yuttum. Sıktım, sıktım, kanatana dek yaşam çizgilerimi. Serhat’ın elini özledim, sustum, içeri girdim. 

Çetin, böyle anlarda susuyor ve hikayeyi tuhaf bir yöne çekiyorsun. Sen bir hırsız olmadığın gibi ahlaksız da değilsin, değil mi? İki değil bir evet değildir, umarım. Ve yapamadım, dedin. Yapamadım, o kırışık herifi durduramadım. Deniz’in bacaklarına yaslamıştı başını, yapamıyorum, yapamıyorum demişti. Rol yapmaktan sıkıldım, ben ben değilim. Ödleğin tekiyim, çirkin ördek. Hıçkırdıkça, Deniz de ağlıyor, yapma yapma, diyor, lütfey lütfey aylama, dövünüyordu. Su olup aktım kasaya ben. Acımadım ona, acıyordu elim. Kanım kurusun orada, biriksin, anımsatsın o günü. Kalsın, soğusun. Açamadım, Deniz’e seslendim, ver şu anahtarı, o günlerde kasalar anahtarla açılıyordu, getir hele. Anahtarı da çirkindi. Döndü tıkırt, paralar güzeldi, çok, destedüzineadettanepareşahane. Deniz sana bakmış, öyle dedin, gülümsemiş, ye yapacayız abi, demiş. Öldüreceğiz canım, cicim, kardeşim. Mecburi son zaten. Ha şimdi ha yarın, değil mi? Sessizlik. Ha Deniz, değil mi? Sessiz Deniz. Dilsiz. Deniz, desene düşünceni? Öldüyme abi, çiykin ama güzel adam, deyil mi? Hıçkırıp duruyor muhasebeci. Tamam Deniz, bana düşünmek için müddet ver, al bu parayı benim odama koy, örümcek beslediğim kutuların içine at. Kimse görmesin, anneme gösterme, aman ha. Yedirir adamlara, iç eder parayı, biliyorsun. Yine yok ortalarda, nerede diğer kardeşlerim, canlarım, cicilerim nerede Deniz? Amcanıza gidiyorum, diyor annem, doğru, doğru olmasına doğru ama amcama da güvenmiyorum Deniz. Sen anlamazsın ama bazı sözcüklerin bu kadar tekrarı doğru, gerekli, mecburi. Babamız abi? Tamam Deniz, git şimdi. 

Biliyorum giyimi değişmiş annenin, bunlar mahrem konular kardeşim, arkadaşım, dostum, değerlim Çetin. Baban onu hortumla dövmüştü. Biz seninle merdiven altı odandan izlemiştik olanı. Annene bağırmıştı. Bir daha gitmeyeceksin kaltak, kahpe, yap da bir daha kemiklerini kırıyor muyum senin, görürsün. Yolmuştu anne saçlarını. Uzundu saçları, güzel, şiirsel ve uzun. Gitmişti, gidiş o gidiş. Aradık günlerce yollarda, yoksul mahallelerde, amcana sığındığını duyduk. Eşi ve iki çocuğuyla yaşayan amcanın kendine zor yetiyordu maaşı. Kapıyı çaldık. Amca, dedin, nerede o. Kim yeğenim, kim? Annem amca. Ha, içeride, hasta, yatıyor. Görebilir miyim acaba? Olmaz, iyileşsin iyice, sen haftaya yine gel koçum. Hadi, eyvallah. Haftaya ordaydık, anımsadın mı? Amca, annem iyi mi? İyi iyi, neden geldin? Görecektim ya, öyle demiştin. Ha, boşver sen, dön hadi, kendi isterse görür seni, geç sen. Işıldadı avucundaki kelebek. Bunu taşıdığını bilmiyordum. Amca, annemi çağır. Vay, aslanıma bak, racon da kesiyor. Elini sana uzatırken sapladın bıçağı sağ avuç içine. Kan hemen fışkıran bir şey değilmiş Çetin, gördüm, öğrendim. Bir süre morardı orası, çekince sen keskin bıçağı, anam diye feryat etti amcan. Piç kurusu, dedi, yere yığıldı. Gülümsedin. Senin de avucun kanamıştı. Baktım, derin bir kesik değil. Öptüm. Geçti. Değil mi, öpünce geçer Çetin. İçerdeyiz, annen mi o? Dar şeyler, elbiseler, etekler, taytlar, her şeyi hepsini giymiş, makyaj, topuklu ayakkabı, aynı anda her şeyi hepsini yapmış ne yapmışsa. Senin bacaklarına yaslıyor başını, yapamıyorum, yapamıyorum diyor. Hıçkırdıkça, ağlıyorsun sen de. Kötü oldum, Küçük Emrah’lı filmlerin kötü yola düşen annesi oldum Çetin, affet beni, affet oğlum. Bana bakıyorsun, kırıyorum başımı yana doğru, affet diyorum mealen. Annendir, seni doğuran, kusan, sana küsen, seni kesen. Seni kesen. Deşen seni. Avucundan. Sözcükler sessizlikte bir kelebeğe dönüşüyor, kesiyor, kesiyor dileklerimizi. 

O halde Çetin, n’oldu muhasebeciye? Ne oldu, ne? Bir türlü anlatmadın ve manasız bir şekilde annene babana geçtin. Diğer dört kız kardeşin nereye kayboldular?

O örümcekler diyor Çetin anası. Çetin anası, Deniz anası bir de. O örümcekleri bir daha beslersen yediririm sana onları. Çetin, giriyor giriş kattaki bir balkondan içeri. Onur adlı aptal bir liseli öğrencinin odasına süzülüyor. Çelik kaplarda beslenen örümcek yavrularını cebinde getirdiği poşete tıkıştırıyor. Onur uykuda, güzel, yakışıklı, zengin. Örümcekler neşeli, oynayıp zıplıyorlar. Tebessüm ediyorlar belli ki. Onur’u ısırsalar ve olsa örümcek adam. Örümcek adamlar güzel, yakışıklı ve zengin. Kalın dudaklarını öpüyor ve içine döküyor birkaç yavru örümceği. Poşette Çetin’e kalanlar yaralı, yalnız, öfkeli. Yirmi dörtlü iğrenç meyve suyu kolilerinden birini aşırıyor çıkarken. 

Odandasın Çetin. Meyve suları. Ersu kayısı nektarı. Çürümüş çilek kokusu. Öyle bir tat. Bir leğene dök tümünü. Örümcekleri içine serp. Kırış kırış dökülüyorlar. Hepsi tek tek, adet adet bir Muhasebeci Serhat Bulut. Çoğalmış, çoğalmışlar. Ölmeyecek kadar çok. Güzel. Kolonyada sıra. Dök, dök ferahla. Kolonyalı kayısılı örümcekli meyve nektarlı bir sıvı. Sıvılı bir ateş. Çakmağı çakıyor, yakıyorsun bu sıvının içinde gezinen ayaklarını. Tuhaf, büyük, eşsiz bir acı. Tarifsiz. Yanıyorsun, yanık, yok tanık. Çetin anası aç avuçlarını, diyor. Aç, aşağılık avuçlarını ve ağzını. Örümceklerden kalanı yutturuyor, dermanın yok, sızlıyor ağaçların. Sen de erkeksen, erkeksen hani, ne günlere kaldık, örümcek manyağı. Her yer leş gibi kokuyor. Avucunu deşiyor senin, elindeki kelebekle, bu oyuncağı nereden buldun bilmem, verdiği acıyı gör, gör de bil. Acıyı bil, öyle davran. Deşiyor, ekliyor yavru örümcekleri içine. Gülümsüyor, aslan oğlum benim, erkeğim, erkeğim. Acıya dayanmayana erkek mi denir zaten, denmez, değil mi?

İstemiyorum, dedin, istemiyorum düğün. Kestirmem. Manasız. İnanmıyorum bunlara. Baban o günlerde vardı sanırım, ben de gelmiştim sünnetine. Baban vardı, ben vardım, kardeşlerin, hani canlarım, cicilerim varlardı, tümü, hepsi. Öyle tahmin ediyorum ki bir acı hissetmemiştin hastanede. Servet Ünsal Tıp Merkezindeki kesim işleminde ben vardım, baban vardı, vardık tümümüz. Doktor, bunun acı eşiği yüksek, hatta acı nedir bilmiyor, demişti. Gülümsemiştik. Aslan, erkek, erkekoğluerkek Çetin. Baban, tuttuğu ucuz düğün salonunda bağıra çağıra senin adını anmış, küfrederek silah sıkmıştı iç mekanda. Adamlar başına üşüşünce horozlanmış, yediği sıkı dayakla dişleri dökmüştü, kırmızı, baba kırmızısı gülümsemişti sana. Çirkin herif. 

Yahu Çetin, bırak başka masalları da anlat ne olduğunu muhasebeciye. N’oldu erkek Çetin? Bana beni anlatmaktan yoruldun, biliyorum. Bir daha, bir daha anlat, beni bu kez erkek yarat Çetin, erkek yarat. Burnun büyük, külah gibi, külah burunlusun ve çirkin. Külahıma anlat.

No comments:

Post a Comment