KİRALIK KONAK: SIĞINAK MI HAPİSHANE Mİ?
“Fakat, Seniha sadece güzel ve süslüydü.” (Eserin son cümlesi)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı ilk romanı Kiralık Konak’ın birinci baskısı, 1922 yılında Dergâh Mecmuası Külliyatı tarafından yapılır. Batılılaşma çabalarının hüküm sürdüğü, Doğu ve Batı algısının biçimlendiği, toplumsal çözülmelerin görüldüğü dönemin nitelikli bir fotoğrafını çeken eser, yaşanan değişimi aktaran şu cümlelerle açılır: “Zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok âdetler değişti.” (Karaosmanoğlu 9)
İstanbul’da iki devir yaşanır: Biri İstanbulin; diğeri redingot devri. (10) Zarif, nazik, kibar insanların yer aldığı İstanbulin devri, ölçülü bir İstanbul Efendisi’ni teşkil eder. Bu, bir çeşit Osmanlı kibarlığı yaratır. Öte yandan bunu takip eden redingot devri kendini bulamamış bir portreyi işaret eder: “Sonra redingot devri geldi ve redingotun içinden yarı uşak, yarı kapıkulu, riyakâr, adi bir nesil geldi.” (11) Konaklardan köşklere geçişin yaşandığı bu devirde, düşünceden yaşayışa her unsur gelenek dışında kalır. Eserin kahramanlarından Naim Efendi, bu iki devrin arasında sıkışıp kalmıştır: “Naim Efendi, aşağı yukarı bu redingotlu nesle mensup olmakla beraber, vücudu henüz körpe iken İstanbulin içinde yetişip gelişmiş kimselerdendi.” (11)
HEM CEZA HEM CEZALI: NAİM EFENDİ
Naim Efendi ruhunu saran/sarsan bu ikilik içinde yaşar. Şaşkındır ve onu şaşkınlığa sevk edecek bir ortam vardır. “Vakıa o, yirmi beş yaşından beri daima şaşan, tiksinen, ürken ve kaybolmuş bir ömrün hasretini çeken bir adamdır.” (12) Naim Efendi, son senelerde konuşulan Türkçeyi dahi anlamakta güçlük çeker ve böylesi bir yabancılaşma içine girer. Naim Efendi’nin konağında üç nesil birlikte yaşar. Kendisi, kızı Sekine Hanım ve damadı Servet Bey, torunları Cemil ve Seniha. Üç kuşak arasında yaşanan çatışma eseri hareketlendirir ve çatışma unsurunu oluşturur. Bu çatışma içinde Naim Efendi hem ceza hem cezalıdır. “Bir cezaydı, arkasında bıraktığı âleme karşı; bir cezalıydı kendisini karşılayan bedbaht ve avare zürriyet önünde…” (166)
Servet Bey, küçüklükten beri Fransızca bilen, opera parçaları dillendiren, “sigar”ını tüttüren, Avrupa yolculukları için valizi hazır, alafrangalığa düşkün biri olarak tasvir edilir. Servet Bey’in oğlu Cemil ise ondan da farklı bir hayat tarzını benimser. “Hususiyle, Servet Bey’in oğlu Cemil, henüz yirmi yaşında bir mektep çocuğu olmasına rağmen, Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların, bazı eğlenceli evlerin sadık bir gediklisidir.” (15)
Eserin mühim karakteri Seniha, yeni tiyatro piyeslerini takip eden, Paris gazetelerini okuyan, alaycı ve şuh bir genç kızdır. Seniha, babasının hareketlerini bile ilkel olarak değerlendirir. “Fransızca, “Nereye kaçmalı?” sözü dilinde daimi nakarattı.” (28) Konak havasından sıyrılmak ve Batı’yı görmek isteyen Seniha, konaktaki zamanlarında arkadaşlarını ağırlar ve çay günleri, davetler tertip eder. Bu günlerde Avrupalı kadınlar gibi giyinir, süslenir. Bu davetlerden birinde büyük halasının oğlu Hakkı Celis de yer alır. Hakkı Celis, şiire meyyal, duygulu, Seniha’ya sevgi besleyen bir gençtir. Öte yandan Cemil’in arkadaşı Faik Bey de sürekli eve girip çıkar. Faik Bey, flört sever, çapkın, yurtdışı gezileri yapmış, kumara düşkün, havai bir kişidir. Seniha ile arasında arkadaşlıktan öte yakınlaşmalar olur ve bu konudaki söylentiler herkesin malumu haline gelir.
Bu şartlar altında konağın geçimini temin etmeye çalışan Naim Efendi, bir yandan yaşadığı geçim zorluğunu ötelemeye, bir yandan da evdekilerin savurganlıklarına, tavırlarına, yaşama bakışlarına alışmaya, tahammül etmeye çalışır. Naim Efendi’nin kız kardeşi Selma Hanım, ona yaptığı ziyaretlerden birinde gerçeği haykırır: “Kardeşim, kardeşim,” dedi, “bunlar bizim sebebi felaketimiz olacaklar.” (35)
İç sıkıntıları yaşayan, daima bunalan, evden ve ülkeden kaçmak, gitmek isteyen Seniha’nın durumu onu çok seven Naim Efendi’yi endişelendirir. Durumun çözümünün ‘evlilik ve çocuk’ olduğuna kanaat getiren Naim Efendi, o günden sonra Seniha’yı evlendirmeye çalışır. Seniha ise Faik Bey’e ilgi duymakta ve flört bir tarzı bir aşkı tercih etmektedir. Faik Bey, bu şıpsevdi tarzına rağmen, birdenbire Seniha’ya âşık olur. “Bir hafta içinde kendini sanki on yıldan beri bu kızın âşığıymış gibi hissetti.” (68)
Seniha, iç sıkıntısından kurtulmak için halası Necibe Hanım’ın yanına, Büyükada’ya gider. Burada yapılan ev eğlenceleri ve Faik’le gerçekleşen görüşmeler herkesin dikkatini çeker. Söylenti açıktır: “Naim Efendi’nin torunu Seniha Hanım ile Kasım Paşa’nın oğlu Faik Bey sevişiyorlar.” (67) Naim Efendi’ye adı geçen ilişkiyi aktaran birçok imzasız mektup gelir. Durumu damadı Servet Bey’e söyleyen Naim Efendi, işin olağan karşılanması ile hayal kırıklığına uğrar. Alışması gerekmektedir artık, değişen çok şey vardır. “İki pencere arasında yaldızlı kalın bir çerçeve içinde asılı duran bu Mahmudiye fesli adam gibi o da sesini çıkarmamaya ve saatlerin değişimine tabi olmaya ve başkalarının elleri kendini nereye bırakırsa orada kalmaya mahkûm değil miydi?” (77)
KAÇAK MADAM BOVARY: SENİHA
Seniha ile Faik arasındaki flört sürer. Bu arada bir gece Faik kumarda yüklü miktarda para yitirir ve borçlanır. Borcunu ödeyebilmek için Seniha’dan yardım ister. Karmakarışık saçları, sapsarı yüzü ve kirli sakalı ile eve gelen bu Faik, eski alaycı, gizemli Faik’e benzemez. Zordadır. Elmaslarını vermeyi düşünen Seniha, belki hayatında ilk kez ciddi ciddi düşünür. Hayat ona en yalın şekilde görünmüştür: “Bu dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirliydi!.. Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zarafet, insanın üstünde hafif bir cilaydı.” (93) Derin düşüncelerle boğuşmaktan imtina eden Seniha, Faik Bey’e karşı da soğuk davranmaya başlar. Faik Bey, ona daha da sevdalanır. Bu sevda zaman içinde kinlenmeye, tehdit etmeye dek şekillenir.
Seniha, düşüncelerinde kararsızdır. Bu kararsızlık, içinde var olunan zamanın bir ürünüdür esasen: “Onun için zaman, bütün müesses şeyleri temellerinden sarsan inkılap rüzgârıydı; onun için zaman, kalplerdeki ihtilaç [çarpıntı] ve yüzlerdeki endişeydi; herkes, arkasından mütemadiyen itildiğini hissediyor; fakat, ne iteni, ne de gittiği yeri biliyordu.” (84) Seniha, dedesini üzdüğü için pişman olsa da bu pişmanlığı kısa sürer ve düşünceleri çarçabuk maddeci bir görünüme bürünür. Seniha’nın kararsızlık içindeki çıkışlarından biri dedesi Naim Efendi’yi büyük oranda üzer ve hasta eder. Adamcağız kendini en az on yıl yaşlanmış olarak bulacaktır. (101) Bir kez olsun meramını anlatmayı denemek üzere Faik’in babası Kasım Bey’e giden Naim Efendi, burada da aradığı yanıtı bulamaz.
Konak, Naim Efendi’nin yegâne sığınağı haline gelir. Yaşlı adam, kendini burada daha anlamlı, daha bir güvende hisseder. Etrafındaki tuhaf tepkilere, anlam veremediği tavırlara tahammül etmek için bu eve, bu evdeki odasına ihtiyacı vardır. Seniha’nın durumunun ağırlığını kaldıramayan Naim Efendi’nin hastalığı ilerler ve artık bu ‘konak’ tahammül aracı olmaktan ziyade ‘hapis’ vazifesi görmeye başlar. Konak, değişen zamana direnmekte zorlanan Naim Efendi’nin ruhudur bir bakıma.
Seniha, Naim Efendi’yi buhrana sürüklemeyi sürdürecektir. Hatta görece rahat tavırlar takınan babasını dahi ürkütebilmiştir. Naim Efendi için bir sığınak olan konak, Seniha için hapishane mekânı olarak değer görür. Seniha kaçarak, güzelliklere ulaşacağını düşünür. “Biliyorum ki, hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında, gürültülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavî, inişli yokuşlu, bitmez tükenmez bir sahadır.” (110) Bu düşünceler içindeki Seniha, Paris’e gitme arzusu taşır ve kendisi için hapishane olan bu sığınaktan tiksinir. “Genç kız: ‘Ben de, ben de bu bahçe gibi çürüyeceğim,’ dedi, ‘günün birinde farkına varmaksızın ben de ansızın bir tabaka kuru yaprak yığını altında görülmez olacağım!” (118) Hisleri hiddetle yoğrulan Seniha, dalgın ve sinsi bir hâl alır. Tek çaresi kaçmaktır Seniha’nın. Bir yolunu bularak yurtdışına kaçar ve aile bireylerine bu durumu mektupla, sonradan, haber verir. İstediği romantik, Batılı ortama kavuşmuştur.
Madam Bovary’nin ruhundaki romantik hislerin benzerini yaşayan Seniha, içinde bulunduğu durumdan memnun olmayan, tatminsiz, ruhunu doyurma fırsatını elde eder. O böyleyken, İstanbul’da savaşın rüzgârı esmekte, ekonomik güçlükler ortaya çıkmaktadır. Konak, satılacak duruma gelmiştir. Artık bu eski yapı da yıpranmış, zamana ayak uyduramaz duruma gelmiştir. Servet Bey ve Sekine Hanım, bir fırsattan istifade ederek Şişli’de bir apartman dairesine taşınırlar ve Naim Efendi’yi yalnızlığa terk ederler.
ÖLÜM ADAMI: HAKKI CELİS
Naim Efendi’nin yalnızlık zamanlarında ona yarenlik eden kişi Hakkı Celis olur. Artık seferberlik ilan edilmiştir ve Hakkı Celis, bir asker olmuştur. Şairane ruhlu bu genç, vatan sevgisi ile güçlenen bir karaktere bürünür. Şiire olan ilgisini yitirmiş, felsefi düşüncelere kapılmıştır. Yurt dışından dönen Seniha ile Şişli’deki evde görüşen Hakkı Celis, onu hâlâ sevse de değişmiştir. Devir herkesi değiştirmiştir. Seniha’nın ona hiçbir zaman hayat adamı olmayacağını, hep felsefe yaptığını söylemesi üzerine ruhunda bir soru belirir Celis’in: “Öyleyse ölüm adamı olurum.” (152) Zaten bir askerdir ve bu görevin içeriğini belki ilk kez kavrar. Asker, ölür ve bu kutsaldır. Öldürür ve bu gerçektir. O hâlde o, hakikaten bir ölüm adamıdır. Bu ölüm adamı, Naim Efendi’nin yaşaması ve direnmesi için bir destekçi konumundadır. Naim Efendi, Hakkı Celis’e bir şeylerin timsali gibi gelir: “Naim Efendi de yeni başlayan devrin eşiğindeki korkunç hayaletlerden biridir. Hiç şüphesiz arkamızda bıraktığımız mazinin son feryadı ve önümüzde hissettiğimiz uçurumun ilk ürpertisi Naim Efendi’dir.”(166)
Yakup Kadri’nin eser boyunca tercih ettiği hâkim anlatıcı bakış açısının dönemdeki değişimi eleştiren yapısı, Hakkı Celis karakterinin ‘düşünceli, sorgulayan’ yapısı ile eser içi bir karaktere aktarılır. Hakkı Celis olması gereken kişi arayışını temsil etmektedir. Sonunu göremese de bir kurtuluş arayışı içinde olmalıdır bu kişi. Hakkı Celis gözünden bakılan devir şu şekildedir: “Havada değişen bir şey var. Başlarımız üstünde nereden geldiği bilinmeyen yeni bir yel esiyor. Bu yel kızgın çöllerin içinden çıkmış gibi ateşindir; alnımızı bir alev gibi yakıyor. Bu yel yüksek ve karlı tepelerden inmiş gibidir; bize her temas edişinde derimiz biraz daha sertleşiyor; kemiklerimiz biraz daha katılaşıyor; bu yel, bazen denizlerde esen hafif rüzgârları, sıcak yaz günlerinin sonundaki serin meltemleri andırıyor; bin türlü karmakarışık sıtmalarla yanan göğsümüz üstünde tatlı ve teselli verici bir öpücük halinde dolaşışları var. İşte, ben, bu yolun önüne katılanlardanım! Fakat, nereye gidiyorum, bilmiyorum. Bir garip heyecan içinde sarhoş gibi yürüyorum ve korkmuyorum. Çünkü koyu, uzun ve sayısız bir kafilenin içindeyim, yolumuzun sonunda belki bir uçurum da olsa yürüyeceğim; zira benim için hiçbir şey geriye dönmekten daha fena değildir!” (168) Celis, bireysel sevgiden yavaş yavaş uzaklaşmış, Seniha yerine vatanı sevmeye başlamıştır. İstenen de tam olarak budur. “Millet denilen şey Naim Efendi gibi müstehaselerle [fosillerle], Senihalar ve Faik Beyler gibi sefil iştahlı insanlardan mürekkep bir varlık değildi. Bunlar milletin çürüyen ve dökülen tarafıydı.” (175)
---------
Hakkı Celis, kafasındaki düşüncelerle nasıl bir asker olacaktır? Seniha, Faik’in ona olan aşkına ne cevap verecektir? Konak ve Naim Efendi daha ne kadar yıpranacaktır? Bu soruların yanıtı ve daha fazlası için eseri okumak gerekecektir.
--------
Esere adını veren konak, bir süre sonra kiralığa çıkarılır. Aslında dönemdeki bireyler de birer kiracı görünümündedir. Kimse bir yere ait değildir ve bir yer de kimsenin değildir. Aidiyet duygusunun yitirildiği, değerlerden uzaklaşılan ve şekilci değişikliklerin yapıldığı bu dönem, göçebe ruhların barındığı bir yapıya sahiptir. Artık birçok acılı ruh vardır ve daimi bir karmaşa. Bu karmaşa ise hâlâ hararetle sürmekte, sürmekte ve inatla sürmektedir.
KAYNAKÇA
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Kiralık Konak. 49. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2013
August 28, 2015
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU // KİRALIK KONAK (1922)
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment