Bir tek öğrenme yöntemi vardır, diye yanıtladı Simyacı. Eylem yöntemi. Bilmen gereken her şeyi sana yolculuk öğretti. (Sayfa 130)----------------------------------------------------------------------------------------------------
Simyacı, 1988 yılında yayımlandı ve o tarihten bugüne onlarca ülkede sayısız baskı yaptı. Okuduğum baskı Can Yayınları’ndan 2004 tarihinde çıkan 84. baskısı. Kitap 166 sayfadan oluşuyor ve bir çırpıda okunabilecek rahatlıkta.
Santiago’nun kendini bulma serüveni…
------------------------------------------------------
Anne ve babası, Santiago’nun papaz olmasını isterler ve bu amaçla onu papaz okuluna gönderirler. On altı yaşına gelen Santiago, dünyayı gezip tanımak istediğini söyler babasına. Babası ona para verir ve şunları söyler:
Git, kendine bir sürü al ve en iyisinin bizim şatomuz, en güzel kadınların da bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş. (Sayfa 22)
Bu söz, öyküye dair ipucu verir niteliktedir esasen.
Rüyasında bir çocukla birlikte Mısır Piramitleri’ne giden ve çocuğun kendisine orada hazine bulacağını söylemesiyle afallayan ve aynı düşü kerelerce gören Santiago, rüyasını bir falcı kadına yorumlatır ve gitmek için onun da onayını alır. Yaşlı kadın durumu özetler:
Gördüğün düşler hakkında bilgi almaya geldin, dedi bunun üzerine yaşlı kadın. Ama düşler Tanrının diliyle konuşurlar. Tanrı dünyanın diliyle konuşursa bunun yorumunu yapabilirim. Ama senin ruhunun diliyle konuştuğu zaman bunu yalnızca sen anlayabilirsin. Gene de danışma ücreti ödeyeceksin bana. (Sayfa 26)
Yaşlı kadının basit şeyler üzerine sözleri de ilgi çekicidir ve basitlik-sıradanlık çizgisinde düşündürür insanı:
Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilirler bunları. (Sayfa 27)
Falcının yanından ayrılan Santiago’nun değişime yönelik bakış açısı şöyle aktarılır:
Papaz okulunda olduğu gibi, insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.
Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğin kesinlikle bilmez. (Sayfa 29)
Santiago, Salem Kralı ile karşılaşır ve “Kişisel Menkıbe”sini yaşamak zorunda olduğunu anlar:
Dünyanın Ruhu insanların mutluluğuyla beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla, arzuyla, kıskançlıkla. Kendi Kişisel Menkıbe’sini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman , bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar. (Sayfa 34)
Koyunlarının onda birini vermesi karşılığı, Urim ve Tummim adlı kahinlik yapmaya yarayan kutsal taşları alır Salem Kralı Melkisedek’ten. Santiago’nun “farkındalık” üzerine düşünceleri unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatır:
…ve bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar. (Sayfa 39-40)
Endülüs kırlarından iki saat uzaklıkta olan Afrika ülkesine giden Santiago, sattığı koyunlarının parasını burada bir hırsıza kaptırır ve parasızlık nedeniyle bir Billuriye tüccarının yanında çalışmaya başlar. Artık geri dönmeye karar vermiştir ve çobanlık günlerini yaşayacaktır yeniden. Dünyaya bakabileceğini de anlar kahramanımız:
İster bir hırsızın kurbanı olarak, ister hazine peşine düşmüş bir serüvenci olarak olsun, dünyaya bakabileceğini anladı birden. (Sayfa 53)
Billuriye dükkanında yaratıcı ve coşku dolu önermelerle kendini keşfeden Santiago, yeterli parayı biriktirdiği zaman kişisel menkıbesini yaşama arzusunu bastıramaz. Öte yandan Billuriye dükkanını sahibi, hayalleriyle ilgili gerçeği şöyle açıklar:
Beni hayatta tutan Mekke’dir. Hepsi birbirine benzeyen günlere , raflara dizilmiş şu vazolara , iğrenç bir aşevinde öğle-akşam yemek yemeye katlanacak güç veriyor bana. Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak. (Sayfa 66)
Dükkanın büyütülmesine önerisine karşı çıkan Billuriyecinin şu sözleri de içinde bulunduğumuz güvenli alandan çıkma arzumuzu frenleyen korkuyu dillendirir:
Değişmek istemiyorum, çünkü nasıl değişeceğimi bilmiyorum. (Sayfa 68)
Mısır’a doğru giden –Al Fayoum- bir kervana katılmasına yardımcı olacaktır talihi. Burada “Simyacı”yı arayan İngiliz’le karşılaşır.
Çölü geçmeleri gerekir ve deve sırtında ilerlemektedir kervan. İngiliz, yol boyunca kitap okurken, Santiago’da çölün dilini okumaya çalışır ve kararları üzerine düşünür:
Bir şeye karar vermek başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu. (Sayfa 79)
Bir süre sonra çöldeki kabilelerin arasında başlayan savaştan kaçmak isteyen kervan, çöldeki vahaya sığınır ve bu savaşın olmadığı, tarafsız bölgede savaş bitinceye kadar misafir olarak kalır. Savaştan etkilenmeyen devecinin sözleri yolunu aydınlatır Santiago’nun ve anın önemine dair belleklerdeki tozu kaldırır:
Yaşıyorum, dedi delikanlıya, aysız ve kamp ateşsiz bir gece, hurma yerken. Ve bir şey yerken yemekten başka bir şey düşünmem. Yürüdüğüm zaman da yürüyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bugün gelmiş vız gelir tırıs gider. Çünkü ben ne geçmişte ne gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun. Çölde hayat olduğunu, gökyüzünde yıldızlar olduğunu ve insan hayatının özünde bulunduğu için kabile muhariplerinin savaştığını anlayacaksın. O zaman hayat bir bayram, bir şenlik olacak, çünkü hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur. (Sayfa 94)
Romana tat katan “aşk” unsurunu da göz ardı etmemek olmaz. Aşağıdaki düşünceye inat, çöl aşkının “beklemek ve sevmek alışkanlığı” üzerine kurulu yapısı ilgisini çeker bireyin.
Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu. (Sayfa 107)
Aşka dair diğer bir ileti de şöyle verilir:
İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur. (Sayfa 127)
Kitabın sonlarına doğru aşk’a dair nefis bir saptama yer alır:
Aşk, Evrenin Ruhu’nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman , onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun, yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. (Sayfa 152)
Aşkın ve Evren’in dilinin anlaşılması zaman alacaktır ama yöntem basittir aslında:
Deveci hiçbir karşılık vermedi; delikanlının kendisine anlattığı şeyi anlıyordu.Herhangi bir şeyin, yeryüzünde, her şeyin yaşamını anlatabileceğini biliyordu. Bir kitabın herhangi bir sayfasını açarak, birinin elini inceleyerek, ya da kuşların uçuşuna bakarak, ya da kâğıt falı açarak, ya da bir başka yöntemle, o anda yaşamakta olduğumuz deneyimle bir ilişki kurabiliriz hepimiz. Aslında, nesneler kendiliklerinden hiçbir şey açınlamazlar; insanlar bu nesneleri gözlemleyerek, Evrenin Ruhu’nu anlama yöntemini keşfedebilirler. (Sayfa 109)
Vaha’da Simyacı ile tanışır Santiago. Yaşamın diline ulaşan Santiago’nun, gelen savaş tehlikesini sezmesi ve vahadaki kişilerin gözdesi haline gelmesi ile beklenen sona yaklaşır roman…
Simyacı’nın “kötülük” üzerine yaptığı tanımlama düşündürücüdür:
Kötülük, dedi Simyacı, insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır. (Sayfa 121)
Kitap, aydınlatıcı iletiler vermeyi sürdürür:
Bir tek öğrenme yöntemi vardır, diye yanıtladı Simyacı. Eylem yöntemi. Bilmen gereken her şeyi sana yolculuk öğretti. (Sayfa 130)
Simyacı’nın Santiago’ya yüreğini dinlemesini söylediği satırlar, kendi iç sorgulamamız adına da önemlidir:
-Yüreğim acı çekmekten korkuyor, dedi bir gece Simyacıya, aysız gökyüzüne bakarlarken.
-Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her ânı, Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma ânıdır.
-Her arama ânı bir karşılaşma ânıdır, dedi delikanlı yüreğine. (Sayfa 135)
Simyacı, hayat derslerini sürdürür. Aşağıdaki cümleler, hemen yanı başımızda yer alan zenginliklerin farkında olmayışımızın bir isyanıdır adeta ve kitabın ana izleğini oluşturur bir yandan da.
Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar. (Sayfa 138)
Tam da bu noktada bilmeyenler için Simyacıyı tanımlamayalım ve kitaptaki Simya/Evrenin Ruhu ilişkisini konumlandıralım.
Vikipedi der ki;
Değersiz maddeleri altına çevirme, bütün hastalıkları iyileştirme ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirini bulma uğraşlarına Simya, bu işle uğraşanlara simyager ya da simyacı denir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Simya)
Simyacı, kitapta bu tanımı şöyle geçerli kılar:
Dünya, Tanrı’nın yalnızca görünen parçasıdır. Simya da tinsel yetkinliği maddi alana yönlendirir yalnızca. (Sayfa 145)
Santiago’nun yolculuğunun neticesinde vardığı sonuç şudur aslında: Arayışımız en yakın noktada başlar ve biter. Kendimiz.
Ve delikanlı Evrenin Ruhu’na daldı ve Evrenin Ruhu’nun, Tanrı’nın Ruhu’nun parçası olduğunu gördü ve Tanrı’nın Ruhu’nun, kendi ruhu olduğunu gördü. (Sayfa 153)
Ve son söz de kitaptan olsun:
Kim ve ne olursa olsun, dedi, yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu. (Sayfa 158)
---------------------------------------------------------
Sevdiklerim
- Santiago’nun kendini bulma süreci
- Coelho’nun duru ve akıcı anlatımı
- Kitabın temas ettiği “yolculuk” ve “değişim” temaları
Üç Sözcükle Kitap
- Yolculuk
- Keşif
- Ân
Paulo Coelho // Simyacı
Can Yayınları, 84. Basımi 2004
No comments:
Post a Comment