“Ama sonuçta, insan burada, kalede daha iyi bir şeyler olacağı umudunu
taşıyabilir.” (sf. 141)
30 bölümden oluşan, 232 sayfalık kitap, beşinci sayfasında
vücut bulan şu cümle ile başlar: “Subay çıkan Giovanni Drogo, ilk atandığı yer
olan Bastiani Kalesi’ne gitmek üzere kenti bir eylül sabahı terk etti.”
Anlatılan da Giovanni Drogo’nun hikayesi olacaktır zaten.
“Roman Kahramanları”dergisinin
Temmuz-Eylül 2012 tarihli son sayısında karşılaştım Drogo ile. Kendisini ve
macerasını anlatan üç inceleme yazısını da hatmettim anında. Neticede, Drogo
“beni oku” dedi. Emredersiniz Drogo. (Kitaptaki üsluptan hareketle)
Drogo’nun ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi, uçsuz
bucaksız bir çölle –Tatar Çölü- çevrelenmiştir. (Eskiden Tatarların buralarda
var olduğuna inanılırmış, şimdilerde ise bu inanılması makbul bir efsane
şekline bürünmüş) Drogo, geldiği gibi gitmek ister kaleden. Alıştığı şehir,
daha caziptir o an:
“Geri dönmek, kalenin eşiğinden
bile atlamadan, ovaya inip, kentine ve tatlı alışkanlıklarına yeniden
kavuşmak…” (sf. 22)
Kitabın başlarında, Drogo –sıkıcı- kaleyi keşfederken ilk
derin sorgulama da kendini gösterecektir:
“Çıplak ve rutubetli duvarlar,
sessizlik, ölgün ışık, her şey, kaledekilerin, dışarıda, dünyada bir yerlerde
çiçeklerin, gülen kadınların neşeli ve insana kucak açan evlerin varlığını
unuttuğunu düşündürüyordu. Burada her şey bir feragati andırıyordu; ama ne
uğruna, hangi gizemli şey uğruna bir feragatti bu?” (sf. 23)
-----------------
Ne uğrunadır bu feragat Drogo? İnsanın böylesi “alışkın” bir
canlı olması niyedir? Kalede sessizliğin derinliği (sf. 35) ile savrulmak Drogo.
Niyedir? Yalnız hissedersin kendini Drogo bu yüzden. Dört ay sonra gitmek
üzere, sahte bir sağlık raporu ile, ikna edilirsin bir de. Alık Drogo.
Alışacaksın. Şimdilik zorlansan bile. Getirme şöyle soruları aklına:
“Ya yıllar yıllar boyunca burada
durmak ve gençliğini burada, bu tek kişilik yatakta tüketmek zorunda kalırsa?”
(sf. 37)
Alışmak dört ay kadar sürecektir Drogo için ve sorgulamalar
yaşam boyu. Yol –yaşam yolu- bitecektir Drogo, emin ol:
“İnsanlar, ‘şu nehri aştıktan
sonra on kilometre daha gidince varırsın.’ diyeceklerdir. Ama, buna karşılık
yol hiç bitmeyecektir, günler gitgide daha kısalacak, yol arkadaşları
seyrekleşecek, camlarda hareketsiz, donuk, kafalarını sallayan suratlar
görünecektir.” (sf. 50)
Drogo’nun öyküsünün yanında Lazzari’nin acıklı öyküsü de
yaralar yüreği. Kalenin civarında beliren bir atı, kendi atı sanacak ve gizlice
atı, içeri sokmaya çalışacaktır. Bu, onun –çaylak askerin- kapıda parolayı
bilemeyip ölümle biten macerasını beraberinde getirir çünkü kapıdaki “nöbetçi
artık Arap değildi; o artık sadece sert bir çehreyle silahını kaldıran ve
arkadaşına nişan alan bir askerdi.” (sf. 98) Kalenin ve askeriyenin mekanik
adamı. Vicdanını nöbet yeri girişinde çıkarıp asan Arap. Haklıdır o.
Askerlikte, kurallar çiğnenmemelidir. İhlal, ölüme sebebiyet verir. Hayat
olağandır ve devam etmelidir.
Kalede tek gerçek vardır: Umut. Bunu Drogo, enfesçe
dillendirir:
“Ama sonuçta, insan burada,
kalede daha iyi bir şeyler olacağı umudunu taşıyabilir.” (sf. 141)
Kuzeyden gelecek düşmanın umudu. İşte o zaman yiğit askerler
varlıklarını anlamlandıracak bir dayanak noktası yakalayacaktır. Kahraman
olmak, çarpışmak, ölmek. Buna rağmen, beklemek kolay değildir, bilinmeyeni.
Ancak gelebilir “o”. Şehirde bu, mümkün olmayacaktır. Şehirde, umut yoktur
Drogo. Haklısın.
Kalenin anlamlanması zordur öte yandan. Kaleye düşman değil,
herhangi bir canlı bile uğramamaktadır. Aslında bir kadastro birliği olan
ekibin kuzey yönünden gelmesi, kale efradını heyecana sevk eder. Savaş kapıda
gibidir ama çok uzun süredir sadece “bekleyen” komutan Filimore temkinlidir ve
sebebi şudur:
“Belli bir yaştan sonra
umutlanmanın aşırı derecede çaba gerektirmesi yani insanın yirmi yaşında sahip
olduğu inanca asla tekrar kavuşamamasıydı.” (sf. 113)
Yüzbaşı Monti ve Teğmen Angustina’nın öyküsünün anlatıldığı
kısmı size bırakırım. Lezizdir ve “kahramanlık/fedakarlık” bağlamında
düşünülmelidir.
Yaşlanıyorsun Drogo. Kalede. Evine döndüğün vakit,
alışkanlığına kaleye dönmek için can atıyorsun artık. İnsanlar değişmiş,
sevdiğin Maria bile bir başkası olmuştur. Yalnızsın Drogo. Çırılçıplak:
“İnsanın tek başına olduğu ve hiç
kimseyle konuşmadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde,
Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi
acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık
olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi
ne denli büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki
yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.” (sf.193)
Son sayfalarda –muhtemelen- iç ses Drogo’ya şöyle seslenecek
ve gerçeği ifşa edecektir:
“Haydi biraz cesaret Drogo, bu
senin son kağıdın, ölümün karşısına bir asker
gibi çık ki, hiç olmazsa kandırılmış yaşamın güzel bitsin.” (sf. 230)
----------------------
Kalenin mahkumlarısınız siz Drogo. Biz Drogo ve de, hepimiz
aynıyız. Yalnızız tepeden tırnağa. Acı çekiyoruz Drogo. Yalnız değilsin. Alışıyoruz
usul usul, gizli gizli ve içten içe. Vazgeçmek çok zor. Aynı kalmak da öyle.
Sen en doğru kaledesin Drogo. Umut edebileceksin bir ömür. Ya olursa? Bizim
şansımız yok bu hususta. Savaşacak düşmanlar buluyoruz bu nedenle. Kendimizi
harcıyoruz. Acı çekiyoruz Drogo, zevk aldığımızı sandığımız her nefeste.
Farkındasın sen genç ve hırslı ve dahi umutlu Drogo. Kalenin çevresi çöldür ve
hayal gücü ile örtülüdür. Etrafımız çöplük şehirlerde Drogo. Zihinler allak
bullak. Yalnızız Drogo, bir ömür. Alışıyoruz boşlukları, amaçsızca doldurmaya.
Zaman akıyor. Ömür boşalıyor değil mi?
-------------------------
BU kitabı kim okur?
- İçinde boşluk hisseden okur.
- Genci, yaşlısı –zamandan muafı- okur.
- Alışkanlık ehli okur.
- Hayal gücü ölen okur.
- Kahramanca düşünen, askeriye dışı- zihinler okur.
---------------------
Can alıcıdır.
- Drogo’nun yalnızlığı.
- Lazzari’nin dramı.
- Angustina’nın direnişi.
- Kuzeyin sisi.
- Alışkanlıkların kalesi: Bastiani.
Dino Buzzati // Tatar Çölü (1940)
Çeviren: Hülya Tufan
10. Baskı, İstanbul 2011
İletişim Yayınları
No comments:
Post a Comment