Ölüyü Dirilten-Diriyi Öldüren Güç: Müzik
“Dünyanın bütün sabahları bir daha dönmeyesiye uçup gider.” (Pascal Quignard/Dünyanın Bütün Sabahları -1991-)
“(…) Sular beni çekiyor…Kuyular bana tuzak/ Kalbimi yavaş yavaş avucuna alarak/ Mehtaplı kuyularda şarkı söylüyor ölüm” (Ziya Osman Saba/Kuyular -1929-)
1650 ilkbaharında Mösyö de Saint Colombe, eşi Madam Colombe’yi yitirir. Ölen kadın ardında biri iki (Toinette) biri altı yaşında (Madeleine) iki kızını bırakmıştır Mösyö Colombe’ye. Eşini çok seven Mösyö Colombe üzülür, bir hayli üzülür ve hiçbir şeyin avutamadığı bir noktaya gelir. Aslında karısı öldüğünde yanında olamayışıdır onu sarsan. Şarap ve müzik eşliğinde ölmek isteyen bir arkadaşının başucundadır o esnada. Kendini affetmeyecektir. Müziğe sığınır, notalara kaçar, Özlemlere Ağıt’ı besteler. Colombe, ölen karısı ile dolu anlarını, geçmişini tekrar tekrar yaşar, günlerini, tüm sabahları böylece, bu tutkuyla tüketir ve mutlu olduğunu hisseder.
Gösterişli Peruklara Yeğlenen Yaşam
Bahçesi Bievre Irmağı’na bakan bir evde iki kızıyla kalan başkişi kıyıdaki söğütlere ve akşam olunca gidip içine oturduğu bir kayığa sahiptir, vaziyeti budur, iyi kötü geçinmekte, viyola dersleri vermektedir. O sıralarda gerek Londra’da gerekse Paris’te gözde bir çalgı olan viyola sayesinde ünlenen Colombe, kızları için iki uşak bir de aşçı tutar ve evin düzenini daim eder. Kızlarına küçük yaştan itibaren notaları, müziği öğretir, onların güzel şarkılar söylemelerini sağlar. Her anında, her hareketinde, hatta kızlarının yüzünde de ölen karısının izlerini görür, yüreğinde acı hisseder. “Genelde suskun bir adamdı[r]” (Quignard 6) Atını da satarak dış dünya ile bağını tamamen koparmaya çalışır. Kendini müziğe adar ve çalışır durmadan. Münzevi bir deha oluverir. “Yıllar yılı viyola çalıştı, tanınan bir ustaya dönüştü.” (7) Duygularını belli etmede beceriksizdir Colombe. “Uzun boylu, pek sıska, teni kehribar sarısı, kaba saba bir adamdı[r]” (9) Tuhaf tavırlar sergiler. “Manyağın teki[dir]” (9) Geyikböceklerini, mayısböceklerini şamdanın altıyla ezer. Şarap içer ve kızlarıyla iskambil oynar. “Sert, sinir küpü olabildiği gibi yumuşacık bir adam da olabiliyordu.” (10) Ancak ara sıra tutulduğu amansız öfke nöbetleri de yok değildir. Mobilyaları parçalar (12) ve kızlarına zarar vermez ama onları kilere ya da mahzene kapatır. Hatta onları orada unuttuğu bile olur.
Bahçede ulu bir dut ağacının dalları arasına inşa ettirdiği bir kulübede müziğini icra eder Mösyö Colombe. Burada viyolayı daha iyi çalabilmek için bazen günde on beş saat çalışır. “Viyolayı farklı bir biçimde, dizlerin arasında, baldıra dayamadan tutmayı buldu. Çalgıya daha pes sesler çıkarabilsin, daha hüzünlü çalabilsin diye bir bas tel ekledi.” (7) Çalışmalarının karşılığını almaktadır Colombe, yaydığı sesi şöyle tanımlar öğrencilerinden biri:
Onun insan sesinin tüm tonlarını çıkarabildiğini söylüyordu: genç bir kadının iç çekmesinden tutun da yaşlı bir adamın hıçkıra hıçkıra ağlayışına, Navarre’li Henri’nin savaş çığlığından tutun da dikkat kesilip resim çizen bir çocuğun tatlı soluğuna, kimileyin hazzın yarattığı hırıltıdan tutun da duasına odaklanmış bir adamın çok az akorlu, az yoğunluklu, handiyse sessiz, pes tınısına dek. (8)
‘Vorde’ adını verdiği, akarsuyun söğütler altındaki nemli kıyısını tanımlayan eski bir sözcük, kulübesinde çalışmalarını sürdüren baba, büyük kızı Madeleine viyola çalabilecek boya eriştiği zaman kızına notaları, düzenlemeleri, akortları öğretir. Kıskançlıktan kıvranan küçük kızı Toinette için de yarı yarıya küçük bir viyola yaptırır ve baba ile kızları verdikleri üç viyolalı konserlerle kısa zamanda ünlenirler. Kral XIV. Louis bu ünü duyar ve Mösyö Colombe’yi sarayına çağırtır. Resmi viyolacısı Mösyö Caignet görevlidir bu daveti yapmak için. Başkişinin yanına varır ve majestelerinin onu dinlemek istediğini söyler. Kızlarının sorumluluğunu da taşıyan Mösyö Colombe kararlıdır. İnsanlardan tiksinmektedir. Reddeder daveti:
Ben yaşamımı bir dut ağacının içindeki külrengi tahtalara, bir viyoladaki yedi telin seslerine, iki kızıma adadım. Anılardır arkadaşlarım. Sarayımsa şuracıktaki söğütlerdir, akıp giden sudur, akbalıklardır, kayabalıklarıdır, mürver çiçekleridir. Majestelerine söyleyin, sarayının bundan otuz beş yıl önce babası rahmetli kralla tanıştırılmış yaban bir adamla işi olamaz. (18)
Öyle ki bunun bir emir olduğu söylendiğinde verdiği cevap daha manidardır: “Ben öyle yabanımdır ki Mösyö, kendimden başka kimselere bağlı olmadığımı düşünürüm.” (19) Günler sonra bir kez daha gelen ve bu kez Başpapaz Mathieu’yu da yanına alan Mösyö Caignet yine benzer bir yanıt alır. Çuhadan giysilerini ateşe atması, kralın iyiliğini kabul etmesi ve gösterişli bir peruk takması istenen Colombe öfkelenir: “Batan güneşin ellerimin üstündeki ışığını bana sunduğu altına yeğlerim. Çuhadan giysilerimi gösterişli peruklarınıza yeğlerim. Tavuklarımı kralın kemanlarına, domuzlarımı da size yeğlerim.” (22) Başpapazın bastonuyla döşemeye vurduğu ve şu sözleri sarf ettiği görülür: “Tahtadan yapılma hücrenizin bir köşesindeki küçük bir fare gibi kuruyup öleceksiniz, kimsecikler tanımayacak sizi.” (23) Baskıcı yapıya karşın müziğin ve doğanın özgür kılan yanını tercih edecektir Colombe, tutsak bir zenginliktense, kıt kanaat bir serbestliği yeğleyecektir
Yitiriş Sembolü Olarak Kayık
Kendi dünyasına gömülen ve orada nefes alan Colombe, akşamları el ayak çekilince nehirdeki eskimiş, su alan kayığına binmeyi ihmal etmez. Günün birinde orada, karısı ölünce bestelediği Özlemlere Ağıt’ı düşünür ve her şeyden el çektiğini fark eder. Kendisini kimsenin yargılayamayacağı kulübesine gider ve Özlemlere Ağıt parçasını çalmaya başlar. Karşısında karısının hayalini görür bu anda. Gerçek mi yanılsama mı sorusunun karşılığını hayretle bulur: “Kadehin yarısının boşaldığını gördü, ardından mavi örtünün üstünde, onun yanında bir gevreğin yarısının kemirildiğini fark etti şaşkınlıkla.” (28) Bu ziyaretler birçok kez tekrarlanır ve Mösyö Colombe eğer bu bir hayalse mutluluk verdiğini, gerçekse bir mucize olduğunu düşünmeye başlar. Giderek içini yalnızca viyolasına açmaya başlar, yüreği serinler.
Mösyö Colombe’nin de aklında ölen karısı, gözlerinin önünde kadının silueti vardır, dilinde de şu acı sözler: “Nasıl söylesem bilmiyorum Madam. On iki yıl geçti ama yatağımızın örtüleri daha soğumadı.” (64) Nehirdeki kayığa binen ve kayıkla birlikte nehrin dibine süzülen eşinedir bu yakarış. Kayık, bir yitiriş sembolü olmuştur artık. Kayıkla birlikte Madam da kaybolmuştur ve Madam’la birlikte hayat.
Işıksız Olunan Zamanların Müziği
On yedi yaşındaki Marin Marias adlı bir talebe Mösyö Colombe’nin kendisine ders verip veremeyeceğini öğrenmek için evine gelir. Altı yaşından itibaren sesinden ötürü kral için söylemek üzere Louvre Şatosu’nun girişindeki kilisenin korosuna alınmıştır ancak ergenliğe girip de sesi çatallaşınca koro sözleşmesi gereği işinden olur. Babasının ayakkabıcı dükkânında çalışmaktan tiksinir ve sesiyle olmuyorsa da çalgı çalmayla müziğe kendini adamak istediğini ifade eder. Viyolayı iyi çalsa da Mösyö Colombe kararlıdır: “Siz müzik çalıyorsunuz Mösyö. Müzisyen değilsiniz.” (36) Marias ikinci gelişinde şu cevabı alır. “Yayınız hafif, sıçrıyor. Sol eliniz sincap gibi zıplıyor, tellere sıçan gibi sokuluveriyor. Süslemeleriniz usta işi, kimileyin büyüleyici. Ama müzik duyamadım.” (39) Yine de öğrencisi olacaktır Colombe’nin. Sebebi şudur: “Gelgelelim içli sesiniz duygulandırdı beni. Sizi acınız için alıyorum yanıma, yoksa sanatınız için değil.” (40) Marias, kolay yoldan ünlenme, zenginleşme peşindedir ve bu çiğliğini yeni ustası Colombe’la aşması gerekmektedir.
Madeleine ve Toinette de büyümüş, serpilmişlerdir. Madeleine, Marin Marias’tan hoşlanmaya başlar. Mösyö Colombe’nin viyolasını kırarak evden kovduğu Marias’ı durdurur Madeleine ve babasından öğrendiği her şeyi ona öğreteceğini ifade eder. Sonra elleri birleşir. “Derken ellerini kenetlediler, karınlarını yakınlaştırdılar, dudaklarını yaklaştırdılar. Öpüştüler.” (55) Marin Marias gizlenerek gelir eve ve Madelenie’den her şeyi öğrenir, başkişinin kulübesinin altına gizlenerek onun çalışına dair sırları kapar. Artık kralın müzikçisi olarak sarayda göreve başlamıştır Marias ama fırtınalı bir günde kulübenin altında hapşırınca tekrar kapı dışarı edilir.
Madeleine’i terk eder Marin Marias. Sebebini şöyle açıklar: “Başka yüzler gördüm. Yüreklerimiz açgözlü. Ruhumuz durup dinlenmek bilmiyor. Yaşam acımasız olduğu ölçüde güzel, tıpkı avlarımız gibi.” (69) Moral olarak çöken Madeleine’in Marias’tan olan çocuğu ölü doğar. Günden güne erir Madeleine. Çiçek hastalığına yakalanır ve ölümün kıyısına gelir. Bu arada resmi kral odası müzisyeni olmuştur Marias ama aklı ustası Colombe’dadır. Bu esnada Mösyö Colombe da acılar içindedir. Eşinin hayali, kıyısındadır ama ona dokunamaz:
-Size dokunmadığım için acı çekiyorum Madam.
-Burada yelden başka dokunacak şey yok Mösyö.
-Yel olmak insana acı vermiyor mu sanıyorsunuz? Kimileyin o yel bize azıcık müzik taşır. Kimileyin ışık gözlerinize görüntülerimizden parçalar taşır. (73)
Hikâyenin nihayete erdiği noktada Mösyö Colombe’nin sessizliği bozulur ve feryadı işitilir. Yalnızca gölgelere/gölgelerle müziğiyle konuşan Colombe çaresizce yakarır: “Ah! Artık adamakıllı kocamış gölgelerle konuşuyorum yalnızca! Yerinden kımıldamayan gölgelerle! Ah! Şu dünyada benden başka müziği seven biri daha yaşasaydı keşke. Konuşurduk onunla! Ona sırlarımı açar, ondan sonra ölüp giderdim.” (92) Bu davete icabet edecektir çırak Marias. Müziğin farklılığını, ayrıksılığını ifade edecektir kendince. Bir nota olacaktır, su belki de, akıp gidecektir, müziğin ‘ne için’ olduğunu anlatacaktır: “Dilin sırt çevirdikleri için küçük bir çeşme. Çocukların gölgesi için. Ayakkabıcıların çekiç darbeleri için. Çocukluktan önceki haller için. O soluksuz olduğumuz zamanlar. O ışıksız olduğumuz zamanlar.” (94)
Tous les Matins du Monde*
Aynı yıl üstteki* Fransızca isimle sinemaya uyarlanan eser, yönetmen Alain Corneau imzasını taşır. Eserdeki Tanrısal Bakış Açısı bu kez Marin Marias’ın gözünden aktarılır. Filmin ilk bölümü yaşı ilerlemiş Marin Marias’ın geçmişi yâd ederek hüzünlendiği yakın plan çekimlerden oluşur. Geriye Dönüş Tekniği sayesinde olaylar gösterilirken, Marin Marias film boyunca dış ses olarak görev alır ve eserden farklı olarak her şeyi bilen Tanrısal Anlatıcı olarak hayat bulur. Kitaba bir hayli yakın kurgulanmış film Jordi Savall müzikleriyle ses, anlam kazanır. Kitaptaki en mühim olayın ardından anlatıcı tarafından sarf edilen “dünyanın bütün sabahları bir daha dönmeyesiye uçup gider” cümlesi Marin Marias’ın ağzından dökülür sinema perdesinde ve yaşamın her an ölüme yaklaşan bir süreç olduğu ve insanların bunu bilse de bir takım anılarda, acılarda yaşamaya devam ettiği ifade edilir.
---------
Müziğe, sessizliğe, notalardaki sese, yalnızlığa ve acıya bir güzelleme niteliği taşıyan 95 sayfalık novella/uzun öykü Dünyanın Bütün Sabahları, “Beni müzikten sadece cennet ya da deniz uzaklaştırabilir” diyen Emil Michel Cioran’ı haklı çıkarır ve çıkarmalıdır. Müzisyen olamasa da müzik yapan ve kolayı, rahatı tercih eden, aşkta da derinlikten yoksun Marias’ı sonunda kendine getiren Mösyö Colombe, sert görünümünün ardındaki merhameti müzikle korumuş, kollamış, ustalığının hakkını vermiştir. Eşinin ölümsüz anılarını viyolanın tellerinde, doğanın kucağında canlandırmış, dünyaya sırtını dönmüş ama bu esnada ruhunu yalnızlaştırmış, aşkını yalnızlığıyla beslemiş, kendini enikonu ıssızlaştırmış, bir bakıma öldürmüştür. O halde büyülü müzik, ölüyü diriltmiş ve diriyi öldürmüş, ölümsüz ezgisini/yazgısını tutkuyla sürdürmüştür.
Kaynakça
Quignard, Pascal. Dünyanın Bütün Sabahları. Çev. Orçun Türkay. İstanbul, Sel Yayıncılık,
2015. Baskı.
November 04, 2015
Dünyanın Bütün Sabahları // Pascal Quignard (1991)
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment