Neyse, konuya dönelim efendim. Sizi buraya neden çağırdım,
bilir misiniz? Başımıza gelen felaketi anlatacağım size, tuhaf şeyler
anlatacağım, anlatılmayacak şeyler biraz da. Hazır mısınız? Kafanızı
salladığınıza ve benimle asla konuşmayacağınızı bildiğime göre anlatayım
efendim. Bakın, benim evim bu derme çatma çadırdır. Hayır, ceketinizin
yakalarını temizlemeyin, evim temizdir. Zamana direnemez insanlar ve yapılar da
öyle. Gün geçtikçe eskir, çürür, küflenir ve toprağa akar. Şu tavanda
gördüğünüz muşambalar yeni, gıcır gıcır. Geceleri soğuktur, yaz kış. Denizden
yel eser ve içimizi nemlendirir. Çocuklarım öksürür kimi zaman, kanlı kanlı
belki, acı acı, başlarını toprak kokan yastığa düşürerek, sızlayarak
öksürürler. İşte ben böyle zamanlarda, hüzünlü ve zamanın bir azman olduğu
anlarda, öğüttüğü anlarda ve gözüme bir şey kaçtığı zamanlarda kaçarım denize.
Sayarım efendim, kırk adım. Tam kırk ve şunu da düşünmeden edemem, benim
adımımdır bu kırk adım ve birazdan silinir, birazdan olmazsa birkaç saate, en
kötü birkaç güne kadar yok olur ayak izlerim, su temizler onları, hiç yürümemiş
gibi hissederim neticede, hiç gitmemiş ve hiç yaşamamış gibi.
Çok konuştum. Meramımı aktarayım izninizle. Benim evim
burasıdır, denizdir, söyledim. Bunda utanılacak, şikâyet edilecek bir şey yok. Ancak
insan yalnız kalınca dertleniyor efendim. O vakitler sular soğuyor, titretiyor,
boğuyor gibi oluyor efendim, gök kararıyor ve sanki kuşlardan kara silahlar
yapmış da tarıyor, insanı bu saldırıdan umudu kurtarıyor gibi de oluyor
efendim. Yine kırk adım attığım günlerin gecelerinden biriydi. Çocuklarımın
keskin öksürüklerini işitiyordum uzaklaşsam da. Biraz kafa dağıtacak, tuvalet
ihtiyacımı giderecektim. Durun, tebessüm etmeyin, su bizi de temizler, paklar,
emin olun. İlerlerim kırk adım ve kumu bir müddet eşelerim, yeterli derinliği
yakalayarak arınırım. Dişlerim kenetlenir, içim sıkılır ama rahatlarım, vahşi
bir kedi misali süzerim etrafı, düşünürüm. Devam ediyorum efendim. Hacetimi
gidermiş, evime dönüyordum. Denizden tuzlu bir yel süzülüyordu. Havanın
taşıdığı tuzların içime işlediğini fark etmiştim, burnumdan bile
dökülüyorlardı. Nefes almakta zorlanıyordum. Çadıra vardığımda içeriyi aydınlatan
mum ışığının eridiğini, söndüğünü görmüştüm. Daha doğrusu karanlığı görmüştüm.
Karımı ve çocuklarımı görmedim o andan sonra. Yok olmuşlardı, kokuları ve
yaşama korkuları da gitmişti. Karanlık ise tuzlu bir hâl almış, ruhumu da
tıkamıştı bu tuhaf anda. Gelmediler, güzel sözler söyledim çadırımın
kıyısındaki ulu ağaca. Gelmediler. Ağaca gecelerce sarıldım, ağacın tırtıkları
gözlerimi kanattılar, karım ve çocuklarım gelmediler. Ağacın ve hayatın
tırtılları ellerime yapıştılar, kelebekleştiler, gittiler, kimse gelmedi,
gelmediler. Ağacı ateşe verdim efendim, yaktım, tutuşturdum, seni hain ağaç,
dedim, uğursuz ağaç, neredeler, hani şifaydın sen, hani, dedim, yaktım, baktım,
yaktım efendim. Toz bulutu yükseldi göğe.
Sonraki günlerde, deniz daha bir hoyratlaştı, sularını kol
etti ve evimi bastı. Gitmedi bu kollar evimden. Tuzla doldu her yer. Ben
hareket etmedim, etmedim, hiçbir yere gitmedim, ben buraya aitim efendim,
gitmedim, gidemedim. Bekledim, çaresiz, bekledim. Kâbus gördüm. Hep aynısı. Karımın
ve çocuklarımın öbür ucunda olduğu bir geçitte ilerliyordum. Karanlıktı.
Kenarlıklara tutunuyordum, kenarlıklar elimi yakınca, ellerim az pişmiş tavuk
eti olunca haykırıyordum. Kenarlıklar bir anda yok oluyor, eşim ve çocuklarım
yani ailem de kayboluyordu. İlerliyordum her şeyi göze alarak, tutunamayarak,
yanarak, yalın ayak, ağlayarak. Tam düşecekken uyanıyordum ki efendim, suyun
içindeyim. Evimin, çadırımın içi su. Su çadırı olmuş evim. Artık evimde sular
yaşıyor ve uslu bir su gibi durmuyor, aksine sulu hareketler yapıyorlar.
Kulağıma, gözüme kaçmaya, beni tuzlamaya, sen yaptın, dercesine suçlamaya
çalışıyorlar. Ben artık bir insan gibi hissetmiyorum efendim. Balığım ben.
Kalabalık içinde yalnız bir balık. Su içinde olup da yüzme bilmeyen bir balığım
ve hatta sudan korkan bir suyum ben. Nazik durmuyorum, kaba bir balığım,
kabalığım ben.
Nihayetinde, kâbuslar sürdü gitti. Yalnızlığa, denizin
tuzuna, suya alışmıştım. Şimdi de susuz yapamazdım. Artık kımıldayamaz
olmuştum, oracıkta suyu yarıyor, bir çukur kazıyor, ihtiyacımı gideriyordum.
Kimi zaman su, boyumu aşacak kadar çoğalıyordu. Ağlasam su, gülsem su. Sussam
da su, susasam da. Gözlerim günü ve geceyi seçemez olmuştu. Sizi gördüm o an
efendim. Çağırdım, geldiniz. Bir şey değişti mi? Bir şey değişmez, evet,
efendim. Geldiniz, güldünüz ve siz de öldünüz. Öldünüz efendim. Korktunuz çünkü,
ailem gibi, korktunuz benden, sudan ve sebepten korktunuz, yaşamı böldünüz,
öldünüz.
(Kırk adım atın şimdi, kırk korkmayan adım atın, yüzlerimiz
silinsin. Düşman uyur ben uyumazken, böyle bilinsin.)
Malum. Su. Korku. Su.
No comments:
Post a Comment