Anlatacaklarım gibi oldu her şey. Ne bir eksik ne bir.
Fazla. Her şey o amansız günde başladı, her şey. Olanların, ne varsa, tamamı,
hepsi. Hepsi. Şimdi ağlıyorum, saçlarım dalgalanıyor, ağlayınca yüzüm
kızarıyor, yüzüm kızarınca burnum kayboluyor ve gözlerim ve. Bu kadar yeter.
Şimdi anlatmalıyım.
Otobüsteyiz, sıkış tıkış. Götürüyorlar bizi oraya. Ter
kokuyor herkes, ter. Yeter. Nefes almakta zorlanıyorum. Sakalları var
erkeklerin, uzun ve mikroplu, erkeklerin sakalları ve sarıkları var. Sarı. Sarı-klar.
Onlardan korkuyorum, daha çok küçüğüm, daha çok… Bizi oraya götürüyorlar. Sakalı
ayrı bir organ gibi düşünüyorum, ayrı bir canlı, ayrı bir cansız, ayrı bir
şeyler gibi. Daha çok küçüğüm, saçlarım uzun, sakal gibi. Otobüsü ve kâğıtları,
koltuk kılıflarını kokluyorum, birazdan müzik başlıyor, sakallı kim varsa,
sarıklı kim varsa, sakala sarığa sahip, sakal ve sarıktan oluşan herkes
kafasını bir ileri bir geri sallıyor, ne bir eksik ne bir. Fazla. Herkes
müzikle coşuyor, herkes. Hepsi. Otobüs, bir cansız olarak, ter kokuyor, yüzüm
kızarıyor, insanların bedenlerinin sarsılmalarını izliyorum, insanların
bedenlerine dolan müziğin koltuk altlarından akan tuzlu tere bulaşmasına şahit
oluyorum, otobüsteyiz, biz, sıkış tıkış. Hepimiz. “Hak
yolunda, heyya heyya, hak yolunda heyya heyya” Kendimizden geçiyoruz,
sakallarını sıvazlıyor sarıklı sakallılar, sakalları neden sarı değil,
gözlerini kapatıyorlar. Birkaçı ayakta, kareli ve silik gömlekleri ve aslında
terlerinin üstüne giydikleri gömlekleri ile, huşu içindeler. “Heyya, sen de katıl bize, heyya.” Daha çok
küçüğüm, sözleri yutarak söylüyor elinde mikrofonu da yutan sakallı sarıklı,
grubu o yönlendiriyor, sallayın kafalarınızı, diyor, otobüsün havalandırmasından
kara tozlar dökülüyor, çiftleşirken ölmüş sinekler dökülüyor. Otobüsün
havalandırması dökülüyor, ciğerlerim sökülüyor, herkes bana bakmaya başlıyor,
saçlarım uzun, sakal gibi, saçlarım ağzıma yüzüme bulaşıyor, ciğerlerim
çekiliyor, içim. Ağlayınca gözlerim kayboluyor, yeşil oluyor bir de. Öndeki
mikrofonlu sarılı sarıklı sakallı, grup lideri, adam benim babam. Beni de
götürüyor, oraya. Otobüs, zikirlerle çalkalanıyor, ter ile yıkanıyor, babam
mikrofonu yuttu yutacak, sarıklı sakallının biri gözlerini bana dikmiş, beni
yutacak, çiftleşirken ölmüş sineklere ne olduysa ondan etkilenmiş olmalı, beni
yutacak, sonra tükürüp atacak. Biliyorum, daha çok küçüğüm, biliyorum, ama, bu
otobüste bugün bir şeyler olacak.
Babam sakalı ile oynuyor, bu sinirli olduğunu gösterir.
Ciğerlerim sökülüyor, öksürüyorum, çok, babam deliriyor artık, çıldırıyor,
mikrofonun kablosunu sıkıyor, “Heyya heyya bu
yol doğru heyyaaa” Sözcükleri uzatıyor, gerçekten sinirli, sarığının
kenarından dökülen terleri beyaz gömleği ile yakalıyor, çapraz görüş açısında
babamı izliyorum. Düşünüyorum, seyrek, severek, bu zikir ile disko müziği pek
de farklı değil, sonuçta herkes coşuyor, içimden “heyya
heyya” diyorum, müziğin ritmine, babamın ritmine, otobüsünkine, hepsine,
hepsine, olamadıklarıma, tüm zikirlere, tüm diskolara, tüm terlilere, herkese,
her şeye kapılıyorum, öksürüyorum, ciğerlerimin eriyen ritmi ile. Saçlarım
uzun, biliyorum.
Sarıklı sakallı, bana gözlerini dikmiş olan, hala bana
bakıyor, otobüs sanki hareket etmiyor, denizde gemiler hareket etmiyor,
yetmiyor bana, otobüs bize yetmiyor, zikir yetmiyor, denizdeki gemilerde yer
alan diskolar yetmiyor, yük gemileri, sanki yalnızca deniz gidiyor, su ölü,
otobüsümüzdeki tüm terler denize akıyor, benden de ter akıyor, denize b-akıyorum, ılık, tuzlu,
akıyor, adam bana bakıyor, sarılı, sarıklı, sakallı, sarı en sevdiğim renk,
adam bakıyor, bin yıl evvelinden bakıyor, saçlarımdan sakal yapıyorum,
korkuyorum, adam donmuş gözlerle bakıyor, terli gözler, ağzını açıyor, heyya, diyecek gibi ama ağzından da ter
çıkıyor, denizdeki gemiler gitmiyor, hayır, asla gitmiyor, giden denizdir, adam
yanıma gelecek, babam bana bakıyor, terli gözlerle, otobüs ağır kokuyor, ağır
gidiyor, herkes coşkun, vecd hali, babam uzun bir sessizliği, bu da terli,
deliyor ve bağırıyor: İniyoruz aşağı! Sarıklı, sarılı, sakallı adam orada
eriyor.
Sahilin kıyısındayız. Kaçmak istiyorum, o gitmeyen gemilere
binmek, ıslak balıklara basmak, kaçmak, bunları istiyorum. Hepsini. Ağaçların
dallarına oturanlar var, bazı terli âşıklar, bir başka bedende yaşamak
isteyenler, tek tek, diskotek, tarihi eser kıyısında mangal yapanlar, mangal
mis kokuyor, ucuz, tavuk kıymasından sucuk, tarihi eserin kemerinde küçük
kardeşini kollayan, onun içini boşaltmasını denetleyen bir ağabey var, abi de
denilebilir, daha çok küçüğüm, ayıramıyorum. Tarihi eser, barbekülü, kokuyor,
tarih yerine ucuz sucuk. Karnım acıkıyor, koltuk altlarım ter, omuzlarıma
dokunuyorum, gemiler az ötede, gitmiyorlar, gitmiyorlar, suyu çıldırtıyorlar. Şimdi
kaçacağım, kaçıyorum, gözlerimi kapıyorum, gözleri kapayınca hayat yok olur,
koşuyorum, o dala takılıyorum âşıkların yekleştiği, o mangala çarpıyorum,
tarihin sucuk edildiği, kardeşini koruyan ağabey beni tekmeliyor, ağlıyorum,
burnum kızarıyor, gözlerim yeşil. Annem arkamdan koşarak geliyor, daha çok
küçüğüm çok, belimden yakalıyor, ter akıyor, annem ter kokuyor, kafama
terli-kle vuruyor, bir daha yapma diyor, kafasını sallıyor, o da etkisinde
otobüsün. Sahil cahil dolu, her yer çöp, her yer, dünyanın tüm çöpü burada,
bizi götürdükleri yere doğru annem beni sürüklüyor, saçlarımı yoluyor, babamı
hayal kırıklığına uğrattığımı söylüyor, neden annemi de uğratamıyorum buna,
neden?
Hep birlikte beşerli sıra ile diziliyoruz, her sıranın ter
kokusu ayrı, kimi sıra daha kesif, kimisi farklı ağaç ve amaçlardan örülü,
ellerimizi kulaklarımıza götürüyoruz, ben daha küçüğüm, babamı takip ediyoruz,
ne yapıyorsa, artık nasılsa, içimizden geldiği gibi, babam bizi yönlendiriyor,
neden bunu, neden burada, neden yapıyoruz, neden? Sarılı sarıklı sakallı
herkes, ben uzun saçlı, sakal gibi, biliyorsunuz. Beni terlikleyen annemin
çığlığı ile bozuluyor düzenimiz, annem hamile, beni terliklemesi bir şeyleri
tetikliyor, artık tahammül edemiyor içindeki canlıya, kardeşime, babam kafasını
sağa sola öfke ile savuruyor, olamaz, diyor, olamaz, annem yere devriliyor,
çimlere, beşerli sıra ve moraller bozuluyor. Gruptan birçoğu hemen yandaki halı
sahaya gidiyorlar, ben daha çok terliyorum, onlar maç yapıyorlar, onlar maça
tapıyorlar, annem doğuracak. Annem sanki bir daha doğuracak beni, bu sefer
doğru doğuracak, kendini doğuracak önce, belki doğrayacak. Karamsar kalıyorum
orada, babam sinirli, beni havasız, ölmüş bir arabanın içine kilitliyor, annen
doğuracak, diyor. Kafasını sağa sola çarpıyor, annem az ileride, çimlerin
üzerinde, örtülerin içinde, gitmeyen gemilerin kıyısında, çer çöp arasında,
doğuruyor, ben arabada boğulmak üzereyim, ter akıyor, yakıyor, herkes doğana
bakıyor, yeni olana, ben ölüyorum.
Gözlerimi açıyorum, ölmemişim, babam beni sürüklüyor, başım
yanıyor, kanıyor, hissediyorum, ardımdaki zemin allanmış, babam beni bakkala sürüklüyor,
zaman ve mekân değişmiş, kardeşim olmuş, doğmuş, içime ve yeryüzüne, yeni bir
umut, babam sinirli, elimdeki oyuncağımın gözleri kanlanmış, çırak olarak
kullanıyor babam beni, çıra olarak, ateşe atıyor, yakıyor, kardeşim doğmuş,
hani, nerede, nerede beşerli dizilenler, ben artık küçük müyüm, bilmiyorum.
Elimdeki oyuncağımı sürüklüyorum nedense, babam bana ne yaparsa ona yapıyorum
aynısını, acımasızlaşıyorum, zamansızlaşıyor, anlamsızlaşıyorum.
Babamın sakalından bir parça kesiyorum o gün, belki onun
gibi olurum diye, belki erkek olurum diye, belki artık hayal kırıklığı
yaşama/yı/z diye, belki o sakalı babaannemin evinde, kimsenin bilmediği ve
benim keşfettiğim bir yere gizlerim diye, kesiyorum sakalı. Ağlıyorum keserken,
sanki babamı kesiyormuşum gibi, titriyorum, sakalı da uyuyor onunla, sakalını
kesiyorum, evet, sonra her şey düzelecek, artık beni daha çok sevecek, ter
kokuyor sakalı, yeter, kesiyorum, makası daldırıyorum sakala, kalakalıyorum.
Sakal kendiliğinden yere yuvarlanıyor, takma sakal bu. Şaşırıyorum, daha
küçüğüm, alıp kaçıyorum sakalı. Odama gidiyor, uykuya düşüyorum.
Değişik, tuhaf bir uyku, derin, kaygan bir uyku. Bu. Hepsi
bu, ne varsa. Ne bir eksik ne bir. Fazla. Babam, güneşin yekindiği an kalkar
hep, olmuyor öyle, bakkala beni sürükler, lideri olduğu gruba gider, mikrofonu
yutar, terini yutar, sakalını sıvazlar. Uykumda babamın yanıma gelip beni
öptüğünü, ter kokmadığını, sakalını iade etmemi istediğini görüyorum. Olmuyor
öyle, olmuyor.
Uyanıyorum.
Sağ elimdeki oyuncağımı yontuyorum yatağımda, bunu bile
isteye yapıyorum, eminim. Onu oraya götürüyorum, bizi nereye götürüyorlarsa
oraya, tam o noktaya, denize nazır, hınzır, noktaya. Babamın sakalını ona
takıyorum, sakal pas içinde şimdi oyuncağım, sağ elimde. Denize fırlatacağım,
kızgınım, babama, sakalına, yaşama, bu şehre, kırıklara, hayallere, sarılara,
sarıklara, ne varsa, hepsine, tamamına kızgınım. O otobüse ve sineklere de… Sinek sözcüğü ile oynayınca kesin sözcüğünü buluyorum ve bu
kesinliğe de kızıyorum. Sakallı bebeğimi suya atıyorum ansızın, ter içindeyim.
Yeter. Kendimi atlamamalı, suya atmalıyım, suya. Suyun da suyuna gidemiyorum,
su soğuk, önce ayaklarımı yakıyor, gözlerimi kapatacağım, “heyya heyya dönüş suya” diyeceğim ve diyorum
da, yakın suya dönüşüm. Bebeğim suyun içinde burgulanıyor, ağlıyor, gözleri
yok, hep sakal, sakat, artık ölüyor, ben de soktum şimdi iki ayağımı, ölmek
üzereyim, daha küçüğüm, biliyorum, bırak kendini şimdi, arkamda bir el…
Dönüyorum ardıma, atlama, diyor. Sarıklı sakallı bu, terli
konuşuyor, neden babam değilsin, sorma, diyor, sorma. Sakalını çıkarıyor, beni
baştan çıkarır gibi yapıyor bunu, çıplak kalıyor önümde su gibi, ter, neden
bana bunu yapıyor, elinde paslı bir makas, sarı, benim saçımı yakalıyor,
kesiyor, beni kesiyormuş gibi, ama o da ne, saçlarım kendiliğinden dökülüyor,
takma, neden, neden, dokunuyorum başıma, kel, ilkel, ağlıyorum, burnum
kızarıyor, gözlerim yok oluyor, yeşillikler kayboluyor, gemiler suya dökülüyor,
su beni de alıyor, sarıklı sakallı ağlıyor, köşede incinmiş bir ağaç ağlıyor,
başım pürüzlü, kel, neden?
“Heyya heyya ya…”
Ben yapamıyorum bunu, atlamayı, su üzerime atlıyor, patlıyor
adeta, beni sevdiğini ispatlıyor. Bebeğim sakalı ile sağ elime konuyor, avuç
içimde allanıyor sakal. Kanlanıyor, sarıklı sakallı bana sarılıyor, içim bir
hoş oluyor, su içime doluyor, içime…
Babam, o sırada mikrofonu yutuyor, bir süre daha, yeni bir
takma, sahte, yapay sakalla saklanıyor, sakallanıyor… Başı sağa terlice
devriliyor, sonra da sakalı, sonra da, büyük bir beklenti içine girmeyin çünkü
bilmiyorum, galiba, otobüs devriliyor.
No comments:
Post a Comment