January 17, 2020

‘ŞİRİN İRİN’ ÖYKÜSÜNE NAZİRE



Tuhaf şeylere düşkün olduğunu biliyorsunuz Çetin’in. Küçük Ejder’in. Bu nedenle yolunu bulamıyor bir türlü. Nedense. Sözgelimi yangınlarda yananlar, kolu bacağı kırılmışlar, trafik kazasında takla üstüne takla atanlar, abuk sabuk et parçaları çekiyor ilgisini. Onlara, onların bedenlerine âşık. Hemen çocuğun adını sapkına çıkarmanızı istemem, buna katlanamam. Güzellik algısı nedir ki zaten? Zırvalık. Çetin benim uzun burunlu arkadaşım. Ona bu düşkünlüklerin doğru olmadığını söyledim, bu şekilde devam ederse toplum dışına itileceğini, dışlanacağını hatta deliler evine tıkılacağını belirttim. Dinlemedi beni. Nereye? Cevap vermedi. Çöpleri karıştırmaya gittiğini biliyorum. Kola kapaklarını ters çevirecek, üç kapak getir 1 litre götür ibaresini görecek, yüzünde bir tebessüm şekillenecek, burnu bir hayli sivrilecek, iki kapak daha bulana dek gecenin içinde yürüyecek. Topladı mı üç kapağı kungfu figürleri sergileyecek, evet, boşluğa sistematik tekmelerle, profesyonel darbelerle saldıracak, gülümseyecek. Mevlut Bakkal’a gidecek bunu takiben, kel kafasını süsleyen sivilceleri kaşıyan Mevlut’la bir müddet bakışacaklar, önüne hevesle bırakılmış lekeli kapakları izleyen Mevlut’un canı sıkılacak, canından can gidecek sanki, ruhu çekilecek, az önce içindeki bedava cips kartları bulunmasın diye bolca şişirilmiş cips paketlerinin havasını alan mahalle veletlerinin çürük varlıkları gelecek aklına, tövbe diyecek, sonrasında karşı apartmana ekmek götürürken binaya yeni taşınan Semahat’ı gördüğü an canlanacak gözünde, diriliğiyle, kırmızı güzelliğiyle Semahat kokacak merdivenler, apartman o kadın kokacak, Mevlut’un eli hesap makinesinde anlamsız işlemleri daha sert bir şekilde, titreyen bir surette yapacak, gönlü eriyecek ve verecek dolaptaki kara kolayı. Al Çetinim diyecek, kimseye vermiyorum normalde ama sen başkasın, sen tuhaf bir adamsın, iyi çocuksun. Gözleri yanıp sönecek bakkalın, tekinsiz bir kedi dolaşacak sohbetin çevresinde. Çetin,neşe içinde götürecek kolayı yandaki arsaya. Temeli atılmış, sağlam değil, ve tek kat çıkılmış, bağrından sivri demirler fışkıran metruk yapının altına geçecek, burnunu demirlerden koruyarak kolasını çalkalayacak, çalkalayacak ve kapağı açılan kola patlayacak. Kolanın sıvılarını, köpüklerini yumruklarıyla dövecek Çetin. Bruce Lee olacak yine. Hep öyle olur. Bruce Lee’nin sözlerini söyler: “Zihnini boşalt, biçimsiz ol, şekilsiz, su gibi, suyu bardağa koyarsın, bardak gibi olur, suyu şişeye koyarsın, şişe oluverir, demliğe koyarsın, demlik gibi oluverir, su hem akabilir hem gürleyebilir, su ol dostum.” Onu izlediğimi bilmez, takip ettiğimi her hareketini, her darbesini izlediğimi bilmez, ne bilsin, bilmez.

Mevlut’un bakkal dükkânı bir sabah kapalı bulundu. Mahalleli ayaklandı, o günlerde ekmek, yağ, su bulmak zordu ve Mevlut’un haber vermeden ortadan kaybolması hayra alamet değildi. Polis ekipleri çevirdiler bakkalın yanını yöresini kırmızı beyaz şeritlerle, kimi şeritler birbirine güçlükle tutturulmuştu ve bir dubaya bağlanmıştı uçları. İlk rüzgârda dağıldı şeritler, mahalleli daha da meraklandı, yakından bakmak istedi içine dükkânın. Ne oldu, dediler, neler oldu, neler olacak, ne olmadı ki, dediler. Bakıp ne gördüklerini tahmin edemem ama Çetin evden çıkmıyordu nedense. Anlamıyordum bunu. Polislerin bize de geleceğini ve Mevlut’la Çetin’in öyküsünün bir yerde kesişeceğini sizin gibi ben de biliyordum elbette, söyleyemiyordum kendime bunu işte, öyle kolay değildi. Çetin, adamın kaybolmasının birkaç gün öncesinde eve sessizce, geç vakitte, geldi. Odasına çekildi. Sağ bacağı biraz kısa olsa da, bu onu daha da yakın kılıyordu Bruce Lee’ye, dengede kalmayı çok iyi beceriyor, odasında sırtını duvara vererek amuda kalkıyordu. Öyle yaptı, onu izledim, kan beynine doğru sıçradı, gülümsedi, burnu parladı, çöpten getirip çantasına tıkıştırdığı bir et parçasını okşadı, sarıldı sıkıca ete, zihnini boşalt, dedi her kime dediyse. Eti köşeye kaldırdı bu hâlde. Öfkeli gözlerle, olmayan pencereyi aradı, derin bir nefes aldı, biçimsiz ol, dedi. Gülümsedi. Normal pozisyona döndü, jeet kune do, dedi. Boşluktaki gölgeye ellerini dua edercesine kaldırdı, sol eli biraz daha yukarıdaydı, gölgenin sol şakağına defalarca vurdu. Senden önce ben, önce ben. Haykırdı, ağzından koladan köpükler çıktı. Çıktım odadan.

Polisler etrafını çevirdi. Odadan çıkmıyor Çetin. Adamı en son sen görmüşsün ulan it, köpoğlu tipsiz, nerede herif, o çelimsiz vücudunu parçalamadan söyle. Bu kokuşmuş et parçası da ne, sinek kaplamış üstünü, tuh Allah belanı versin, deli. Tokatlar Çetin’e, tekmeler, küfürler. Fısıltı hâlindeki çürük dudaklarından gelen ses: Su ol dostum. Üç yıl içeride kaldı Çetin. Akıl sağlığı yerinde dendi önce, sonra deliye çıktı adı, onu görmedim, gidemedim yanına, dayanamazdım görsem, harap olurdum. Döndüğünde tadı tuzu kalmamıştı, hiç çıkmıyordu evden artık. Kendini kapamıştı insanlığa, ben bunun olacağını söylemiştim.

Gözlerimizi kapıyoruz güne, gece kapı hararetle çalıyor. Gelen Semahat. Biliyordum geleceğini. Ellerini boynuma doluyor, nedense soğuk-soluk-donuk eller, yokeller- Çetininin nerede olduğundan emin, beni köşeye yerleştiriyor bir et parçası hüviyetinde, Çetin’in odasına süzülüyor. Kırmızı bir ışık yayılıyor duvar çatlaklarından. Dayanamıyorum, bakmam gerekiyor, yoksa öykünün gerisini anlatamam size, yoksa o yeknesak çıkarımlarınızla kurgumu mahvedersiniz. Buna meyillisiniz zaten. Jeet kune do, diyor. Kadının kafasına defalarca vuruyor, kadından ve odadan ve hatta kırmızının kendisinden de kırmızı bir kan kaynar kaynar akıyor, köpükleniyor, kadına sarılıyor sıkıca Çetin, seni seviyorum, seviyorum, diyor. Küçük Ejder’im. Kadın böyle sesleniyor, nazikçe bir et parçasını yapıştırıyor kadının kanayan kafasına Çetin, çekmecesinde özenle sakladığı iğne iplik setinden insan teni renkli bir ip makarasını kanlı ellerine alıyor, tebessüm ediyor, diliyle ısladığı ipin ucunu burnu misali sivriltiyor ve iğne deliğinden geçiriyor, kadının elleri Çetin’in çelimsiz gövdesinde, geceliği kırmızı. Çetin batırıyor iğneyi ete, kadın ferahlıyor, ferahlıyor. Mevlut geliyor aklına, herkesin aklına gelen kişi tabii, öfkeleniyor. Baktığını pencereden, Mevlut’un Çetin’in tuhaf hareketlerle geceye savaş açtığı metruk yapıya ilerlediğini hatırlıyor. İğne darbesi. Rahatlıyor. Adamın Çetin’e sarıldığını, Çetin’in burnuna dokunduğunu, burnunu öptüğünü görüyor. Çetin’in nedense ağladığını, çok ağladığını, hüngür hüngür, anımsıyor. Sonra Mevlut’un dönüp kendisine baktığını ve tekrar Çetin’e yöneldiğini; bunu yaparken bir gece şeytanına dönüştüğünü ve sanki kel kafasındaki sivilcelerin birer kurtçuk yuvası olup patladığını görüyor. Çetin’e bir şeyler fısıldadığını, yumuşadığını bu tuhaf varlığın, adamın kafasından taşan kurtçukların gecede ışıl ışıl parladığını ve bu parıltının Çetin’in ağzına döküldüğünü hatırlıyor. Mevlut’un tekrar kendi dairesine bakıp iç geçirdiğini, gemileri yakar hâlde gelecekken yere yığıldığını fark ediyor, Çetin, yere düşen adamın kafasındaki irinleri öpüyor. Şirin irinler, diyor yıllar önceki bir öyküde söylendiği üzere. Benim şirin irinlerim. Biçimsiz ol, şekilsiz. Bunları da işitiyor Semahat. Ağladığını biliyor Çetin’in, takma kollarını çıkarıyor, eklem yerlerindeki sızının hazzını yaşıyor. Ocakta çay kaynıyor. Tebessümü Semahat’in. Salonundan kırmızı bir ses yayılıyor. Kedisi tamamen yanık gövdesiyle can vermek üzere, son miyavlamaları cızırdıyor. Semahat, hayvanı çenesiyle ve bir parça sol omuzuyla kucaklıyor, sıkıyor, sıkıyor, küle dönen hayvan can veriyor, Bunları da unutmuyor Semahat. Gözünden istemsiz akıyor yaşlar. Çetin ona gelecekken bunun bir oyun olduğunu düşünüyor, her şeyin bir oyun ve her oyunun bitimsiz bir ağrı olduğunu biliyor. Susuyor, yutkunuyor, iğne darbeleri sona eriyor, gülümsüyor. Kollarını çıkarıyor Çetin ve kadını baştan. Sarılıyor gövdeye. Mutlu. Tuhaf şeylere düşkün olduğunu biliyorsunuz Çetin’in. Küçük Ejder’in. Mutlu. 

Tuhaflıklarıyla mutlu. Onu yadırgamıyorum. Polisler kapıyı çalıyor. Gülümsüyorlar, kim, gülümsüyorum.

No comments:

Post a Comment