Tuhaf şeylere düşkün olduğunu biliyorsunuz Çetin’in. Küçük
Ejder’in. Bu nedenle yolunu bulamıyor bir türlü. Nedense. Sözgelimi yangınlarda
yananlar, kolu bacağı kırılmışlar, trafik kazasında takla üstüne takla atanlar,
abuk sabuk et parçaları çekiyor ilgisini. Onlara, onların bedenlerine âşık. Hemen
çocuğun adını sapkına çıkarmanızı istemem, buna katlanamam. Güzellik algısı
nedir ki zaten? Zırvalık. Çetin benim uzun burunlu arkadaşım. Ona bu
düşkünlüklerin doğru olmadığını söyledim, bu şekilde devam ederse toplum dışına
itileceğini, dışlanacağını hatta deliler evine tıkılacağını belirttim.
Dinlemedi beni. Nereye? Cevap vermedi. Çöpleri karıştırmaya gittiğini
biliyorum. Kola kapaklarını ters çevirecek, üç kapak getir 1 litre götür ibaresini
görecek, yüzünde bir tebessüm şekillenecek, burnu bir hayli sivrilecek, iki kapak
daha bulana dek gecenin içinde yürüyecek. Topladı mı üç kapağı kungfu figürleri
sergileyecek, evet, boşluğa sistematik tekmelerle, profesyonel darbelerle
saldıracak, gülümseyecek. Mevlut Bakkal’a gidecek bunu takiben, kel kafasını
süsleyen sivilceleri kaşıyan Mevlut’la bir müddet bakışacaklar, önüne hevesle
bırakılmış lekeli kapakları izleyen Mevlut’un canı sıkılacak, canından can
gidecek sanki, ruhu çekilecek, az önce içindeki bedava cips kartları bulunmasın
diye bolca şişirilmiş cips paketlerinin havasını alan mahalle veletlerinin
çürük varlıkları gelecek aklına, tövbe diyecek, sonrasında karşı apartmana
ekmek götürürken binaya yeni taşınan Semahat’ı gördüğü an canlanacak gözünde,
diriliğiyle, kırmızı güzelliğiyle Semahat kokacak merdivenler, apartman o kadın
kokacak, Mevlut’un eli hesap makinesinde anlamsız işlemleri daha sert bir
şekilde, titreyen bir surette yapacak, gönlü eriyecek ve verecek dolaptaki kara
kolayı. Al Çetinim diyecek, kimseye vermiyorum normalde ama sen başkasın, sen tuhaf
bir adamsın, iyi çocuksun. Gözleri yanıp sönecek bakkalın, tekinsiz bir kedi
dolaşacak sohbetin çevresinde. Çetin,neşe içinde götürecek kolayı yandaki arsaya.
Temeli atılmış, sağlam değil, ve tek kat çıkılmış, bağrından sivri demirler
fışkıran metruk yapının altına geçecek, burnunu demirlerden koruyarak kolasını çalkalayacak,
çalkalayacak ve kapağı açılan kola patlayacak. Kolanın
sıvılarını, köpüklerini yumruklarıyla dövecek Çetin. Bruce Lee olacak yine. Hep
öyle olur. Bruce Lee’nin sözlerini söyler: “Zihnini boşalt, biçimsiz ol,
şekilsiz, su gibi, suyu bardağa koyarsın, bardak gibi olur, suyu şişeye
koyarsın, şişe oluverir, demliğe koyarsın, demlik gibi oluverir, su hem
akabilir hem gürleyebilir, su ol dostum.” Onu izlediğimi bilmez, takip ettiğimi
her hareketini, her darbesini izlediğimi bilmez, ne bilsin, bilmez.
Mevlut’un bakkal dükkânı bir sabah kapalı bulundu. Mahalleli
ayaklandı, o günlerde ekmek, yağ, su bulmak zordu ve Mevlut’un haber vermeden ortadan
kaybolması hayra alamet değildi. Polis ekipleri çevirdiler bakkalın
yanını yöresini kırmızı beyaz şeritlerle, kimi şeritler birbirine güçlükle
tutturulmuştu ve bir dubaya bağlanmıştı uçları. İlk rüzgârda dağıldı şeritler,
mahalleli daha da meraklandı, yakından bakmak istedi içine dükkânın. Ne oldu,
dediler, neler oldu, neler olacak, ne olmadı ki, dediler. Bakıp ne gördüklerini
tahmin edemem ama Çetin evden çıkmıyordu nedense. Anlamıyordum bunu. Polislerin
bize de geleceğini ve Mevlut’la Çetin’in öyküsünün bir yerde kesişeceğini sizin
gibi ben de biliyordum elbette, söyleyemiyordum kendime bunu işte, öyle kolay
değildi. Çetin, adamın kaybolmasının birkaç gün öncesinde eve sessizce, geç
vakitte, geldi. Odasına çekildi. Sağ bacağı biraz kısa olsa da, bu onu daha da
yakın kılıyordu Bruce Lee’ye, dengede kalmayı çok iyi beceriyor, odasında
sırtını duvara vererek amuda kalkıyordu. Öyle yaptı, onu izledim, kan beynine
doğru sıçradı, gülümsedi, burnu parladı, çöpten getirip çantasına tıkıştırdığı
bir et parçasını okşadı, sarıldı sıkıca ete, zihnini boşalt, dedi her kime dediyse.
Eti köşeye kaldırdı bu hâlde. Öfkeli gözlerle, olmayan pencereyi aradı, derin
bir nefes aldı, biçimsiz ol, dedi. Gülümsedi. Normal pozisyona döndü, jeet kune
do, dedi. Boşluktaki gölgeye ellerini dua edercesine kaldırdı, sol eli biraz
daha yukarıdaydı, gölgenin sol şakağına defalarca vurdu. Senden önce ben, önce
ben. Haykırdı, ağzından koladan köpükler çıktı. Çıktım odadan.
Polisler etrafını çevirdi. Odadan çıkmıyor Çetin. Adamı en
son sen görmüşsün ulan it, köpoğlu tipsiz, nerede herif, o çelimsiz vücudunu
parçalamadan söyle. Bu kokuşmuş et parçası da ne, sinek kaplamış üstünü, tuh
Allah belanı versin, deli. Tokatlar Çetin’e, tekmeler, küfürler. Fısıltı hâlindeki
çürük dudaklarından gelen ses: Su ol dostum. Üç yıl içeride kaldı Çetin. Akıl sağlığı
yerinde dendi önce, sonra deliye çıktı adı, onu görmedim, gidemedim yanına,
dayanamazdım görsem, harap olurdum. Döndüğünde tadı tuzu kalmamıştı, hiç
çıkmıyordu evden artık. Kendini kapamıştı insanlığa, ben bunun olacağını
söylemiştim.
Gözlerimizi kapıyoruz güne, gece kapı hararetle çalıyor.
Gelen Semahat. Biliyordum geleceğini. Ellerini boynuma doluyor, nedense
soğuk-soluk-donuk eller, yokeller- Çetininin nerede olduğundan emin, beni köşeye
yerleştiriyor bir et parçası hüviyetinde, Çetin’in odasına süzülüyor. Kırmızı
bir ışık yayılıyor duvar çatlaklarından. Dayanamıyorum, bakmam gerekiyor, yoksa
öykünün gerisini anlatamam size, yoksa o yeknesak çıkarımlarınızla kurgumu
mahvedersiniz. Buna meyillisiniz zaten. Jeet kune do, diyor. Kadının kafasına
defalarca vuruyor, kadından ve odadan ve hatta kırmızının kendisinden de kırmızı
bir kan kaynar kaynar akıyor, köpükleniyor, kadına sarılıyor sıkıca Çetin, seni
seviyorum, seviyorum, diyor. Küçük Ejder’im. Kadın böyle sesleniyor, nazikçe
bir et parçasını yapıştırıyor kadının kanayan kafasına Çetin, çekmecesinde özenle
sakladığı iğne iplik setinden insan teni renkli bir ip makarasını kanlı
ellerine alıyor, tebessüm ediyor, diliyle ısladığı ipin ucunu burnu misali
sivriltiyor ve iğne deliğinden geçiriyor, kadının elleri Çetin’in çelimsiz gövdesinde,
geceliği kırmızı. Çetin batırıyor iğneyi ete, kadın ferahlıyor, ferahlıyor.
Mevlut geliyor aklına, herkesin aklına gelen kişi tabii, öfkeleniyor. Baktığını
pencereden, Mevlut’un Çetin’in tuhaf hareketlerle geceye savaş açtığı metruk
yapıya ilerlediğini hatırlıyor. İğne darbesi. Rahatlıyor. Adamın Çetin’e
sarıldığını, Çetin’in burnuna dokunduğunu, burnunu öptüğünü görüyor. Çetin’in
nedense ağladığını, çok ağladığını, hüngür hüngür, anımsıyor. Sonra Mevlut’un dönüp
kendisine baktığını ve tekrar Çetin’e yöneldiğini; bunu yaparken bir gece
şeytanına dönüştüğünü ve sanki kel kafasındaki sivilcelerin birer kurtçuk
yuvası olup patladığını görüyor. Çetin’e bir şeyler fısıldadığını, yumuşadığını
bu tuhaf varlığın, adamın kafasından taşan kurtçukların gecede ışıl ışıl parladığını
ve bu parıltının Çetin’in ağzına döküldüğünü hatırlıyor. Mevlut’un tekrar kendi
dairesine bakıp iç geçirdiğini, gemileri yakar hâlde gelecekken yere
yığıldığını fark ediyor, Çetin, yere düşen adamın kafasındaki irinleri öpüyor.
Şirin irinler, diyor yıllar önceki bir öyküde söylendiği üzere. Benim şirin
irinlerim. Biçimsiz ol, şekilsiz. Bunları da işitiyor Semahat. Ağladığını
biliyor Çetin’in, takma kollarını çıkarıyor, eklem yerlerindeki sızının hazzını
yaşıyor. Ocakta çay kaynıyor. Tebessümü Semahat’in. Salonundan kırmızı bir ses
yayılıyor. Kedisi tamamen yanık gövdesiyle can vermek üzere, son miyavlamaları
cızırdıyor. Semahat, hayvanı çenesiyle ve bir parça sol omuzuyla kucaklıyor,
sıkıyor, sıkıyor, küle dönen hayvan can veriyor, Bunları da unutmuyor Semahat.
Gözünden istemsiz akıyor yaşlar. Çetin ona gelecekken bunun bir oyun olduğunu
düşünüyor, her şeyin bir oyun ve her oyunun bitimsiz
bir ağrı olduğunu biliyor. Susuyor, yutkunuyor, iğne darbeleri sona eriyor,
gülümsüyor. Kollarını çıkarıyor Çetin ve kadını baştan. Sarılıyor gövdeye.
Mutlu. Tuhaf şeylere düşkün olduğunu biliyorsunuz Çetin’in. Küçük Ejder’in.
Mutlu.
Tuhaflıklarıyla mutlu. Onu yadırgamıyorum. Polisler kapıyı çalıyor.
Gülümsüyorlar, kim, gülümsüyorum.
No comments:
Post a Comment