June 03, 2014

ÇAY


                                                                                                                                                                             Niyazi'ye İthafen...

Telaşla çıktım evden. Hava serindi. Aklımı yitirecektim gece yarısı. Gece yarısı. Sokakları arşınladım, ayakkabım topuğumu döverken. Sırtımda yine o sızı. Kaşınıyor. Neden, bilmem. Televizyon izleme kadın, yine ona bağırdım. Ekran karşısına gömülmüştü, muhtemel oraya gömülecekti ileride de. Sırtımı kaşıdım, kıtır kıtır. Yolu ayıran beton bariyerleri izledim. Tüyleri, havada süzülen, ölü kuşları, araçlar altında ezilen, bir de televizyona gömülen kadını izledim, reytingine üzülen. Hava serindi, gece derin. Kollarımı iki yana açtım, kaç derece, bir ferahlama geldi, serin bir huzur belki de. Kollarımı bileklerimden devirdim öne, yeli karşıladım. Bağırdım, Niyazi! Duydun mu? Sen, olasıdır, balkonunda çay içiyorsun şimdi. İnatçısın, ya çay içiyorsun, ya çay… Çaylak. Balkonun serin demi/ri/ne yaslanıyorsun, aşağıya mı düşeceksin, bunun korkusunu içiyorsun. Detayları geçiyorsun. Aşağıdaki sarhoş balkonu içiyorsun, gözleri pört. İki ekmek, iki paket beyaz leblebi içiyorsun. Ne var ne yok içiyorsun şimdi. Tırnaklarını içiyorsun, her akşam seni gözleyen küstah tanıklarını içiyorsun, içini içiyorsun, için için içiyorsun. Bana gelince, ben, kollarımı açmıştım. Sen balkonundan beni izliyorsun. Geceyi içiyorsun. Kollarımla yeli taşıyorum öte yana tam bir dönüşle. Şahane bir dönüşle, dönüşler hep sanadır, taşıyorum geceyi. Ben geceden kurtulmak arzusunu taşıyorum. Sen beni içiyorsun, utana sıkıla. Kadın televizyonunu yeniliyor gece, gece yeniliyor bu zafere, kırık dökük, LCD oluyor galiba ekran, büyüyor, görüntüler canlanıyor, renkleniyor, kadın biraz daha gömülüyor ekrana. Ben kanalı değiştiriyorum, senden söz k/açıyorum, sen beni içiyorsun.

Şimdi camlarında gizlenen kara suratlı insanlar var. Çok tehlikeli buluyorlar beni. Niyazi, diyorum, neredesin? O her zaman sa/taşan etlerinle, neredesin? Geceyi geçiyorum, köşede bir adam. Yüzünü sen içmişsin, ortada bu. Ö/demi az, göremiyorum. Hurda bir taşıta gizlenmiş, geceye batmış iki pislik görüyorum. Başlarını hiddetle savuruyorlar bana, elimde kalıyor kelleler, gecedendir diyorum. Ürküyorum, içimde bir titreme. Demir soğukluğu, bazı yazarların çocukluğunun soğuk geceleri var, ek bilgi veriyorum. Kendimi ehlileştiriyorum bencileyin. Sokaklar ara ara dökülen ışık demetleri ile lekeleniyor, sen evindesin, geceleri ve gündüzleri, gelmiyorsun. Birazdan şu oluyor: Bir mısır püskülünü seçiyor gözlerim, genelde görmezler, alıyorum püskülü, kokluyorum, Canlı’da, bir köy evinde, açıyorum yüzümün madenlerini tekrar. Kokuyorsun, tarlalarda kayboluyorum, boyum kadar püsküller devriliyor önüme arkama, sırtım kaşınıyor, insan nasıl ve nerede ise sadece orada olamıyor. Sadece… Bir kahve içiyoruz, latteden olsun.

Gecenin serinliğinde, köy okulunun tuvaletine çizilen ve -sebepsiz çizilen- resmi hatırlıyorum. Ben o resimdeki iki küçük çalıyı dün senin evinin kıyısında yakaladım. Minik, titrer halde, yeşil, ama geceleri kara, cılız, yalnız… Birlikte ama yalnız… Ellerimle dokundum onlara… Başka… Yüzümle dokundum, kokladım, onların dibine dökülmüş çöpleri topladım. Çalılar, onlar için, başka bir şehri topladım.

Yüzünde tekrar demirden bir tebessüm, sahte, balkonunun demirlerinden evvel, senin ördüğün demirler var. Niyazi, geceyi bitiriyorum, her yer ölü, sırtım kaşınıyor, burnum tıkalı ve benzeri hadiseler. Aşağıya düşüreceksin demliği, adamın kafasına, hani sarhoş olanın. Yolda vukuat var mı, bakıyorsun. Ben artık sana yakınım. Yine kapıldım gecenin yeline. Döne döne sana yükseliyorum, kadının biri çamaşır asıyor, kendini de asar bir gün diyorum, ümit doluyum, seninle gülmeyi seviyorum, daha geçenlerde apartman boşluğunu seçen birini anımsıyorum, düşmekten korkmuyorsun, çayını yalnız içmekten korkuyorsun. Tırnaklarını yeme. Karşı evdeki kadının televizyonu patlıyor bak, yangın var! Ev alev alev, sen kadını izliyormuşsun meğer günlerdir. Seni de izliyorlar işte diğerleri. Herkes birbirini izliyor, çayını içiyor. Kimse yalnız ve demsiz ölmek istemiyor.

Yangın seni korkutuyor, mavi renkli ve anlamsız bir şortun var, şortunla iniyorsun aşağıya. Tansiyonun senden önce düşüyor, göbeğin kasılıyor, bunu seviyorum, seni izliyorum ben de. Yangını dindirmek isteyenler var, gece kırmızı turuncu renklere boğuluyor, duman var, başka evlere bakıyorum, ekranlar da bu haberi gösteriyor, hemen yan daire belki de, vah vah diyorlar, iyi kadındı. Haberciler geliyor-lar, kameralarını açıyor, cinayeti içiyorlar. Sen tedirginsin, tırnaklarını yeme, köşede ağlıyorsun, zor ağlarsın, bunu biliyorum, sen şehir merkezine de pek uğramazsın, genelde tutumlusun, gözyaşlarını tutmuyorsun, gözyaşlarının demlediği, nemli iki çalıyı önce büyütüyor sonra yok ediyorsun. Ağaç katliamları, duyarlılığını çiğniyorsun, ülke çalkalanıyor, gece serin, evin civarı duman altı… İleride Sucukçu Bünyamin’in tezgâhında insanlar. Ayran içiyorlar, yarım ekmek yanında. Geğiriyorlar, estağfurullah. Kadın ölüyor, yangın dindirme ekipleri hep geç gelirler. Sen ağlıyorsun, sırtım kaşınıyor, tırnaklarını yeme, sarhoş bakkal hala hesap yapıyor, 2. 75 TL. Bir can bedeli. Mi?

Artık geceden geçtik. Sen köşede, umursamadan, yüreklice, kirli sakallı, edepten uzak, kılıksız, hep göbekli, uzanıyorsun. Uyumuşsun, okula gitmen gerekecek, sakallarını saklaman ya da kesmen. Gün ışığı yine galip. Gece öldü. Yüzün asık, rolüne dönmelisin, kadının evi dolup taşıyor, izliyorsun. Ağlaşıyorlar, polisler küfür savuruyor, kamu bimarına canan, kamu düzeni adına, ölen kadının gömüldüğü yere akın ediyorlar yakınlar. Kadından yadigâr ne varsa alıyorlar. İçin gidiyor, Niyazi, için gidiyor. Sen de istiyorsun. Kül olan bilekten geriye kalan bilekliği istiyorsun. Kalır mı, belki, istiyorsun. Çantana dolduracaksın değil mi? Okula götüreceksin, kullanmayacaksın bir daha, o iki çalıyı da çalacaksın. Çalıntı çalılarla çalışacaksın, öyle mi? Topuklarımda yara var. Bu iletiler, hep istenmeyen yerden mi gelir? Sen istenmeyen ne varsa istiyorsun, çayı, çalıları, bilekliği… Sırtım kaşınıyor.

Sinekler, onlardan hiç hoşlanmıyorum, sen oralı değilsin. Seni bazen iri bir sinek olarak düşlüyorum. Gövdende beliren kanatların, ön ayaklarını ovuşturuyor, bana çay demliyor, pilav yapıyorsun. Seni gıdıklıyorum, sinekler, onlara tahammül edemiyorum. Çalıntı çalıları çantana dolduruyor, prefabrik bir kanat takımı ile uçuyorsun sahte bir gökyüzüne, yüzünde bu kez hakiki, ciddiyim, bir gülümseme. 

Olay büyümeden küçülüyor. Minik. Kadın ölüyor ama o eve başka biri taşınıyor. Senin tişörtün, masa örtün hep aynı. Gece yine gelecek, çalılar yine belirir gecede. Ben yine geceye çıkarım. Seni yine düşünür, senin öykünü seçerim. Ben kim miyim?


Bir çay koy, anlatayım, rica ederim.

Not: Uyanınca, bıyık bırak bana.

No comments:

Post a Comment