November 17, 2015

SU. KORKU. SU

Yaşadığım yer burasıdır efendim. Geçin, rahatça bakın. Dikkat edin, kafanızı çarpmayın. Biz böylesi bir yerde sürdürürüz hayatımızı, inadına gülümseriz. Kırk adım ötemizde, tam olarak kırk çünkü saydım, denizin azgın suları vardır, bakın, bakın. Bazen gözümü kapatır, ayağımdaki yıpranmış terlikleri atar ve yürürüm denize doğru. Su beni çağırır efendim. Işıldayan gözlerinizi perdeleyin ve dinleyin suyun sesini. Nasıl? Bir şey değişti mi? Bir şey değişmez, evet, efendim. Her şey aynıdır ilelebet, su bile değişmez, bazen su bile akmaz, ıslatmaz, akmaz ve bundan bıkmaz. Bazen, sabah olmaz efendim, gecenin en kör anıdır, zifirdir etraf, koyu kuşlar belirmiştir suyun üstünde. Onları görmem ama seslerini işittiğimi düşünürüm. Kanaatim şudur ki çoktan suya karanlık tırnaklarını batırmışlar, kendi gölgelerini suya yatırmışlar ve hatta sudan da karanlık kuşlar yaratmışlardır. Karanlıktır ve ben bunların hiçbirini görmem ama tümüne inanırım efendim. Karanlık benim için, inanan için seyran olmuştur.

Neyse, konuya dönelim efendim. Sizi buraya neden çağırdım, bilir misiniz? Başımıza gelen felaketi anlatacağım size, tuhaf şeyler anlatacağım, anlatılmayacak şeyler biraz da. Hazır mısınız? Kafanızı salladığınıza ve benimle asla konuşmayacağınızı bildiğime göre anlatayım efendim. Bakın, benim evim bu derme çatma çadırdır. Hayır, ceketinizin yakalarını temizlemeyin, evim temizdir. Zamana direnemez insanlar ve yapılar da öyle. Gün geçtikçe eskir, çürür, küflenir ve toprağa akar. Şu tavanda gördüğünüz muşambalar yeni, gıcır gıcır. Geceleri soğuktur, yaz kış. Denizden yel eser ve içimizi nemlendirir. Çocuklarım öksürür kimi zaman, kanlı kanlı belki, acı acı, başlarını toprak kokan yastığa düşürerek, sızlayarak öksürürler. İşte ben böyle zamanlarda, hüzünlü ve zamanın bir azman olduğu anlarda, öğüttüğü anlarda ve gözüme bir şey kaçtığı zamanlarda kaçarım denize. Sayarım efendim, kırk adım. Tam kırk ve şunu da düşünmeden edemem, benim adımımdır bu kırk adım ve birazdan silinir, birazdan olmazsa birkaç saate, en kötü birkaç güne kadar yok olur ayak izlerim, su temizler onları, hiç yürümemiş gibi hissederim neticede, hiç gitmemiş ve hiç yaşamamış gibi.

Çok konuştum. Meramımı aktarayım izninizle. Benim evim burasıdır, denizdir, söyledim. Bunda utanılacak, şikâyet edilecek bir şey yok. Ancak insan yalnız kalınca dertleniyor efendim. O vakitler sular soğuyor, titretiyor, boğuyor gibi oluyor efendim, gök kararıyor ve sanki kuşlardan kara silahlar yapmış da tarıyor, insanı bu saldırıdan umudu kurtarıyor gibi de oluyor efendim. Yine kırk adım attığım günlerin gecelerinden biriydi. Çocuklarımın keskin öksürüklerini işitiyordum uzaklaşsam da. Biraz kafa dağıtacak, tuvalet ihtiyacımı giderecektim. Durun, tebessüm etmeyin, su bizi de temizler, paklar, emin olun. İlerlerim kırk adım ve kumu bir müddet eşelerim, yeterli derinliği yakalayarak arınırım. Dişlerim kenetlenir, içim sıkılır ama rahatlarım, vahşi bir kedi misali süzerim etrafı, düşünürüm. Devam ediyorum efendim. Hacetimi gidermiş, evime dönüyordum. Denizden tuzlu bir yel süzülüyordu. Havanın taşıdığı tuzların içime işlediğini fark etmiştim, burnumdan bile dökülüyorlardı. Nefes almakta zorlanıyordum. Çadıra vardığımda içeriyi aydınlatan mum ışığının eridiğini, söndüğünü görmüştüm. Daha doğrusu karanlığı görmüştüm. Karımı ve çocuklarımı görmedim o andan sonra. Yok olmuşlardı, kokuları ve yaşama korkuları da gitmişti. Karanlık ise tuzlu bir hâl almış, ruhumu da tıkamıştı bu tuhaf anda. Gelmediler, güzel sözler söyledim çadırımın kıyısındaki ulu ağaca. Gelmediler. Ağaca gecelerce sarıldım, ağacın tırtıkları gözlerimi kanattılar, karım ve çocuklarım gelmediler. Ağacın ve hayatın tırtılları ellerime yapıştılar, kelebekleştiler, gittiler, kimse gelmedi, gelmediler. Ağacı ateşe verdim efendim, yaktım, tutuşturdum, seni hain ağaç, dedim, uğursuz ağaç, neredeler, hani şifaydın sen, hani, dedim, yaktım, baktım, yaktım efendim. Toz bulutu yükseldi göğe.

Sonraki günlerde, deniz daha bir hoyratlaştı, sularını kol etti ve evimi bastı. Gitmedi bu kollar evimden. Tuzla doldu her yer. Ben hareket etmedim, etmedim, hiçbir yere gitmedim, ben buraya aitim efendim, gitmedim, gidemedim. Bekledim, çaresiz, bekledim. Kâbus gördüm. Hep aynısı. Karımın ve çocuklarımın öbür ucunda olduğu bir geçitte ilerliyordum. Karanlıktı. Kenarlıklara tutunuyordum, kenarlıklar elimi yakınca, ellerim az pişmiş tavuk eti olunca haykırıyordum. Kenarlıklar bir anda yok oluyor, eşim ve çocuklarım yani ailem de kayboluyordu. İlerliyordum her şeyi göze alarak, tutunamayarak, yanarak, yalın ayak, ağlayarak. Tam düşecekken uyanıyordum ki efendim, suyun içindeyim. Evimin, çadırımın içi su. Su çadırı olmuş evim. Artık evimde sular yaşıyor ve uslu bir su gibi durmuyor, aksine sulu hareketler yapıyorlar. Kulağıma, gözüme kaçmaya, beni tuzlamaya, sen yaptın, dercesine suçlamaya çalışıyorlar. Ben artık bir insan gibi hissetmiyorum efendim. Balığım ben. Kalabalık içinde yalnız bir balık. Su içinde olup da yüzme bilmeyen bir balığım ve hatta sudan korkan bir suyum ben. Nazik durmuyorum, kaba bir balığım, kabalığım ben.

Nihayetinde, kâbuslar sürdü gitti. Yalnızlığa, denizin tuzuna, suya alışmıştım. Şimdi de susuz yapamazdım. Artık kımıldayamaz olmuştum, oracıkta suyu yarıyor, bir çukur kazıyor, ihtiyacımı gideriyordum. Kimi zaman su, boyumu aşacak kadar çoğalıyordu. Ağlasam su, gülsem su. Sussam da su, susasam da. Gözlerim günü ve geceyi seçemez olmuştu. Sizi gördüm o an efendim. Çağırdım, geldiniz. Bir şey değişti mi? Bir şey değişmez, evet, efendim. Geldiniz, güldünüz ve siz de öldünüz. Öldünüz efendim. Korktunuz çünkü, ailem gibi, korktunuz benden, sudan ve sebepten korktunuz, yaşamı böldünüz, öldünüz.

(Kırk adım atın şimdi, kırk korkmayan adım atın, yüzlerimiz silinsin. Düşman uyur ben uyumazken, böyle bilinsin.)

Malum. Su. Korku. Su.

No comments:

Post a Comment