İnsanlardan öğreniriz. Başkalarından. Farklı olandan öğreniriz, aynıdan değil. (Sayfa 301)
Elif Şafak’ın İskender isimli kitabı, malumunuz olduğu üzere, 1 Ağustos 2011 tarihinde, kitap evlerinde yerini alacaktı ama kitaba yönelik ilgi o denli fazla oldu ki, henüz çıkmadan 165 bin adet sipariş alan kitap 200 bin adet olarak basıldı ve belirtilen tarihten bir hafta evvel raflarda boy göstermeye başladı.
Kitabın, kapağında Elif Şafak’ın –muhtemelen- İskender olarak verdiği poz duruyordu ve bu durum günlerce konuşulacak bir polemik yarattı ister istemez. Bir grup, bunun reklam stratejisi olduğu konusunda diretiyorken, diğer bir grup ise okuyucunun hayal gücünü kısıtlayan Elif Şafak’a olumsuz eleştirilerde bulunuyordu. Kendi adıma, kapakla ilgili bir sıkıntım olduğunu söyleyemem. Okurun hayal gücüne ket vurduğu görüşüne de katılmam. Öyküye kendini kaptıran bir okurun, muhakkak, kendi İskender’ini zihninde resmedeceğine ve kapaktaki karakteri göz ardı edeceğine inanıyorum.
Kitabın bu ilk baskısı, Ağustos 2011 tarihli ve Doğan Kitap tarafından yayımlandı. 443 sayfadan oluşan hacimli eser; Varış, Köprüleri Atmak, Bir Erkek-Bir Kadın, O Senin Kardeşin, Yüreğindeki Boşluk isimli bölümlerden oluşuyor. Her bölümde kahramanların adları ile başlayan kısımlar yer alıyor ve öykü o kahramanı merkez alarak ilerliyor. İskender’in ağzından dökülen sayfalarda, içindeki karmaşayı ve nefreti* gösteren bir yazı stilinin kullanıldığını da ekleyelim.
*Nefret demişken, nefreti çok kısa da olsa yorumlamak faydalı olur kanısındayım. Søren Kierkegaard’ın enfes bir sözü vardır: “Nefret, başarısızlığa uğramış sevgidir.” İskender’in nefretini bu minvalde incelemek gerekir.
Kitabın hemen başında yer alan soy ağacı tablosu oldukça faydalı zira okurken sık sık o tabloya dönmek ve karakterin öyküdeki yerini anlamak isteği duyuyorsunuz… Burada o tabloyu yazıya dökelim:
Naze-Berzo: Evli -- Çocukları: Diğer altı kız kardeş, Cemile Yeter, Pembe Kader
Ayşe-Baba (Ayık Olan/Sarhoş Olan): Evli -- Çocukları: Âdem, Tarık, Meral, Halil
Pembe Kader-Âdem: Evli -- Çocukları: İskender, Esma, Yunus
İskender (Alex)- Kate: Evli -- Çocukları: Tom
Esma-Nadir: Evli -- Çocukları: Leyla, Cemile
Pembe Kader-Elias: İlişki
Âdem-Roksana: İlişki
Yunus-Tobiko: Platonik İlişki
Görüldüğü üzere neredeyse üç kuşağın öyküsünü konu alıyor roman ve bu nedenle ciddi bir dikkat ve not alma becerisi talep ediyor okurdan. Romanda belirli bir zaman akışı düzeni görülmüyor ve bu nedenle, takip güçleşiyor lakin bu durum heyecanı artırıyor.
Öykü, Londra’da yaşayan bir göçmen Kürt ailenin yaşadığı dramı gözler önüne seriyor. Toplumda itelenme, hor görülme, değer erozyonuna maruz kalma, namus, ırkçılık, öfke ve aile kurumu üzerine değerli bir çalışmadır İskender.
Kürtlük, başka bir ülkede yaşamak, sevmeden evlenmek, aldatmak, hiçlik, kadınlık ve değer gibi konularda da iddialı sözler sarf edilir eserde…
===========
Adı üzerinde İskender, öykünün kahramanı ve haşin kişisi. On dört sene boyunca hapiste kalacak bu erkek ve 1978’de, henüz on beş yaşındayken, işlediği günahın bedelini ödeyecek günbegün.
Berzo ve Naze, Fırat Nehri yakınlarında bir köyde yaşarlar. Ne kadar istese de bir erkek çocuğu olmaz Berzo’nun. Naze’de içerler bu duruma. Altı kız çocuktan sonra doğacak ikizlerinin erkek olacağına emindir ama olmaz. Takdir-i ilahi. Onlar da kız olunca, isyan niteliğinde isimler koyar yavrularına: Pembe Kader, Cemile Yeter. Erkek egemen topraklarda dünyaya gelir günahsızlar:
Pembe Kader ile Cemile Yeter’in doğduğu diyarlarda “şeref” bir kelimeden ibaret değilmiş. Aynı zamanda özel isimmiş. Çocuğuna Şeref adını verebilirmiş insan, tabii eğer oğlansa. Şeref ve haysiyet erkeklere mahsusmuş. Yaşlılara, orta yaşlılara, gençlere, hatta ağzı süt kokan oğlanlara. Hepsinin onuru varmış. Kadınlarınsa yokmuş .onların kısmetine düşen kelime başkaymış: Ar. (Sayfa 66)
Öykünün karmaşık ilerleyişini göz önünde bulundurmak ve sürükleyiciliği artıran sırları korumak için, kahramanların ilişkilerinden kısaca söz etmek istiyorum.
Âdem, kumara düşkün ve eşi Pembe’yi Roksana ile aldatmaktadır. Hayatta silik karakterlerden biridir Âdem. Bunu çocukluğunda sarhoş babasından gördüğü baskı ile açıklamak mümkün. Âdem’in “uyum” üzerine şu tespiti güzeldir:
Âdem bunu askerdeyken fark etmişti ilk kez. Ne zaman üç ya da daha fazla kişi dar bir alanda uyusalar, er ya da geç soluk alıp verişleri eşzamanlı oluyordu. Belki de bu, Tanrı’nın bize didişip durmaktan vazgeçtiğimiz takdirde eninde sonunda birbirimize uyum sağlayacağımızı anlatma şekliydi. (Sayfa 75-76)
Roksana’da Âdem gibi göçmendir. Asıl ismini, ailesini Bulgaristan’da bırakmış, Londra’da kendisini yeniden var etme mücadelesine girişmiştir.
Kimi insan kendi kendinin mucididir. Roksana da böyleydi. Bir isim, bir aidiyet, bir geçmiş, bir gelecek ve hayali bir yaşamöyküsü bulmuştu kendine. (Sayfa 89)
Pembe, istemediği bir evliliğe mecbur kalmıştır. İkizi Cemile ile evlenmek üzere olan Âdem, bundan vazgeçer ve Pembe’yi eş olarak alır yıllar evvel. Muhtarın Âdem’e “aşk” üzerine söylediği şu sözler ilgi çekicidir:
Sen daha bunları bilmeyecek kadar toysun ama bir adamın aşkı mizacının devamıdır, evlat. Yani erkek kavgacı ise sevdası da kavgalarla dolu olur. Kendine hep düşmanlar bulur. Sakin ve nazik ise sevdası merhem gibi, bal gibidir. Eğer kendisine acırsa ve zayıfsa, aşkı da un ufak olup dağılır. Yok, eğer neşeli bir herifse sevdası da şenlikli olur. (Sayfa 196)
Mutsuzluğu ve sevgisizliği yıllar sonra Londra’da nüksedecektir Pembe’nin. Elias’la tanışacak ve masumâne bir görüşmeler dizisi başlayacaktır. Sevginin sıcaklığını içinde hisseden Pembe, onu çoktan boşlayan eşini aldatıyor olmanın pişmanlığını taşıyacaktır yüreğinde.
Pembe’nin en küçük çocuğu Yunus’un yedi yaşında işgalci kuvvetlerle görüşmeye başlaması ilginçtir. İşgalcilerden, direnişçilerden Tobiko’ya olan çocuksu aşkı, müzikle birleşecek ve yıllar sonraki müzik kariyerinde ona ön ayak olacaktır.
İskender, öykünün esas kahramanıdır. İsmi gibi lider kişilikli, tez canlı bir karakteri vardır ve öfkesini kontrol edemeyen bir mizaca sahiptir. Londra’da ona Alexander, İskender ya da Alex demektedir arkadaşları. Bu da kendini anlamlandırması yolunda bir tırpanlama görevi görür esasen. On beş yaşında amcası Tarık’ın ve Hatip adlı birinin kışkırtmalarına kapılır ve hapishaneye düşer. On dört sene içeride kalır. Geçmişine hapsolmuştur bir yandan da:
Bir adama durup dururken, havadan sudan bahseder gibi suçunu hatırlatmak olacak iş değildir. Ancak bıçak kemiğe dayanınca söylenir böyle şeyler. Aksi halde kimse kimseye dünü hatırlatmaz. Hapisteki bir adam zaten geçmişe hapsolmuştur. (Sayfa 82)
İskender’in hapishanedeki şu tespiti üzerine fikretmek icap eder:
İnsan doğası böyle işte, en çok nefret ettiklerimiz en fazla sevdiklerimiz oluyor hep. (Sayfa 128)
Onun insanlarla arasına mesafe koymasına neden olan nedir? Mizacı mı, göçmenliği mi, hor görülmüşlüğü mü, babası mı? Bu kısım, okurun hayal gücüne bırakılır:
Omuzlar aşağıda, karın içeride, ellerim yumruk, kaslarımı sıkıyorum. Bir mesafe olmalı. Bir mesafe olmalı. Düşmanınla senin aranda, yediğin darbeyle iç organlar arasında, bireyle toplum arasında, geçmişle bugün arasında, anılarla vicdan arasında… Bu hayatta yaptığın ya da hissettiğin her şeyde bir mesafe olmalı. Mesafe seni korur. Sıkı bir yumruk yemenin püf noktası, mesafeyi nasıl yaratacağını bilmektir.(Sayfa 129)
İskender’in kendini ait hissettiği zümre, dibi görenlerdir. Haksız da değildir, kimi insanlar hakkındaki düşüncelerinde:
Yine de benim gibilere nazik davranırlar. Günahkârız çünkü; bizi doğru yola getirip bu sayede Tanrı’nın gözüne girmek isterler. Hakikaten iyilik etmek değil çoğunun derdi, sadece cennete giriş için puan toplamak. Bizi bu yüzden severler; biz, yani dünyanın pislikleri –katiller, hırsızlar, orospular, ahlaksızlar. Simsiyah bir kumaşız ya; yanımızda cevher gibi parlayacaklar sanki.(Sayfa 180)
Hapishanedeki dostu Uçuk’un intiharından sonra öfkesi daha da harlanan İskender’i, Zişan adlı mahkumun gelişi ve varlığı “dönüştürecektir” zamanla. Şöyle seslenir Zişan:
Öne eğilip, içimi görmeye çalışır gibi gözlerini kısıyor. “Hapishane, tımarhane fark etmez. Ahenk varsa içinde en berbat yer bile sana vaha olur. Ahenk yoksa cennette bile rahat edemezsin.”(Sayfa 300)
Öykünün sonlarında Zişan’ın, Pembe’nin duaları üzerine gönderilen bir zât olduğu ortaya çıkar. Şöyle der mistik Zişan:
İnsanlardan öğreniriz. Başkalarından. Farklı olandan öğreniriz, aynıdan değil. (Sayfa 301)
Yükselmek istiyorsan, en çok kendini eleştir. Kendi hatalarını görmeyen asla iyileşemez. (Sayfa 402)
İskender, hatasının bedelini ödemiştir on dört yılın sonunda. Zişan’ın da yardımı ile kendini bulmuş, teskin olmuştur. Çeyrek asır evvel muhtarın babası Âdem’e dediği gibi:
“Kimse âlim değildir” dedi muhtar. “Hepimiz yarı safız, yarı akıllı. Aptallık olmadan akıl olmaz.”(Sayfa 208)
Eserdeki en çarpıcı karakter, kim ne derse desin, Cemile’dir. Pembe’nin ikizi Cemile evlenmemiştir ve köyde ebelik yapmaktadır. Bir yandan da aktarlık yaparak, uhrevi aleme açılan bir yola girmiştir. Şifalı otlarla uğraşmakta ve ömrünü sükunet içinde yaşamaktadır:
Mahzende olduğunda zaman dururdu Cemile için. Gece mi, gündüz mü bilemezdi. Önemi de yoktu zaten. Saatin dışında, kendi döngüsüne göre yaşardı. (Sayfa 245)
Elbette Cemile’nin oynadığı kilit rolü burada söylemek öyküyü tüketmek anlamına gelir. O nedenle, Cemile’nin bir saptaması ile incelemeyi noktalamak yerinde olacaktır:
İnsan ömrü kısaydı, bir kurtçuğunkinden farksız. Ya da ipekböceğininkinden. Âdemoğulları, Havvakızları tuhaf mahluklardı. Kurtçuğa benzetsen alınır, ipekböceğine benzetilmekten keyif duyarlardı. Böceklerden iğrenir ama parmaklarına uğurböceği konsa hayra alamet sayarlardı. Sıçanlardan tiksinir, sincaplara bayılırlardı. Akbabaları itici, kartalları heybetli bulurlardı. Sinekleri hor görür, ateşböceklerine bayılırlardı. Bakır ve demire ehemmiyet vermez, altına taparlardı. Ayaklarının altındaki taşlara dönüp bakmazken mücevherler için delirirlerdi. (Sayfa 248)
Sevdiklerim
- Zişan’ın insana huzur veren varlığı
- Cemile’nin öte dünyadan kopup gelmiş hali
- Yunus’un müzik aşkı
- Elif Şafak’ın “Aşk”ta da kurguladığı, kahramana göre ya da kahramanın ağzından bölüm tekniği
- İskender’in hayal kırıklığının kuvvetlice yansıtılması
Düşündürenler
- Yedi yaşındaki Yunus’un yaşına göre bir hayli olgun düşünceleri
- İslami düşüncenin, şiddetle özdeşleştirilmesi
Elif Şafak, İskender
Doğan Kitap, Ağustos 2011
No comments:
Post a Comment