October 25, 2012

John Steinbeck // İnci (1947)



“Ama inci hepimizi yok edecek.” diye haykırdı Juana. “Oğlumuzu bile”                                                                                                            (Sayfa 49)

“Kino, alaşafakta uyandı.” diye başlar, İnci. Kino, eşi Juana ve bebekleri Coyotito’nun öyküsünü anlatır. Tam 100 sayfada dile gelen eser; ailenin, incinin ve düşmanın türküsünü haykırır.

--------
Kumsala vuran dalgaların sesi ve izleri. Doğaya ve doğanın ezgisine/türküsüne duyulan büyük saygı. Saz evlerde yaşayan Kino ve Kino’nun halkı. Aç, çıplak ve çaresiz; eğitimsiz, doğal ve hakiki.



Bir Kızılderili olan Kino’nun, inci avcısı, mutlulukla dolu yuvası, Ailenin Türküsü ile çınlar. Mutludur, mutlu:

“Bir kerecik konuşmuşlardı bu arada, ama konuşmak salt alışkanlıktan doğuyorsa ne gereği vardı ki. Kino, mutlulukla içini çekti, konuşma buydu işte.” (Sayfa 14)

Kaldı ki, düşman her yerdedir ve Kino’nun şu sahneye bakışı bile başına gelecekleri bize aktarmada yeterli olur:

“Kino, dev bir karıncanın kurduğu toz tuzağından deliler gibi kaçmaya çalışan küçük karıncayı bir Tanrı gibi kayıtsızca izledi.” (Sayfa 13)

Bir akrep, Coyotito’yu sokar ve Uğursuzluğun Türküsü duyulur. Bebeği, kasabanın zenginlere mahsus kısmında yer alan acımasız doktora götürmek mecburiyeti doğar. Parasız oldukları için bebeği muayene etmez doktor. Juana’nın bu durum karşısında ettiği büyülü yakarılar, karşılık bulacak ve Kino, denizden devasa büyüklükte bir inci bulacaktır. Artık, tek arzusu onu satmaktır:



“Tasarlamak, gerçek bir şeydir; açığa vurulmuş düşler, denenmiş demektir.” (Sayfa 39)

İncinin bulunması, bir çığ-lık gibi yayılır kasabaya. Kino, saldırılara maruz kalır. Eşi Juana, kavramıştır gerçeği artık:

“Uğursuz bir şey bu.” dedi sertçe. “Günah gibi bir şey bu inci. Bizi yokedecek.” (Sayfa 48)

İnciyi satmak, kolay olmayacaktır çünkü sistem, ağlarını örmüştür. İnci alıcıları, tek elden yönetilmektedir:

“İşte şimdi bir tek alıcı vardı, çok kollu bir alıcı ve yazıhanelerinde oturup Kino’yu bekleyen bütün alıcılar kaç para önereceklerini, ne kadar yükseleceklerini, hangi yöntemi kullanacaklarını önceden öğrenmişlerdi.” (Sayfa 52)

Kino, bu sisteme itiraz eder ve önerilen düşük fiyatları kabul etmez. Bu bir direniştir aslında:

“Başka ne yapabilirdim ki? Dolandırıcı bu herifler.”
Juan Tomas ağır ağır salladı başını. Ağabeydi o. Kino ondan öğüt bekliyordu. “Anlamak güç.” dedi. “Ta beşikten mezara dolandırıldığımızı biliyoruz. Yine de yaşamayı sürdürüyoruz. Sen yalnızca inci alıcılarına meydan okumadın, bütün bir yapıya, bütün yaşam biçimine meydan okudun. Senin adına korkuyorum.” (Sayfa 64)

Kino, adına korkmak gerekir. O, sisteme isyan etmiştir. Öğüten, dayatan ve bunu makul gören sistem. Herkesi kul, kendini okul gören sistem. Kapan, kendi iletip kendi yapan, kendi kendisine satan, seni “sen” yapan sistem. Neticede, Kino kendi içsel sükunetini yitirecek ve sistemin adamları ile mücadeleye girişecektir.

 

Kino’nun yaşamını inci öncesi ve sonrası diye sınıflandırmak gerekir. İnci öncesi, bilinçsiz mutluluk ve kabullenme dönemi; inci sonrası bilinçli mutsuzluk ve isyan dönemi. Hangisinin daha iyi olduğuna Tanrı/lar (?) karar verecektir.

Güzel Şeyler
* Kino ve ailesinin sahip olduğu “Ailenin Türküsü”: Bireyi mutlu ve sakin; doğa ile bütün kılmakta. Yaşamın ezgisini hissedebilmek için nefis bir yaklaşım.

*Kino’nun Azmi: İnsan, mücadelesini var edebilmek/sürdürmek için düşmanlar yaratmalıdır. Kino, tasarısını sonuna dek sürdürür.

*Coyotito’nun incideki yansımaları: Bazen Coyotito’nun bir ‘umut’ olduğu görülür. Okuyacak ve halkını bilinçlendirecektir. Bir ışıktır adeta küçücük bebek. Son kısımlarda incide görülen yansıması ise insanı yaralar.

*Steinbeck’in Dili: Dilin şiirsel akışı, ezgisel ilerleyişi kışkırtıcı şekilde güzel. Sözcükler, deniz kıyısındaki saz kulübelere götürüyor okuru.



Okumak Gerek: İçindeki inciyi görebilmek için, ruhunun ve doğanın müziğini duyabilmek için, sistemi anlayabilmek için, isyan edebilmek ve bireysel bir belleğe sahip olabilmek için.




John Steinbeck // İnci
Sel Yayıncılık, Eylül 2012

No comments:

Post a Comment