Her zaman geçtiğimiz sokaklardan geçiyoruz yine. Her zaman
yürüdüğümüz yollar bunlar, kendimizi güvende hissederiz hani, içimiz ferahtır,
sağ yanda ilkokulumuz vardır, sol yanda beşer katlı iki eski apartman. Bunu
biliriz, bunu biliriz yalnızca. Bu sokakları arşınlıyoruz yine, geçmiş
hafızamızda.
Tırmanırız. Kayısı ağacının mühim dört
noktasına basarak aşarız iki metrelik yüksekliği, üst bahçeye
Erik çalarız poşeti bir sırığın ucuna bağlayarak, vişne ve
kiraz çalarız. Çalarız. Gülümseriz. Şaziye Hanım balkondan bağırır. Cadı
Şaziye. Burnu ve görünümü çirkindir. “Sen, kiracının oğlu, ne arayön len orda?”
diye birimize çıkışır daima, hep aynı kişiye. Kiracının oğlunun boynu bükülür,
yediği yeşil eriğin hafif sert çekirdeği boğazına tıkılır. Ona bakarız,
ellerimizi omzuna koyarız, sinirleniriz, öfkeleniriz. Koca koca, insan insan
taşlar toplarız yerden, Şaziye’nin yüzüne fırlatırız, güleriz, bağırır,
güleriz, kaçarız, güleriz, kiracının oğlunun gözü yaşlıdır, ağlarız, bir koşu
dut ağacına tırmanırız. Bizi kimse göremez, bizi kimse göremez! Şaziye şimdi
daha çirkindir. Dut ağacına kuşlar misali tüneriz. Şaziye’nin torunu Ayşe hemen
ağacın altına gelmiştir. Erkek görünümlü, çirkin Ayşe. Hepimizi ürkütür. Tombul
vücuduna uymayan çelimsiz başını kaldırır, bağırır: “Erkekseniz inin len aşağı?
Köpekler!” Yüreğimiz titrer, ağzımıza birer ham dut atarız, sakinleşiriz, Ayşe
küfreder sonra, ağzından binlerce küçük yaratığın çıkıp ağaca saldırdığını
hayal ederiz, kâbus, sanki dallara ateş püskürmektedir, korkarız, dallara ve
dutlara, hayata, daha sıkı sarılırız. Delirir Ayşe yeryüzünde, biz gökyüzünün veletleriyizdir.
Hakaretler, atılan taşlar, ayıp hareketler, sarsılan ağaç, edepsiz bir canavar,
korkarız. Olamaz, kiracının pısırık oğlu “yeter” diye bağırır. “Ben kiralık
değilim.” Sığındığı köşeden dal dal iner arza. İçimizden kusanlar olacaktır,
küsenler. Ayşe’yi ilk kez korkak görürüz, ilk kez insan, şaşırırız. Kiracının
oğlu yumruklamaktadır Ayşe’yi. O koca Ayşe, çürümüş futbol topunun içine
koyduğumuz plastik topun patlaması gibi fısar, iner, iner. Kaybolur,
yiter. Kiracının oğlu,
kir ve acının oğlu değildir gayrı.
Apartmanların girişleri yüksektir, altından geçiyoruz,
kendimizden geçiyoruz, ilerliyoruz. Buraları topraktı bir zamanlar, güvenliydi,
ottu, börtü böcekti. Şu an sular geçiyor, yapay sular bunlar. Taşıyor, yolu
suluyorlar. Öldürüyorlar fazla sudan. Ayaklarımız suda eriyor, buruşuyor, Ayşe’ye
dönüşüyoruz şimdi. Şimdi, şimdi, farklı şeyler oluyor. Yasin’in ellerini
bağlamıştık, sırtına tekmeyi basmıştık. Mustafa, en azılımız, girişin
kuytusunda, üstten insanlar evlerine gidiyor, aşağıda bir tahta parçasına
oturttuğu Yasin’e sürtünüyor, yapmayın, daha çocuksunuz, yapmayın, bakkaldan
aldığı oralet tozunu üstüne boşaltıyor Yasin’in, yapmayın, sular akıyor şimdi,
otlar ölmüş, Yasin yere devriliyor. “Ben erkeğim, piç!” diye küfrediyor,
Mustafa sıkı sıkı sarılıyor, korkuyoruz, ne oluyor, çirkin Ayşe’ye benziyor
aynı, kaçın Şaziye geliyor, hesap soracak, torunuma ne yaptınız, diyecek, sonra
üstüne en beter kıyafetleri alıp gidecek, dilenecek Şaziye, dilenecek. Yasin,
onu rahatsız eden bir şeylerin farkında, su çoğalıyor. Mustafa, karanlıkta
çoğalıyor, dallanıyor budaklanıyor, ne oluyor, saatlerimize bakıyoruz, F-91W,
içimiz geçiyor, utanıyoruz, sıkılıyoruz. Sular akıyor, sular bile akıyor, sular
bize bakıyor, bakıyor.
Köprünün ayağına geliyoruz, yeni yapmışlar bu geçidi. İki
öyküyü birbirine bağlıyor. Kiracının oğlu hani? Hani Ayşe, Şaziye? Diğerleri?
Her zaman yürüdüğümüz yollar bunlar. Uzanan, kapsayan köprünün altında bir
karanlık. Bir gölge, bir leke. Tahtalarla güçlendirmişler, güçlükle tahtalamışlar,
başımızı kaldırıyoruz, ne olmuş buralara, ne olmuş? Susarız yine, artık hiç
konuşmayız. Suskunluğumuzdan bir Ayşe yaparız demek ki, onu susarız. Her zaman
sustuğumuz yollardayız ve mahalle maçı yaparız köprünün huzurunda. Kaleye geç
Yasin, canın yanıyor, İrfan geliyor, İrfan, taşları kafamıza sokacak, çok
yakışıklı, kızlar ona hasta, yeni taşınan Hakanlar diğer takıma geçsin,
kiracının oğlu güçlü, o oynamasın, kaleye geç Ayşe, daha uysal nedense, maç
başlar, orta saha mücadelesi, Şaziye’den haber var, dilenirken öldürmüşler,
haber bir futbol topu bombası gibi düşüyor sahamıza, Ayşe, kalede fenalık
geçiriyor, onu seven birisi de varmış, Yasin geliyor yanına, ellerini tutuyor,
Ayşe, diyor, seni seviyorum. Afallıyoruz, canımız yanıyor. Köprünün
ayaklarından birine çarpan top kaleye giriyor, kalenin dibinde bir taş
oluyoruz, gol, gol, gol. Sular sarıyor sahamızı, yakışıklı sular, Yasin’in içi
gidiyor, gerçekten seviyor mu Ayşe’yi, seviyor mu, kiracının oğlu isyan ediyor
skora, saatlerimize bakıyoruz, maçın bitmesine daha çok var, F-91W, kiracının
oğlunu seyrediyoruz, isyan ediyor, bunu izliyoruz, bunu izliyor elektrik
direklerinin gevşek kablolarına tüneyen korkak kuşlar, iğde ağacını kovuk etmiş
iki kiracı, inin ulan ağaçtan, İrfan geldi, öykümüzü bıçaklıyor.
Ayşe, maçı terk edip gider ayılır ayılmaz. Yasin’in morali
bozuk, kalbi yaralı, İrfan bizi dövüyor, tüm kızlar izliyor, korktuğumuz şey
tam da bu, İrfan çıkardığı bıçağını gösteriyor korkusuzca. Kiracının oğlunu
fark ediyoruz, biliyoruz ki o olmazsa öykü olmaz, atılıyor İrfan’ın üzerine. Şaziye’nin
ölüsü, torununun kucağında geliyor sahaya. Ayşe, suyun kenarına bir mezar
kazıyor. Yasin, sulu gözlerle bakıyor olanlara. İrfan’ın beline saplananı
görüyoruz: Kendi bıçağı. Ölürken bile yakışıklı, biz hep çirkiniz, neden?
Kiracının oğlu iki elini kaldırıyor apartmana doğru, ben, diyor, kiracı
değilim, değilim! O kadar acım var benim, acının sahibiyim. O esnada apartmanın
gösterişsiz pencerelerinin birinden bir gövde sarkıyor, Deli Aykut kendini
aşağı atacak. Ben, diyor, Deli Aykut, ben, kendimi öldürmeyeceğim, haykırıyor, köprü
çökmek üzere, öldürmeyeceğim, kalın ve kahverengi bir iple bağladığı çantasını
üzerimize fırlatıyor, çantasını öldürüyor, içerisinden resimlerimiz saçılıyor,
fotoğraflarımız, içinden biz saçılıyoruz, tüm saçmalıklarımız ve vişneler. Yasin’in
elleri saçılıyor…
Hiçbir şey anlamıyoruz, laf aramızda.
No comments:
Post a Comment