“Hatırlamamaya çalış sen de Fuad. Unutmaya çalış. Yapamaz
mısın?” Teselli etmeye çalışıyordum Fuad’ı bu sözlerle. Anlamıyor. Yüzünde
sakalı, sakalın içinde yüzü, kendini yitirmiş, anlamıyor. “Beni anlamıyorsun
Fuad! Hiç anlamadın.” Ben de Fuad’ı anlamıyorum. Sakalının içinde beliren
oyuktan belli belirsiz dökülüyor sözcükler. Anlamıyorum Fuad’ı. Dershane
zamanında öğrencimdi Fuad, ufaktı, alıktı biraz. Bana Niyaziçiğim derdi, bir
tek beni severdi, herkes bana “hocam” derken, o beni böylesi severdi. “Sevdiğim
kızı unutamıyorum Niyaziçiğim.” dedi şimdi bana, anladım. İnsan gerçekten dinleyince, anlıyor.
Öğrencilerimizi Mevlana Gezisi münasebetiyle Konya’ya
getirmiştik. Yıllar sonra tekrar Fuad’ı görecektim, onu ve samimiyetini
özlemiştim. Beni barın çıkışında gördüğü an güçlü kollarıyla kavradı, kocaman
olmuştu, üç kere döndürdü, “Niyaziçiğim” şeklinde coşku ile sinesine sardı,
hüzünlendim. Fuad’ın ailesi fakirdi, babası da sakat kalınca Fuad’ın eli ayağı
kırılmıştı, o bana sarıldığı an onların evini ziyaretimi hatırladım, içtiğimiz
çorbayı hatırladım, ben içmeden içmeye başlamıyorlardı. “Sen doyunca hocam, biz
doymuş oluruz.” diyordu anası vakur bir duruşla, her şeyi unuttum ve bunu
hatırladım, ağzımdaki sakızı yutuvermişim.
Bardan içeriye süzüldük Fuad’la. Birer bira söyledik,
geçmişi yad edecek, dertleşecektik. “Niyaziçiğim” diye başladı söze.
“Yapamıyorum.” Ağladı o koca gövdeye zıt bir görünümle. “Neden” diye sormazdık
biz. Bilir ama sormazdık, sormazdık işte. Kendi yaşlanmış yüzümü okşadım susarak.
Beni babası yerine koymuştu Fuad, ben bu yükü taşıyamamıştım o zamanlar, yine,
şimdi de taşıyamıyordum. “Kabul etmedi beni, o pici tercih etti.” Cümlelerini
bitirir bitirmez kendi gözyaşını içti bardaktan, o kadar ağlamıştı. İçkinin, mi
öykünün mü bilmem, tesiriyle kelimeler boğazımızda düğümlendi, gülümsemeye
çalıştık bol bol.
Kaldığımız otelin karşı tarafındaydı yaşadığı yer. “Bırakmam
Niyaziçiğim!” diyecekti, dedi, biliyordum. Çorbacıya gittik, kelle paça,
çorbamızı içtik, hâlâ gülümsüyorduk. Dudaklarından “Pic” sözü çıkar çıkmaz
kendini tuttu, elleri yumruk şeklini aldı, gülümsüyordu, büyülenmiş gözleri
normale döndü, ferahladı. Evine bir kahve içmeye davet etti, kıramayacaktım.
“Burası Konya’nın en rahat yeridir Niyaziçiğim. İşinin pici olmuş herkes
buradadır.” “Nasıl” demeyecektim, gülümsedim. Evi, on iki katlı bir binanın
girişindeydi. İçeri girdik, öğrenci evi gibiydi, altı kişi üç odada
kalıyorlardı. Salona girdiğimizde koltuğun minderlerinden yere yatak inşa etmiş
birini gördüm, diz üstü bilgisayar karşısında kendinden geçmişti. “Merhaba.”
dedim ama koşar adım uzaklaştı. Fuad’ın ağabeyi Kemal geldi yanımıza. “Allah
razı olsun sizden, iyi ki buradasınız.” dedi. Mutlu oldum, birilerinin gönlünde
iz bırakmak güzeldi. Gözüm sağ üstte yer alan floresan lambaya takılmıştı.
Kısık bir ışık saçıyordu odaya. Gözüm ona sabitlendi, Kemal ve Fuad
konuşuyorlardı bu esnada. “Tekrar bekleriz hocam. Niyaziçiğim.” Anlıyordum
hepsini, Fuad’ın yüzündeki sakalın içinde gizlenmiş olanları anlıyordum,
Kemal’in söylemediklerini de.
Hafif sarhoşlukla, gelen Türk kahvesini bitirdim, şekeri
fazlaydı, belli etmedim. Kalkmak için izin istedim, otele dönecek öğrencilere
göz kulak oluverecektim. Kötü şeyler hep zamansız
olur. Hep böyle olur. Kaçar gibi çıkan kişi kapıyı kırarcasına tekmeledi ve
odaya daldı. “Yeter.” diye bağırdı, “Yeter, hepiniz zavallısınız.” Şaşırdım,
Fuad ürkmemişti. “N’oluyor sana pic!” sözlerini sarf etti ve üzerine atıldı
onun, çıldırmıştı, floresan lamba ışık saçmıyordu, “Allah razı olsun, efendim.
Bizi, siz eğittiniz.” diyordu Fuad’ın ağabeyi o an, durmadan, bozuk plâk
misali, gülümseme zaruriyeti hissediyordum. Fuad, o kişinin ağzını burnunu
dağıttı. Kahvem fazla şekerliydi, dışarıda hava soğuktu, sakindim Fuad’ın
cebinden çıkardığı bıçağı o kişiye saplayışını izledim. “İşte benim öğrencim!”
Keyiflendim, öğrencim iyi işi çıkarıyordu. “Sen benim elimden nasıl alırsın
sevgilimi?” cümlesi her şeyi anlatıyordu. Anlıyordum seni Fuad, bu kez,
tamamen. Sonra, ağabeyi gözyaşlarına boğuldu, içtiği kahve midesine oturdu,
haykırdı: “Yapmamalıydın kardeşim!” Floresanın cılız ışığında sessizce ölüyordu
o kişi. Rahatlamıştı Fuad, uysallaşmıştı. “Pici öldürdüm, Niyaziçiğim. Senin
için öldürdüm.” Anlıyordum seni Fuad, anlıyordum. O esnada telefonum çaldı,
öğrenci grubunda aşırı alkolden komalık olan öğrenciler vardı.
Çıldırdım.
Kendimden geçtim, çıldırdım, sert bir tokat çıkardım Fuad’a,
elindeki bıçağı alıp o melun floresan lambaya fırlattım, ortalık koyu karanlık
oldu, “Ben senin baban değilim pic!” diye kükredim ve evden ayrıldım.
Fuad, sanırım, kendini o floresan lambaya asıyordu. (Daha
sonra…)
·
Olmaz, lamba onu taşımaz.
·
Ölmemeye çalış Fuad, olmaz mı?
·
Bu öykü Konya’ya yakışmaz.
·
Böyle öykü olmaz.
·
Çorba iğrençti.
·
Bana “hocam” deyin, picler! (Pic o, piç deği!)
·
(Hesabı da ben ödedim, utanmaz!)
No comments:
Post a Comment