December 26, 2014

KİR-ACI

Her zaman geçtiğimiz sokaklardan geçiyoruz yine. Her zaman yürüdüğümüz yollar bunlar, kendimizi güvende hissederiz hani, içimiz ferahtır, sağ yanda ilkokulumuz vardır, sol yanda beşer katlı iki eski apartman. Bunu biliriz, bunu biliriz yalnızca. Bu sokakları arşınlıyoruz yine, geçmiş hafızamızda.
                                                                                                                                                 Tırmanırız. Kayısı ağacının mühim dört noktasına basarak aşarız iki metrelik yüksekliği, üst bahçeye
Erik çalarız poşeti bir sırığın ucuna bağlayarak, vişne ve kiraz çalarız. Çalarız. Gülümseriz. Şaziye Hanım balkondan bağırır. Cadı Şaziye. Burnu ve görünümü çirkindir. “Sen, kiracının oğlu, ne arayön len orda?” diye birimize çıkışır daima, hep aynı kişiye. Kiracının oğlunun boynu bükülür, yediği yeşil eriğin hafif sert çekirdeği boğazına tıkılır. Ona bakarız, ellerimizi omzuna koyarız, sinirleniriz, öfkeleniriz. Koca koca, insan insan taşlar toplarız yerden, Şaziye’nin yüzüne fırlatırız, güleriz, bağırır, güleriz, kaçarız, güleriz, kiracının oğlunun gözü yaşlıdır, ağlarız, bir koşu dut ağacına tırmanırız. Bizi kimse göremez, bizi kimse göremez! Şaziye şimdi daha çirkindir. Dut ağacına kuşlar misali tüneriz. Şaziye’nin torunu Ayşe hemen ağacın altına gelmiştir. Erkek görünümlü, çirkin Ayşe. Hepimizi ürkütür. Tombul vücuduna uymayan çelimsiz başını kaldırır, bağırır: “Erkekseniz inin len aşağı? Köpekler!” Yüreğimiz titrer, ağzımıza birer ham dut atarız, sakinleşiriz, Ayşe küfreder sonra, ağzından binlerce küçük yaratığın çıkıp ağaca saldırdığını hayal ederiz, kâbus, sanki dallara ateş püskürmektedir, korkarız, dallara ve dutlara, hayata, daha sıkı sarılırız. Delirir Ayşe yeryüzünde, biz gökyüzünün veletleriyizdir. Hakaretler, atılan taşlar, ayıp hareketler, sarsılan ağaç, edepsiz bir canavar, korkarız. Olamaz, kiracının pısırık oğlu “yeter” diye bağırır. “Ben kiralık değilim.” Sığındığı köşeden dal dal iner arza. İçimizden kusanlar olacaktır, küsenler. Ayşe’yi ilk kez korkak görürüz, ilk kez insan, şaşırırız. Kiracının oğlu yumruklamaktadır Ayşe’yi. O koca Ayşe, çürümüş futbol topunun içine koyduğumuz plastik topun patlaması gibi fısar, iner, iner. Kaybolur, yiter. Kiracının oğlu, kir ve acının oğlu değildir gayrı.
Apartmanların girişleri yüksektir, altından geçiyoruz, kendimizden geçiyoruz, ilerliyoruz. Buraları topraktı bir zamanlar, güvenliydi, ottu, börtü böcekti. Şu an sular geçiyor, yapay sular bunlar. Taşıyor, yolu suluyorlar. Öldürüyorlar fazla sudan. Ayaklarımız suda eriyor, buruşuyor, Ayşe’ye dönüşüyoruz şimdi. Şimdi, şimdi, farklı şeyler oluyor. Yasin’in ellerini bağlamıştık, sırtına tekmeyi basmıştık. Mustafa, en azılımız, girişin kuytusunda, üstten insanlar evlerine gidiyor, aşağıda bir tahta parçasına oturttuğu Yasin’e sürtünüyor, yapmayın, daha çocuksunuz, yapmayın, bakkaldan aldığı oralet tozunu üstüne boşaltıyor Yasin’in, yapmayın, sular akıyor şimdi, otlar ölmüş, Yasin yere devriliyor. “Ben erkeğim, piç!” diye küfrediyor, Mustafa sıkı sıkı sarılıyor, korkuyoruz, ne oluyor, çirkin Ayşe’ye benziyor aynı, kaçın Şaziye geliyor, hesap soracak, torunuma ne yaptınız, diyecek, sonra üstüne en beter kıyafetleri alıp gidecek, dilenecek Şaziye, dilenecek. Yasin, onu rahatsız eden bir şeylerin farkında, su çoğalıyor. Mustafa, karanlıkta çoğalıyor, dallanıyor budaklanıyor, ne oluyor, saatlerimize bakıyoruz, F-91W, içimiz geçiyor, utanıyoruz, sıkılıyoruz. Sular akıyor, sular bile akıyor, sular bize bakıyor, bakıyor.
Köprünün ayağına geliyoruz, yeni yapmışlar bu geçidi. İki öyküyü birbirine bağlıyor. Kiracının oğlu hani? Hani Ayşe, Şaziye? Diğerleri? Her zaman yürüdüğümüz yollar bunlar. Uzanan, kapsayan köprünün altında bir karanlık. Bir gölge, bir leke. Tahtalarla güçlendirmişler, güçlükle tahtalamışlar, başımızı kaldırıyoruz, ne olmuş buralara, ne olmuş? Susarız yine, artık hiç konuşmayız. Suskunluğumuzdan bir Ayşe yaparız demek ki, onu susarız. Her zaman sustuğumuz yollardayız ve mahalle maçı yaparız köprünün huzurunda. Kaleye geç Yasin, canın yanıyor, İrfan geliyor, İrfan, taşları kafamıza sokacak, çok yakışıklı, kızlar ona hasta, yeni taşınan Hakanlar diğer takıma geçsin, kiracının oğlu güçlü, o oynamasın, kaleye geç Ayşe, daha uysal nedense, maç başlar, orta saha mücadelesi, Şaziye’den haber var, dilenirken öldürmüşler, haber bir futbol topu bombası gibi düşüyor sahamıza, Ayşe, kalede fenalık geçiriyor, onu seven birisi de varmış, Yasin geliyor yanına, ellerini tutuyor, Ayşe, diyor, seni seviyorum. Afallıyoruz, canımız yanıyor. Köprünün ayaklarından birine çarpan top kaleye giriyor, kalenin dibinde bir taş oluyoruz, gol, gol, gol. Sular sarıyor sahamızı, yakışıklı sular, Yasin’in içi gidiyor, gerçekten seviyor mu Ayşe’yi, seviyor mu, kiracının oğlu isyan ediyor skora, saatlerimize bakıyoruz, maçın bitmesine daha çok var, F-91W, kiracının oğlunu seyrediyoruz, isyan ediyor, bunu izliyoruz, bunu izliyor elektrik direklerinin gevşek kablolarına tüneyen korkak kuşlar, iğde ağacını kovuk etmiş iki kiracı, inin ulan ağaçtan, İrfan geldi, öykümüzü bıçaklıyor.
Ayşe, maçı terk edip gider ayılır ayılmaz. Yasin’in morali bozuk, kalbi yaralı, İrfan bizi dövüyor, tüm kızlar izliyor, korktuğumuz şey tam da bu, İrfan çıkardığı bıçağını gösteriyor korkusuzca. Kiracının oğlunu fark ediyoruz, biliyoruz ki o olmazsa öykü olmaz, atılıyor İrfan’ın üzerine. Şaziye’nin ölüsü, torununun kucağında geliyor sahaya. Ayşe, suyun kenarına bir mezar kazıyor. Yasin, sulu gözlerle bakıyor olanlara. İrfan’ın beline saplananı görüyoruz: Kendi bıçağı. Ölürken bile yakışıklı, biz hep çirkiniz, neden? Kiracının oğlu iki elini kaldırıyor apartmana doğru, ben, diyor, kiracı değilim, değilim! O kadar acım var benim, acının sahibiyim. O esnada apartmanın gösterişsiz pencerelerinin birinden bir gövde sarkıyor, Deli Aykut kendini aşağı atacak. Ben, diyor, Deli Aykut, ben, kendimi öldürmeyeceğim, haykırıyor, köprü çökmek üzere, öldürmeyeceğim, kalın ve kahverengi bir iple bağladığı çantasını üzerimize fırlatıyor, çantasını öldürüyor, içerisinden resimlerimiz saçılıyor, fotoğraflarımız, içinden biz saçılıyoruz, tüm saçmalıklarımız ve vişneler. Yasin’in elleri saçılıyor…
Hiçbir şey anlamıyoruz, laf aramızda.

No comments:

Post a Comment