Bizi buraya sürüklediler, kamyonlara bindirdiler ıssız bir
gecede. Gözlerim görmüyordu geceleri, görmüyordu. Büyük elleri vardı hepsinin,
yüzleri örtülüydü, seçilmiyordu. Başım ağrıyordu, yumruk yedim, başım
ağrıyordu, tekme yedim, tekmeler yedim, başım ağrıyordu, küfrettiler, yüzüm
kanıyordu, üstelemedim.
Lider olduğunu sesiyle belli edeni kükredi: “Akıllı
olacaksınız ulan, adam olacaksınız!” Ağlayanların iniltisini duydum, “Gözümü
öldürdüler.” diyordu önce gözü öleni. Ağlıyordum, kan suyum gözdekini
çevreliyordu. Asfalt yolun eğriliklerinde sarsılıyorduk, hepimiz, hepimiz, en
kibirlimiz, soylumuz, yumuşak başlımız, huysuzumuz, enlerimiz, güzelimiz,
çirkinimiz, partilimiz, hüviyetsizimiz, sarsılıyorduk. Grup lideri yine
kükredi: “Dediklerimi yapacaksınız, yoksa…” Üç noktayı hepimiz aynı anda
doldurduk: “Ölürsünüz, bilmem, ben yapacağımı bilirim, estağfurullah, kamyonu
havaya uçururum, şiir okurum, ağlarım.” Kelimeler ve korkular birbirine
giriyordu, kamyon ilerliyordu, kamyonun paslı kokusu, derin düşünceler ve
başımın ağrısı… İlerliyor, geceyi geçiyorduk.
Aklımda bin türlü sinsi, ham, olgunlaşmamış, tilki… Maho
(Şener Şen) Bilo’yu (İlyas Salman) Almanya’ya götürmek vaadi ile kandırıyordu
1980 yapımı Banker Bilo’da. Bunu
hatırladım birden, aptallığı ve intikamı hatırladım. Kamyona tıkılanları, sahte
polisleri ve tüylü, kötücül köpekleri hatırladım. “Komşi, pasaporte.” sözlerini
duydum ağrıyan başımın içinde, başımın etini yedi tüm hatırladıklarım. Bağırdım
öfke ile: “Nereye gidiyoruz biz?” Burnuma gelen hususi darbe, onu da beni de
kıracaktı… Kan, burnumdan ve zihnimden akıyordu, başım çatlıyordu… Sustum yine
de, sustum, kimse sorumu yanıtlamadı, herkes korkuyordu, leş gibi korku
kokuyordu. Utanmadım, saçlarım perişandı, utanmadım, kendi elimdi tek destekçim,
hafifçe burnumdan kalanı yokladım, bulamadım, utandım, kamyondan atlayacaktım.
Sabahattin Ali’nin Kamyon
isimli öyküsü benim için yazılmıştı, anladım. O öykünün kahramanı Konya’dan
Beyşehir’e gidiyordu, çaresizdi, ben nereye gittiğimi değil neden var olduğumu
bile bilmiyordum. Ben tuhaf bir öykünün, bu öykünün, kahramanıydım, zaten başka
türlü de kahraman, lider olamayacaktım, bırakmıyorlardı, Atay’ı da bırakmamışlardı bunlar, Ali’yi bırakmışlar mıydı sanki? Yerimden hırsla doğruldum, dengemi
bulamadım ve düştüm insan yığının üzerine, korkmuş et parçaları, korkak etler,
ürkek etler, ben neydim sanki, hayır, bu çarka çomak sokacak kadar cesur muydum
ben, tekrar doğruldum, başım ve öyküm ağrıyordu, demirin soğukluğu, karanlık,
her yanım ağrıyordu bu kez, öykü kararıyordu, korkmamam gerekiyordu, ilk kez,
son kez, korkmayacaktım.
Lider, karşıma dikildi, anladım. Nefesi nefret kokuyordu. Sivri burnundan soluyordu, nefesini öldürüyordu, anladım. Hangi öyküdeydik biz, hangisinde? “Dur.” dedi, hararetle, “Atlama.” dedi. Diyebileceği kadarını söyledi, ikimiz de sustuk. “Dur lan.” diye üsteledi bu defa, hararet eşliğinde, “Atlama lan.” dedi kabaca. İkimiz de sustuk. Konuşacak ağız mı kalmıştı sahi? Kamyon, derin bir çukurda sarsıldı, olacağı biliyorduk, başımıza bu gelecekti, tüm ağrıyan eklemlerimle gülümsedim, biraz gaddarca oldu bu, biraz liderce, külhanbeyi gibi oldu. Kamyon, boşlukta yuvarlanıyordu, kamyon bir sona doğru yüzüyordu.
Atlamıyordum ben
lider; sen ise anlamıyordun.
Boşlukta, liderle yapıştı bedenlerimiz, birbirimizi sıkıca
sarıyor, öldürmeye çabalıyorduk, boynuna davrandım, ellerim pamuk oldu,
sıktığım boynu bir ayçiçeğini andırırcasına kabarıyordu her hamlemde. Ölüyordu,
gülüyordum. Karanlıkta bir hayat ışığı, liderin gözlerinden süzülen sıvıyı yüzüme
sürdüm, herkesi görüyordum bu ışıkla, herkesi! Demek ki ben bu ışığı arıyordum
boşa giden ömrümde. İnsanların yüzlerini ilk kez görüyordum, hepsi ben, hepsi
ben! Ben miyarlarca yüzde, sözde bir insandım, sandım, ama ben o gözlerden
süzülenden büyüyen bir çiçektim, şimdi yeni yüzlere yeni öyküler ekecektim…
Dudağıma bir türkü bıraktım, mırıldanmaya başladım, Su gelir sepe sepe… Hâlâ yokum.
Nenni de yârim, hani?
No comments:
Post a Comment