Popüler olmuştu kaçış öyküleri. Modern hayata ve tüketim
toplumuna meydan okuyan kişiler ormana sığınıyorlardı. Ne var ki çoğunlukla bu
maceralar iyi bitmiyor; kahramanların ölümüyle sonuçlanıyordu. Zaman zaman
kahramanın modern hayata tekrar döndüğü ve daha dengeli bir şekilde sistemin
çarklarına dâhil olduğu da gözlemlenebiliyordu tabii. Ormana kaçmak, doğal
hayata sığınmak benim de ilgimi çekiyordu doğrusu. Bu amaçla planlamalar
yapmış, kendimi marka ve alışveriş çılgınlığından kurtarmaya karar vermiştim.
Son bir kez, demiştim, son bir kez gideyim de dışarıda yaşamak için gerekli
malzemeleri alayım kendime. Ne gerekiyordu? Liste yaptım.
· *Çadır (insanlardan kaçarken doğadan da kısmen
korunmak gerek)
· *Mat, uyku tulumu (toprağa temas ederek uyumak
zor mu?)
· *Çakı, bıçak (deşecek, keseceğim)
· *Fener (gerek var mı yıldızların ışıltısı varken?)
· *Kalın, ince ip (bağlar, çözerim)
· *Düdük, pusula, harita (hiç pusula kullanmadım)
· *Budama testeresi, el baltası (kendime yeni bir
hayat inşa etmek için)
· *Şapka, güneş gözlüğü (güneş yakıcı olursa)
· *Matara (su)
· *Kazak, polar, mont (mevsimlerce kalacağım demek
ki)
· *İç çamaşırı, tişört (derede yıkamalıyım)
· *Panço, yağmurluk (sırılsıklam olmak var aslında)
· *Havlu (ter)
· *Kol saati (almayacağım bunu)
· *Kalem, kâğıt (belki yazarım)
· *Yemek için kap kacak seti (hayatta kalmak
maksadıyla)
Ne varsa aldım. Yüklü miktarı on iki taksite böldürdüm.
Almayacağım desem de aldım kol saatini ve devasa alışveriş merkezindeki spor
mağazasından elimde poşetlerle çıkınca farklı hissediyordum kendimi artık. Işıl
ışıldı kolumdaki saat. Kahve içilen mağazada oturdum ve saatlerce kaçma planı
yaptım. Şehrin dışında bir ormanlık alan vardı ve oraya gidiyordu günübirlik
kampçılar. İki artı bir oturaklı rahat otobüslerden birine atladım ve şehrin
dışında inene kadar kaçış planımı düşündüm. Cesaret her şey. Saatimin
ışıltıları gün batarken sönmüştü. Araçtan indiğimde hafiflemişti bedenim.
Yediğim koca hamburgeri heyecanla sindirmiştim. Çabuk acıkmayayım diye yemek
katındaki en kalorili gıdayı temin etmiştim ama doğa, insanı acıktırıyordu
işte. Temiz hava, oksijen. Kamp alanına girdiğimde burnuma gelen mangal kokusu
enfesti. İki arkadaş mangal sefası yapıyordu alenen. Bir şeyler içiyor, keyif
katıyorlardı keyiflerine. Saatime baktım, en pahalısını almıştım işimi görsün
diye, sol yanındaki ışıklandırma düğmesiyle ekranını aydınlattım. Anladım
vaktin geç olduğunu, havaya baktım sonra. Daha önce hiç bakmamıştım havaya
vakti anlamak için, bulutlar yitip giderken köşelerde, kızıl bir sessizlik
örtüyordu aydınlığı.
Çadırı güç bela kurdum. Ortasındaki direk onu ayakta
kılıyordu. Alışveriş ürünlerimi nazikçe yerleştirdim köşelere. Oyun havası
ezgileri yükseliyordu gecenin içinden, et kokuları da. Acıkmamıştım daha. Sabredecektim.
Uyku tulumunun içine girdim ve gözlerimi kapadım. Filmlerdeki, kitaplardaki
gibi değildi. Arkada çalan heybetli fon müziği yoktu bir kere. Onun yerini alan
ezgiler vardı ama motive edici değildi bunlar. Üşümüştüm. Psikolojik, dedim tulumun
içine üfleyerek, soğuk değil. Bu gece yemeyecektim. Yarına farklı olacaktı her
şey. Güvenli bölgeydi burası. Burada başarırsam yaşamayı, ıssız yerlere
gidecektim. Gözlerimi kapadım. Uykunun kollarında ürkütücü rüyalar gördüm. Uçan
bazı yaratıklar çocukluğumun geçtiği evin pencerelerine konuyor, vırk vırk
sesleri çıkarıyordu. Ben iblis değilim, diyordu her konan ama gözlerini
belertip sivri dişlerini gösteriyor ve içimi korkuyla dolduruyordu.
Kımıldayamaz olmuştum.
Sabah oldu. Saate bakmadan anladım. Tutulmuştu boynum.
Çadırın ortasındaki direk yıkıldı yıkılacaktı. Dışarı attım kendimi. Gitmiş
mangalcılar, geride poşetler, artıklar, kokmuş et parçaları. Yalnızım. Daha
güzel. Daha güzel.
****
Burada geçirdiğim üç günün öğrettiği bir şey yok. Kampçılar
geldiler, gittiler. Etler yendi, konserveler ve kuru gıdalar öğütüldü.
Kahkahalar, çevreye saçılan çöpler. Bir şey yemedim, canım istemiyor. Zayıfladım.
Kamp alanı bekçileri çadırımın yanına geldiler. İçerdeydim: Deli herhalde, kaç
gündür duruyor burada, konuştuğu ettiği de yok. Attıralım bunu.
İş makinesine konan çadırın içindeydim. Yeşil ormanların öte
yakasına savruldum çadırın içinde. Çizildi alnım, kolum, ruhum. Buralarda pek
insan yaşamışa benzemiyordu. Çöp yığınları vardı bolca. Ağaçların dikenli
yapraklarının izin verdiği noktalarda dikilmiş gökdelenler, toplu konutlar
çarpıyordu gözüme. Saatime baktım, çizikti, yutkundum.
Birkaç gün içinde öğrendim gerçeği. Bir zamanların çöplüğü
olan bu mekânın çevresine binalar dikilmiş ve burası yapay bir vadi olarak
tasarlanmış. Yakında buradaki çöplerin ve ağaçların yerini minik yapay ağaçlar
ve kafeler alacakmış. Düşündüm de o binalarda binlerce insanın stadyumdaki gibi
seyredeceği bir minyatür orman sahasında olacaktım. Bunu kaldırabilirdim.
****
Çadırımı kurduğum yerde rahat yok. Yemedim aylardır.
Yaşamadığımı düşünüyorum. Binalar daha da yükseldi ve içine doluştu insanlar.
Çadırın direği olarak duruyorum içindeyken, dışına nadiren çıkıyorum. Çöpler
temizlendi, renk renk minik yapay ağaçlarla bezendi vadi. Çadırımın olduğu kısımdaki
ağaçlara dokunmadılar nedense. Sular aktı köşelerden, yapay hayvan
maketlerinden yükseldi yapay hayvan sesleri. Bunları duyunca terk ettiler
ormanımı hayvanlar. Geceleri, yapay ay büyüklüğünde lambaların ışıkları
aydınlattı vadiyi. Tertemizdi her yer, tertemizdi vadi, tertemiz.
****
İnsan yemeden de yaşayabiliyor. Alıştım buna. Baba, anne ve çocuktan
oluşan mutlu bir aile, açılır camlı balkonlarının gölgesinde yapay vadiyi
izliyor. Gözlerimden yaşlar akıyor, çocuğun saçındaki taç ışıl ışıl. Telefonlarıyla
ölümsüzleştiriyorlar yeni taşındıkları bu evden görünen manzarayı. Doğaya
kaçmalarına gerek yok, doğa onlara geldi nasılsa. Mutlular, kahvaltı etmeliler,
organik ve samimi. Ağlıyorum aylar sonra. Sonra aylar ağlıyorum. Baba, çocuğunu
kucaklıyor. Vadideki, vadimdeki yapay kuğuları gösteriyor el yordamıyla.
Titriyor çocuk, cama yapışıyor, hava kararıyor.
Saatimi çıkarıp atıyorum. Alıp da kullanmadığım ne varsa –çakı,
bıçak, ip, düdük, pusula, harita, testere, balta- veriyorum ateşe kör bir
kibritle.
Zaman beni öldürmedi, ben onu öldürebilirim.
Tutuşmaya başlayınca gereçler, içimi sevinç kaplıyor. Bir
şeyin yandığı yok onlar dışında. Her şey yanmaz malzemeden. Gerçek sandığım
ağaçlar da. Her şey yapay. Ben de. Ben de.
Kendimi öldüremiyorum ama on iki taksite böldürebilirim.
No comments:
Post a Comment