January 30, 2012

Oğuz Atay // Eylembilim (1998)


 Kendi boyutlarında kalamaz mıydı? Asistana baktım: Kalamazdı. Bu, daha nice asistanları parçalayıp istediği boyutlara getirmiş bir dişli çarktı. Ben de kim bilir kime benzemiştim? Hepimizi benzetmişlerdi. (Sayfa 23)

Eylembilim, 12. baskısı 2010 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan, Oğuz Atay imzalı bir roman. 114 sayfalık eserin ilk bölümü bulunamamış ve eser Günlük’e eklenerek yayınlanmıştı. Ailesinin çabaları ile bulunan kayıp bölümle birlikte Oğuz Atay, tam bir eser sunarak çıkıyor karşımıza. Müteveffanın ne denli mühim bir şahsiyet olduğunu bilmeyenler, hayat öyküsüne bir göz atmalı derim. 

Gelelim esere… Yazarın ölümünden sonra yayımlanıyor eser. İletişim Yayınları, internet adresinde, Eylembilim’i şöyle tanımlamakta:

Ülke 12 Mart arefesindedir. Öğrenci çatışmaları, üniversite işgalleri, forumlar... Romanın kahramanları, olaylar karşısında saf tutmaya ya da tutmamaya çalışan “akademikler”dir. Bir üniversitede gelişen olaylar, bir matematik profesörünün, Server Gözbudak’ın “hatırat”ından nakledilir. Oğuz Atay Eylembilim’de, Cevat Çapan’ın “Oğuz Atay’a Mektup”ta belirttiği gibi, kara mizah gösterilerinden birinin daha doruklarına ulaştırıyor bizleri...

Çatışmalar, bölünmeler… Yoğun yaşanan an’lar. Taraf tutmaya mecbur hisseden kitleler. Öte yanda, Server Gözbudak. Kendi varlığının bilincinde bir profesör. İşin, profesörlük makamına ulaşmakla bitmeyeceğini görebiliyor. Bir gün, artık ona asistanlık ve belki de yaltaklık yapacak bir asistanla ilgili şu sözleri sarf ediyor:

Hangimize karar verecekti sonunda? Bana mı? Refik Beye mi? Ona göre sınıfta büyüyecekti, ya da küçülecekti. Kendi boyutlarında kalamaz mıydı? Asistana baktım: Kalamazdı. Bu, daha nice asistanları parçalayıp istediği boyutlara getirmiş bir dişli çarktı. Ben de kim bilir kime benzemiştim? Hepimizi benzetmişlerdi. (Sayfa 23)

Oğuz Atay ironisine, aynı sayfadan bir örnek verelim. Asistana yanında çalışmasını istemediğini söyledikten sonra iç ses devreye girer ve anlamsızca çekilen sıkıntılar –anlamlı olanlar dururken- üzerine konuşur.

Onu reddettim hiçbir neden göstermeden. Sevinmiştir. Ne kadar anlamsız sıkıntılar çekerse, bir gün başarısı o kadar anlam kazanır. (Sayfa 23)


Eğitime Dair

Eser boyunca, artık küflenmeye yüz tutmuş eğitim camiasına da bolca göndermelerde bulunulur. Üniversitede derse giren profesör Gözbudak, öğrencileri hakkında şu acımasız gerçeği dillendirir:

Bana yeni devredilen talebelerimin yüzlerine şöyle bir baktım. Bir kütle olduklarını düşünürüm onların; yalnız ön sırada oturanlar biraz insana benzer, ötekiler onları saran bir yığındır. (Sayfa 24)

Kopyaya dair (her zamanki gibi ironik):

Batılı öğrenciler kopya kelimesini duymamışlardı bile. Bu kelimeyi biz icat etmiştik. Fakat nedense icat ederken de İtalyancadan ya da Fransızcadan almıştık. (Sayfa 33)

Bilim üretmesi beklenen üniversitelerin hali ortadadır bugün bile…


İçsel Tespitler

Atay’ın tespitleri sadece bunlarla sınırlı kalmaz elbette. İçsel sorgulamalar da bir Atay klasiği olarak eser boyunca akar gider:

İnsanın geçmişinden kaçabilmesi için, kendinden kaçabilmesi gerekiyor. Bunu da bilinçsizce gerçekleştirirse sürdürebilir. (Sayfa 29)


Olayları birebir yaşarken dahi zihni kendi iç dünyasındaki sorgulamalarla ilgilenir:

Belki polis dosyaları karıştırılırsa öldürülen gençle ilgili kayıtlara rastlanır. Ya içimizin, iç dünyamızın tarihi? Böyle bir kayıtla karşılaşılamaz. (Sayfa 61)

İnsanlar onu hiç şaşırtmazlar ve o onlara –aslında tam tersidir durum- hiç sevgi beslemez:

Neden bazı insanlar, bazı şeyleri hiç bilmiyorlar? Duysalar, dinleseler, hatta karşılarında görseler bile bilmiyorlar. (Sayfa 30)

Ayrıca ben bir insansever değildim. Hiç belli etmemekle birlikte, birçok insanı sevmiyordum – sevmemek ne demek, nefret ediyordum. (Sayfa 73)


Hayata dair şu tüyler ürpertici tespitlere ne dense azdır:

Tarih boyunca bunun tersi bir olay görülmemiştir. Bekleyen dervişlerin evrenidir bu. Soğuk ve acımazsızların kaybettiği görülmemiştir. Ancak rüyalarda bir şeyler olur. (Sayfa 38)

Olmuyordu; sözler her zaman gerçek olmayan bir düzeyde yer alıyordu. Öldürülen öğrencinin hikâyesi, ‘görgü tanıkları’ tarafından bir türlü anlatılıyordu, morg raporlarına başka türlü geçiyordu. Gazeteler de haberi başka türlü yazıyorlardı. Mecliste ‘muhalefet mensupları’ kürsüden başka türlü dile getiriyorlardı. Sonra bir akşam, çıplak bir bekâr odasında ‘merhumun yakınları’ olayı, daha önce anlatılanlardan çok başka bir biçimde, olağanüstü bir havada arkadaşlarına yansıtıyorlardı. Bence insanlar bu yüzden anlaşamıyorlardı: Herkes başka dili konuşuyordu. (Sayfa 51)



Gidişata dair çarpıcı bir tespit ise şöyle yer bulur sayfalarda:

Bu ülke, soruların yanlış sorulması yüzünden batıyor zaten. (Sayfa 45)





Eylembilim

Öncelikle, eylem sözcüğünün anlamı üzerine düşünmek gerekiyor. Eylem, Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde şu şekilde tanımlanmaktadır: “Bir durumu değiştirme veya daha ileriye götürme yönünde etkide bulunma çabası.”

Eserde, karşıt görüşe sahip öğrenci grupları arasında çıkan mücadelelerden bahsedilmekte ve eylemcilerin neyi, neden ve nasıl yaptıklarından habersiz olduklarından söz edilmektedir. Sayfa otuz dokuzda, öğrencilerin ölen arkadaşları adına üniversitede bir forum düzenlemesi konu edilir. Öğrenciler, en ön sıraya ‘bilimi’ temsil eden akademisyenleri oturtur ve eleştirel bir tavırla onları –Server Gözbudak da aralarındadır- adeta çevrelerler:

Bir eyleme doğru gidiliyordu ve en ön sırada oturan ‘bilim’, ‘eylem’ tarafından kuşatılmıştı.  (Sayfa 39)


Şu karmaşık ifade de, eylemlerin çeşitliliği ve anlamı üzerine düşündürücüdür. İntihar eylemi üzerine düşünenlerin aydın/sorumlu kişiler olduğu vurgulanır:

Elbette ölüm, yani bizim tanımlamaya çalıştığımız intihar eylemi, kendini yetiştirenlerin eylemidir. (Çok fazla içiyordum.) Toplumdaki yürümeyen budalalıkları, kendi kişisel dertleri olacak kadar duyanlar onlardır. İşçi sınıfı henüz bu duyarlığa ulaşmamıştır. Dostoyevski’yi ya da Kafka’yı okumaktan çekinirler …” (Sayfa 78)

Oğuz Atay’ın eyleme karşı olmadığı söylenmelidir. Eylemin bilinçli bir şekilde yapılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Eylembilim, bilimle aydınlanmış ve kişisel sorgulamadan geçmiş bir eylem biçimi olmalıdır bu bilgiler ışığında.


Hepimiz için, eylembilimi bilmek gerek önce… Anlamak… Uygulamak ardından… Değişsin diye ‘eylem’… Bilinsin diye bilim…


Sevdiklerim

*Oğuz Atay’ın ta kendisi.
*Server Gözbudak’ın isminin anlamı. / Server Farsça’da baş-reis anlamına geliyor. “Gözünü budaktan sakınmamak” diye bir deyime benzer bir soyadı da ilginç. Kahramanın içsel cesaretine yönelik bir işaret olarak algılanabilir bu tespitler.
*Eylembilim


Üç tanımla kitap

*Eylemsizliğe/Bilinçsiz eyleme yergi
*İronik/alaycı Atay
*Bilinçli mutsuzluk


30.01.12 ÖNDER ŞİT

No comments:

Post a Comment