July 23, 2011

Heinrich Boll // İlk Yılların Ekmeği

Ben her şeyin fiyatını öğrenmek zorunda kaldım; çünkü hiçbir zaman ödeme gücüm olmadı. (Sayfa 17)


23 yaşındaki makine tamircisi Walter Fendrich’in “açlık”tan geçen öyküsü…

Yazar Heinrich Böll, İkinci Dünya Savaşı’na da katılmış ve esir düşmüş. Bu nedenle yazarın eserlerinde savaşın izdüşümlerini görmek mümkün.


**************

Öyküde Fendrich’in savaş sonrası Almanya’da açlıkla geçen günlerinin ardından kavuştuğu yeni ve görece daha rahat yaşama rağmen, içinde bulunduğu ve sürüklendiği açlık girdabından kopamayışının izleri görülüyor:

Ben her şeyin fiyatını öğrenmek zorunda kaldım; çünkü hiçbir zaman ödeme gücüm olmadı. (Sayfa 17)

Çıraklar okulunda öğrenim gören Walter, orada sırf ekmek temin edebilmek için bir hırsızlık yapıyor ve yakalanıyor. Kahramanımız buna rağmen, pişmanlık duymuyor ve en temel besin maddesi sayılabilecek ekmeği yüceltiyor:

Çaldığım ve ekmekle sigara karşılığında değiştirdiğim tavalardan ötürü bir saniye bile vicdan azabı çekmemiştim. (Sayfa 66)

Öyle bir duruma gelmiştir ki iş, uzatmalı sevgili Ulla, şöyle itham eder onu:

Sandviçlerinden bir lokma koparabilmek için küçük işçi kızların çevresinde nasıl da dolanırdın. (Sayfa 90)

Her şeyin fiyatını bilen ve iyi bir iş bulan Walter’in açlık korkusu sürecektir yaşam boyu ve bulduğu işi de sırf aç kalmamak için bulmuş gibidir:

Açlık korkusu hep içimdedir. (Sayfa 71)

Daima bilmiş, ama altı yıldır kendime hiç itiraf edemediğim şeyi şimdi biliyordum; Bu meslekten nefret ettiğimi, şimdiye kadar denemiş olduğum bütün mesleklerden nefret ettiğimi...Bu çamaşır makinelerinden nefret ediyordum, kükürtlü sabun kokusuna karşı içimde bir tiksinti vardı, somut bir tiksintiden daha öte bir şey. Bu meslekte sevdiğim şey, bana getirdiği paraydı ve bu para cebimdeydi; parayı tutup yokladım: Hâlâ oradaydı. (Sayfa 47)


Babası bir öğretmen olan Fendrich, onun bir öğrencisi olan Hedwig’e şehirde ev tutuyor ve maceranın asıl kısmı başlıyor. Hedwig’e görürü görmez aşık olduğu hissine kapılıyor. Ve adeta yaşamını onunla anlamlandırıyor. Sevginin daima anlamlandırma ve var etme gücü var sanırım insanlar için:

Para cebimde bankadan çıkarken kendimi çok tuhaf hissettim: Benim paramdı bu; onu biriktirmiştim, onu biriktirmek çok da zor olmamıştı, çünkü iyi para kazanmıştım, ama aralarından geçip dışarı çıktığım beyaz mermer sütunlar, altın yaldızlı kapı, kapıcının yüzündeki sertlik, bütün bunlar içimde parayı çalmışım gibi bir duygu uyandırdı. (Sayfa 42)

Onun kaldığı apartmanın önünde beklemeler. Onu görmeye çalışmalar ve içten içe körüklenen bir arzu. Sevgidir belki bütün bu yaşananlar ama öyle demiyor Walter:

Sevgi her şeyi anlatabilen bir sözcük değil, belki yalnızca işin esasına en fazla yaklaşanı, hepsi bu. (Sayfa 44)

Walter’in ilk yıllardaki açlığının ömür boyu sürecek bir “açlık travması” yarattığı vurgulanmalıdır. Bu travma, artık iyi bir gelire sahip olan baş kahramanın sözlerinde yoğun biçimde hissedilir.

…açlık gelip gidiyor, gelip gidiyor, bir depremin dalgaları gibi içimi sarıyordu. (Sayfa 111)

Savaş psikolojisinin yıkıcı izleri de eserde kendine sıkça yer bulur:

İnsanların son kez bakıp birkaç dakika sonra öldükleri aynalara bakmıştım, duyduğum öfke ve tiksintiden üzerlerine çekiçle vurarak kendi yüzümü dağıttığım aynalar – gümüş kırıntılar dökülmüştü dudak boyası ile tıraş makinesinin üzerine; banyo teknesinin dibindeki tıpayı çekip çıkarmıştım, su dört kat aşağıya inmiş, lastik hayvanlar yavaş yavaş  teknenin kireçli dibine doğru batmaya başlamışlardı.  (Sayfa 81)

---------------------------------------
Eserde renklerin çağrıştırdığı birtakım olgular bulunmakta ve bunlar esere akıcılık ve sürükleyicilik katmaktadır Örneğin; kırmızı şehvet, savaş ve açlığa göndermelerde bulunuyor. Yeşil renk ise umudu ve güzelliği vurgular nitelikte görünüyor. Renklerin bu denli sık kullanılması, vuruculuğu bir kat daha artırıyor.

Açlık ve şehvete vurgu şu cümlelerde –alenen- okunabilir nitelikte görünür:

Bu puding hep kırmızı, panayır yerlerinde satılan çubuk şekerler kadar göze çarpan bir kırmızılıkta olurdu. (Sayfa 19)

Doktorun kırmızı, ince, hafif kıvrık dudaklarından annemin öleceğini anlamıştım. (Sayfa 23)

Bu kâğıtların üzerine bir kadının kırmızı dudakları basılmış; kan kırmızı ağzın altında şu sözler okunuyor: “Dudak boyanızı lütfen el havlusuna silmeyiniz.” (Sayfa 28)

Çok içtenlikli, kırmızı bir yüzü vardı… (Sayfan 78)

Kırmızı mantosun giymişti, başında da kara şapkası vardı, onu kırmızı mantoyla görmekten ne kadar hoşlandığımı nasılsa söylemiş bulunduğumu hatırladım. (Sayfa 85)


..bana kiraz marmeladı  gibi kırmızı, yeni bir şapka alıyordu…(Sayfa 102)


Hedwig bir daha baktı ağzına; ağzının üzerinden yine kuvvetli ve ağır hareketlerle bir çizgi geçirdi, sanki yeteri kadar kırmızı değilmiş gibi yaptı bunu, ancak daha sonra bileceğim şeyi şimdiden biliyordum. (Sayfa 111)


Umudun, sükunetin rengi yeşil ise şu cümlelerde –maksadını zor belli etse de-varlığını kuvvetlendirir:

Saçları koyu renkliydi, mantosu, sıcak, yağmurlu bir gece sonunda topraktan fışkırmış çimlerin yeşilliğindeydi; öyle yeşildi ki, kesinlikle çim kokuyordur gibi geldi bana. (Sayfa 35)

Bana şu mektup kağıdını verin lütfen, büyük yeşili. (Sayfa 78)

..yumuşak, yeşil deri kaplı bir defter aradım.. (Sayfa 80)

Hedwig ellerini başının arasına almıştı, yeşil kazağı yukarı kaymıştı…(Sayfa 82)

---------------------------


Sözün özü; savaşın, açlığın hüküm sürdüğü kırmızı, aşkın ve arzunun önlenemez kırmızısı ile birleşecek ve savaşla birlikte/savaşa rağmen huzurun, yaşamın, barışın yeşili ile dengeli/dengesiz bir çizgide ilerleyecektir ömür boyu. Her koşulda kırmızı acısını sık sık hissettirecektir yaşam içinde…

İlk Yılların Ekmeği, açlık yıllarında zor elde edilen bir ekmeğin yaşam süresince nasıl yıllara pay edildiğini ve lokma lokma yutulduğunu gösteren trajik bir anlatı. Okumaya değer…




Heinrich Böll // İlk Yılların Ekmeği
Can Yayınları, 1998
Almanca aslından çeviren: Zeyyat Selimoğlu

No comments:

Post a Comment