TUHAF
-Boşluk-
Kırmızı kalp üstte, hep,
kahverengi olanı altta. Ortada Ra’nın gözü. Hep. Böyle bir bardağı var Semiha
Hanım’ın. İçtiği çay çoktandır ağzını dilini yakıyor, artık yaşlandı, yakıyor,
neredeyse ölecek, dili buruluyor, yanıyor, yaşlılığın ilginç bir tadı var, o
karışıyor çaya, çayı karıştırıyor Semiha Hanım, kırıştırıyor ecelle tat, Semiha
titriyor, kimse görmesin, görmesin, çabuk ol, yapma, bedeni büzülüyor,
dokunuyor bir gölge, kimse görmesin, kırıştırıyor ütülü gömleği bu gölge, şimdi
karıştırıyor Semiha Hanım, hangi yıldan kalma bu anı, hangi andan kalma?
Semiha: Bardağımı o
almıştı bana, sonra bir ölü günün soğuğunda kaybolmuştu gölge, o zamanlar
telefonlar yoktu. Büyüyen iki erik ağacının kıyısında yürümüştüm, terk
edilmiştim, bana dokunan gölgenin elleri değildi artık. Sonra kendi bedenime
bakmıştım, hava kararıyordu, helikopterler süzülüyordu gökten, korkuyordum,
kendi bedenime dokunuyordum, erik ağaçları büyüyordu, herkes büyüyordu, gölge
ölmüştü belki de, emin değildim. Gölge ile beraber keşfettiğimiz tepeliğe
çıkıyordum, tek başıma, altıma, kıçıma, poşet geçiriyor, kaygan boşluklardan
bırakıyordum elbiselerimi, daha da küçülüyordum gölge, akıyordum boşluktan,
hoşluktan herhalde, yumurta tepe derler buraya, derlerdi ya da, yuvarlanıyordum
aşağıya. Sonra toz toprak ve yeryüzündeki tüm kirler yapışıyordu, yakışıyordu
bana. Sonra gölge beni tutardı, bana dokunurdu, Semiha, derdi, kar yağıyordu ve
tüm çocuklar sığınıyorduk tepenin civarındaki apartmanın bahçesine.
Helikopterler geçiyordu, hatta iki kara helikopter tünemişti o gün yumurta
tepenin üstüne, böyle büyük kanatlı efsanevi kuşları andırıyorlardı,
korkuyorduk, anneler ve babalar içeri geçin, binaya girin, diyorlardı, kar
yağıyordu. Elimizdeki kartpostalın yaldızlı yüzeyinde bir kar manzarası ve
huzur. Yalan! Tüm huzurlu anlar! Yalan, derdin bana gölge. Büyük harfler yalan
ve de isimler, diye geçirirdim içimden. Başımla doğruluyordum seni. Seval’e
sarılmıştın aynı akşam, gördüm. Aynı akşam Seval’e dokundun. Saksıları folyoyla
kaplanmış iki cılız çiçeğin yanında gördüm, tuhaf hissettim.
Gökyüzüne bakıyordu herkes o günlerde. Çuvallarla erzak bıraktılar gökten
sonunda. Helikopterlerden inen iki adamın, teçhizatlı, önce toprağa, sonra sola
ve sağa, soğuğa, boşluğa, dokunduklarını görmüştüm, gölge, adının ilk harfi hep
küçük, sen Seval’in yanındaydın, kar yağışı biraz dinmişti; elimdeki
kartpostalı parçalamıştım.
Seval: Sevmiştim Gölge’yi.
İlkokul beşe kadar aynı sınıftaydık.
Semiha: Darbe, diyordu sonra
takım elbiseli bir adam, genç erkeklerin top oynadığı, taşlarla dolu meydanı
işgal etmişti bir anda. Erkekler, hüzünlü gözlerle, sona ermesini bekliyordu
konuşmanın. Kollarını dirseklerinden kırarak, hüzünlü gözlerle, izliyorlardı,
darbe, diyordu, adam, nedense kimse sözünü tamamlamıyordu, kimse! Adam gitmişti
sonunda ve sahte platformunu da almıştı, futbolcu gençler çıldırıyordu
sevinçten, maytaplar patlıyor, sokak kavgaları hararetleniyordu karlı, kaygan
yüzeyin üstünde. Gölge, sen de oynardın, karın top top, yumruk yumruk yağdığı
ama maçın sürdüğü beyaz bir günde düşmüş ve hareket kabiliyetini yitirmiştin,
duymuştum bunu. Nasıl anlatmalı, nasıl demeli? Bir daha eskisi gibi
olmayacaktın, asıl darbe buydu. Seval’in kendisi de resmi de silinmişti bu olay
sonrası. Kimse yoktu, helikopterlerden kopan teller yağıyordu üzerimize, bir
daha yürüyemeyecektin Gölge, artık büyük harf, bir daha dans edemeyecektin,
sahte yeminler edemeyecektin, en uzun ben zıplarım, diyemeyecektin, pipetle
besliyorlardı seni, gözlerini hareket ettirebiliyordun sadece. Mahalle
maçlarında çalan ucuz düdüğün sesi daha bir hüzünlüydü, dinliyordum, gelen
kemik seslerinde senin resmini çiziyordum zihnimde, bu resme dokunuyordum senin
gözlerinle. Tuhaf. Bir resmin kendisi değil, resmi
var eden sebeplerdir güzel olan, diyordum, sonra, kendimi reddediyor,
sessizliğe dokunuyordum, senin sonsuza dek sürecek sessizliğine, umut yok,
diyordu beyaz önlüklüler. Annen ağlıyor, bana sarılıyordu, sen iç odada çenende
beliren yaşam kımıltıları ile var oluyordun. Aklıma senin Seval’e dokunuşların
geliyordu, sinirleniyordum, yumruklarımı kartopu büyüklüğüne getiriyor,
eritiyordum öfkemi sıkıca bastırıp.
Gölge: Ben bu hale gelmeden
önce, bu hale geleceğimi hissetmiştim, yemin ederim ve bu yemin ucuz erkeklik
gösterilerindeki çocuksu yemine benzemez. Yumurta tepede bir şeyler oldu,
hissettim, tepenin yüksekliği en az on beş metre vardır, birer komando edasıyla
tırmanırdık oraya, yukarıda ayrı bir dünyaya, yok yok, uzaya ya da boşluğa
inmişiz hissi yaşardık. Dümdüz bir yüzey, kıyıda köşede pörtlemiş yeşillikler.
Uyuz köpekler, tehlikeli köpekler, boz renkli kuşlar, paçalı kuşlar, Umut ve
çetesi. Onlar da oradadırlar. Bizi gördükleri zaman kavga çıkar, bıçaklar,
sallamalar açılırdı daima. Biz daha narin, daha evcildik. Köpekleri üstümüze
salmışlardı karın arttığı bir günde. Vedat’ı dişlemişti köpekler, kan oluk oluk
akmıştı bacağından, kara karışmıştı. Öfkeden kuduran ama bir şey yapamayan her
ne varsa onun gibiydik o an. Vedat karın içinde, kanın içinde kalmıştı. Bunlar
her zaman olurdu, her zaman birilerimiz birilerimizi haklardık. Ben de iki defa
şişlenmiştim. Umut, beni yolda görmüş ve tokatlaya tokatlaya buraya çıkarmıştı,
yol boyunca kan süzülmüştü yanağımdan, burnumdan. Piçin evladı, diyordu Umut,
sana kaç kere dedim, diyordu. Yumurta tepeye sürüklemiş, pipimi tekmelemişti,
kanatmıştı. Saatlerce, karın içinde, evet kar durmadan yağıyordu, yatıyor,
sonra güç bela doğruluyordum, en gizli merdivenlerden, karanlıkların örttüğü
sokaklardan kaçıyordum, önüme çıkan her kalabalıkta gizleniyordum, ya aniden
karşıma çıkarsa Umut, ya beni yine döverse? Ya bunu görürse Semiha? Semiha,
benim için içilmemiş ama serin bir su gibidir. Bu tarifi yaparken ne demek
istediğimi bilmem ama bu belirsizlik hoşuma gider. Aklıma Semiha gelince
ferahlıyor, kaçıyordum, kaçıyor, ferahlıyor, acıdan ağlıyordum.
Umut: Acılarını göstermemen
gerekir, kural bu. Ezmen gerekir, güç benim, güç benim, güvercinler benim,
yıkık inşaatın orada yediğim ilk bıçak darbesinin üzerine ant içtim, güç benim,
Fahri Market’in çevresi benim, yetmiş sekiz basamaklı merdiven ve onu takip
eden kırk iki basamaklı ara yol merdiveni ve onu takip eden kırık taşlı on
basamaklı merdiven benim, öldürdüğüm adam sayısı bir elin parmaklarını geçmez,
o parmakları ben keserim, keserim!
Gölge: Bir rüya gördüm bu felçli
halimle, felçliler de görürmüş, hayır, kabus gördüm, yuvarlak bir evin
içindeyim, hayır evin dört yanında Umut’un adamları, hareket edebiliyorum
kabusta, benim kabusum, bıçaklamaya çalışıyorlar, mektubu kaybettim, kaybettim,
mektubu arıyorlar, pencereden atlıyorum, beni bulacaklar, yeşilliklere
kaçacağım, tren hızla gidiyor, şimdi o trenin içindeyim, bacaklarımı
sarkıtıyorum, kabinde herkes mutsuz, yine de gülümsüyorlar, kabinde herkes
gülümsüyor, yine de mutsuzlar. Hava sıcak, terliyorum, ben kar dışında bir
hediye görmedim gökten, şaşırıyorum, yeşillikler, tarlalar, uzun ağaçlar,
maymunlar var, ben hiç maymun görmedim, tren hızla gidiyor, yol bir noktada
kıvrılıyor, trene dokunuyorum, Semiha, neredesin, sana geliyorum. Kabus bu,
rahat yok uykuda bile, trenin tüm kompartımanlarından kelleler uzanıyor aynı
anda, hava sıcka, o kadar sıcak ki sıcak bile yazamıyorum, ter akıyor, herkes
ter bakıyor biraz da, korkuyorum, maymun suratlar, yol daralacak az ileride,
uzanan kafalar birer birer kesilecek, öyle oluyor, benim de açık kapıdan
uzattığım bacaklarım kopuyor, güneş yakıyor, kabinin içine yuvarlanıyorum,
kafaları kesilmiş insanlar var, yüzlerinden okuyamıyorum hislerini, mutsuz
vücutlar o halde, mutsuzlar, tren zaten paslı kırmızı renginde raylar üzerinde
her gün, giderek, durmadan, ölüyor...
Umut: İçime bir insaniyet
oturdu, günler evvel. Gördüğüm bir kabusta, maymuna dönüşmüştü kafam, onu
koparmaya çalışıyor ve bana muz veren, gökten uzanan bir eli takip edeyim
derken merdivenlerden düşüyordum, 130 basamak, çat pat, darmadağın oluyordum.
Basamaklar tükendiğinde karşıma çıkıyordu Gölge. Bana gülümsüyordu, avucunda
beyazlattığı kır paçalı güvercinimi veriyordu bana, elim ayağım titriyordu,
olmadık sesler çıkarıyor, güvercini tek hamlede yiyordum olmayan kafamla. Tuhaf.
Uyandığımda tüm güvercinlerim ölmüştü. Koşarak Mevlit Amca’nın yanına gittim.
Rüyamı tabir etmesini istedim. Her gün ağlayacaksın, git helallik al, dedi,
boğazındaki gıcığı temizlerken. Ondan af dilemiştim ağlayarak, kaçmıştı benden
kolumdaki derin faça sızlarken.
Semiha: Sevenler, sevilenler
listesi şuydu:
- Ben, Gölge’yi,
- Seval, Gölge’yi,
- Umut, Semiha’yı, yani beni,
- Mevlit, Umut’u,
- Gölge, Semiha’yı, yani, dilerim, beni.
Mevlit Amca: İnsanın gönlü bir hoş
olur zaman zaman. Zaman zaman arzu eder tuhaf şeyleri.
Ben de doğduğum günden beri erkeklerden hoşlanırım. Bu benim kaderim. Erkekleri
daha çekici bulurum. Bakkalım ama aynı zamanda rüya tabiri yaparım mahalleliye.
Üzerimize helikopterlerden teller yağacağını ilk ben gördüm, darbeyi ilk ben
söyledim, ölü güvercinleri ben gördüm. Nasıl mı bilirim? Siz, nasıl görmezseniz
öyle. Gökten kar içinde haz yağar bana, derime yapışır, yıkamam, dokunmam,
sesler duyarım, anlamam. Umut, bana ilk geldiğinde daha küçük bir çocuktu.
Zaman zaman içinde. Ona aşık oldum. İçinde kalbur saman. Aklım karıştı. Göremez
oldum. Önümde Umut’un büyülü etleri, gelen konu komşu başka şeyler soruyor, ben
Umut’u tabir ve tarif ediyorum. İçimdeki cinsiyeti öldürecektim o lüzumsuz
sabah, Umut çıkageldi. Beni süzüyordu alımlı gözlerle, beni seviyordu,
anlıyordum, git hellalik al, dedim, ellerini ellerimin arasında ısıtıp. Yüzüme
baktı, koluna dikkat ediyordum zaman zaman, derin bir faça sızlıyordu sanki,
yürek gibi kabarmıştı, şişiyordu, gözümün önüne nurdan yahut kardan bir perde
indi, tren gördüm ve sıcak bir iklim, ilerliyordu Umut, elleri ellerimin
arasında, yaşlıydım ama hâlâ yaşıyordum. Dar bir dönemeçte kopan kafalar ve
bacakları yiten Umut. Titredim. Umut, kolundaki ize odaklanmıştı, masamın
yanına gizlediğim tokmağı kafasına gömdüm, tren hareket ediyordu, kopan kafa ve
ölen Umut, umut, artık özgürdüm!
Gölge: Umut’un beni
sevdiğinden de şüphelenmiştim. Öldürülüşü ve katlin Mevlit Amca tarafından
yapılmış olması beni şaşırtmadı. Herkes, herkesi arzular bir şekilde. İşler
yolunda gitmiyordu, benim de aklım Mevlit’e gidiyordu, neden cinsiyetler var,
neden? Neden ürüyoruz ve diğer sıkıcı sorular... Anlayamıyordum. Karda futbol
oynadığımız ve benim düştüğüm, sakatlandığım o acı günde de karlar içinde beyaz
ve tehlikeli bir güvercin gibi oturmuştu üstüme Mevlit, benim olacaksın
diyordu, tamam, diyordum susarak, seninim, elleri ellerimin arasında ölüyordu.
Seval: Yıllar geçti,
evlendim. Yumurta tepe artık yok, orada inşa edilen bir gökdelende yaşıyorum
eşimle. Onu sevmiyorum, kimseyi sevmiyorum, gökdelenimizin üstünde bir
helikopter pisti var, belki kar bir gün yeniden yağar, Umut bana gelir,
folyolarla sarılı iki uzay çağı bitkisinin berisinde bana dokunur, belki!
Semiha: Ben, hiçbir öykünün
kahramanı olamadım. Güneş, Ra’nın sembolüdür, Güneş Tanrısı Ra’yı hiç görmedim.
Kar tanrısı Ge’yi bilirim. Vicdanın gözünden hiçbir şey kaçmaz. Horus. Şimdi,
yanımdaki yatakta derin uykudadır Gölge. Onun beni değil, Umut’u sevdiğini
biliyorum. Asıl liste şu:
- Ben, Gölge’yi, Seval’i ya da Mevlit’i, belki de
Umut’u,
- Seval, Semiha’yı, yani beni,
- Umut, Gölge’yi,
- Mevlit, Umut’u,
- Gölge, Umut’u.
Nefes bile alamıyordu Gölge. Gerçek adın ne senin? Umut mu
yoksa? Hayır, hayır, bu olamaz. Gölge diye biri yok mu yoksa? Annene soruyordum
adını, susuyordu, iki kişi miydin yoksa, annene soruyordum, o da bana soruyordu
başı önünde, kimdin neydin, helikopterler kuşlar gibi uçarken üzerimizden,
kardan başka bir şey düşmezken üzerimize, yanına uzanıyordum, dokun, diyordum,
bak, bunlar en gizemli yerlerim, gözlerini açıyordun rüyadan, kanlanmıştı
gözlerin, sonuna kadar açık gözlerinle beni izliyordun. Boynuna dokunuyordum,
şişiyordu gerdanın, şişiyor, kabarıyordun, dokunuyordum sana, herkese, her
şeye, yumurta tepeye, kara, maç yapan gençlere, oynadıkları kames topa,
bez bebeklerine dokunan küçük kızlara dokunuyordum. Doğurdukları bebeklere
dokunan büyük kızlara, kerelerce dökülen kaldırım taşlarına, gelin başlarına,
inşaatta öldürülen köpeğin gözündeki yaşlara dokunuyordum usulca, beş katlı
binanın bodrum katında nefes alan aileye, kardan adam yapan veletlere, kardan
adamın burnuna, içim titreyerek, gözlerine, Umut ölünce çetesinde sahipsiz
kalan çakallara, titretiyordum düşlerini, güneş tanrısı Ra’ya, onun gözüne,
gözündeki dokunma işaretine dokunuyordum. Kabarıyordun, annen odaya giriyor ve
bana dokunuyor, yalvarıyordu, dokunma, diyordu, dokunuyordu, sen puf gibi
patlıyordun, annen ve ben senden yağan karlarda ağlıyorduk.
Semiha Hanım: Senden kalan tek
bardak bu, üstte ve altta kalpler. Ortada Ra’nın gözü. Yaşlıyım ve ölmek
üzereyim. Sen gençken öldün, seni ben öldürdüm, ayaklarım titriyor şimdi, şu
an, şuracıkta ölüyorum. Ölüm, yaşamak kadar tuhaf,
anlıyorum. Pörsümüş ve sarkan memelerime bakıyorum, ölmüşler, çayı
karıştırıyorum, gözlerim seçmiyor artık. Eski, neredeyse ölecek bir ip
buluyorum zorlukla. Çayımı bitiriyorum, dur dokunma, görecekler, dişsizim, ağız
dolusu gülüyorum, neden bugün, pencere güzel, hava kapalı, belki bir gün kar da
yağar, hem yeni bir dizi çekiyorlar, yakışıklı da çocuklar, belediyenin
lekelediği yollar gibi bacaklarım titriyorlar, herkesin gölgesi önüne düşüyor,
gençler benimle alay ediyor, teyze hepsini izle, diyorlar, gelecek sezonu
göremezsin, gülüyorlar, kahkalaşıyorlar, boşluğa bakıyorum, dizideki jön
öldürülüyor, reytingler iyiydi derken, birden dizi yayından kaldırılıyor, ağlayan
jön penceremin altında beliriyor. Gel, diyorum, gel, içeri geliyor, sıkıca
sarıyor beni, gencecik ve yapayaşlıyız ve yapay yaşlı. Ölecek yaştayız,
biliyor, hazırladığım ipe boynunu geçiriyor, kendini öldüremez ki insan, ipi
benim boynuma doluyor nedense vazgeçip, camdan hışımla atlıyor, yerdeki gölgesi
bile ölü, boş gözlerle izliyorum, boynumdaki ipe abanıyorum, ölürüm nasılsa,
güçsüzüm, ölürüm nasılsa!
Semiha: Çıkıyorum içinden
Semiha Hanım’ın. Nasıl da buruşuk! Ölmüş çoktan. Ben genceciğim, gençliğime
dokunuyorum. Yerde yatan ölü jöne de dokunurum elbette, tepe arıyorum
etrafımda, yumurta tepe olsun, Gölge olsun, kim kaldıysa aklımda onları
arıyorum, gençliğimi de öldüreceğim, merak etmeyin, Seval’i yakalıyorum
gökdelenin asansöründe, asansöre asıyorum haini. Yaşlı benle alay eden sokak
serserilerine sertçe dokunuyorum. İnsanlara beğendirmeye çalıştığımvücudumuza
ve bozulancümlükyapıs tuhaf dokanfdtrrrım.
Kimin kafasında tuhaflık yok
ki Pamuk?
No comments:
Post a Comment