July 02, 2013

MEYVE SUYU

Yüz yüze baktılar. Cama yansıyan simalarını seçtim. Sarhoş olanı önüne döndü; bıyığı ile oynadı. Telefonunu çıkardı ve bağırdı tuş takımına: Onu öldürücem Ahmet, anlıyon nu? Bağıra böğüre, inatla, kol kanat gere gere, gerdanını kıra döke konuşuyordu. Yoo, acımayacam. Yüzü kinlendi. Kafamı sadece sarhoşa döndürmüştüm artık. Hıck. İşkence edecem la. Ne? Yok. Babamın bana vurduğu tokatların da beterini vurucam. Ağlamaya başladı. Pancar burnu, daha bir kanlandı. Bana bak, bana. Hıck. Adını öğrendim. Uğur Töre. Adresini araştır bi hele. Memurmuş ibne. Sanırım hattın öte ucundaki ahmak, bunu kaale almıyordu. Sarhoş, bir daha yanındaki gence baktı. Adın ne yiğenim? Genç, genç filan değildi. Boyu kısa kalmış, genleriyle oynanmış bir cücemsi ağabeyimizdi. Kulağında pas rengi kulaklıklarıyla müzik dinliyordu. Uzaylıya benzer bir ses çıkardı. Minim idim Silihittin. Kahkahayı basmıştım oracıkta. İsmi boyundan uzun cüce bunu duymamıştı araladığı kulaklığından.

Bir daha yüz yüze baktılar. Birbirlerini tamamlar gibi gördüm onları. İlgisiz olacak ama Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tango ve Cash, Rocky ve Adrian, Hansel ve Gratel yahut Karagöz ile Hacivat  ne kadar tamamlıyorsa yek diğerini ben de onları o raddede hissettim. Tekrar telefona dönerek benim hayal dünyamı perdeledi sarhoş. Çok işkence yapcam olum. Hıck. Bana bak hele, bi listesini çıkar muhtarlıkların. Kaç muhtar var sizin orda? Cüce titriyordu bu sert çıkışlarda. Nasıl bilmiyon lan? Nasıl çalışıyon sen? Mesleğin ne? Sana da yapacam aynılarını. Yo. Önce kemiklerini kıracam. Ateşe bascam yanıklarını. Ahdım olsun. Uğur Töre de ölcek sen de. Son bir hıckla telefonu yere fırlattı. Ağlamaya başladı tekrar. Cücenin omzuna çöktü. Güneş gözlüklü cüce, çok sinirlendi. Minim ımzımı izdin be. Hıçkırıklara boğulan sarhoş, cücenin üzerini sırılsıklam etmişti. Ben ikisini çok yakıştırıyordum o esnada. Cücenin omzunda huzuru bulmuştu sarhoş. Tesbihini havaya sallayan cücenin la havle çektiğini duydum. Li hivli. Yüzü kabarıyordu cücenin. Gözlüğünü tek eli ile kel kafasının üzerine iteledi ve moraran suratına gözlerini eş etti. Uğur Töre, Töre. Sayıklıyordu sarhoş mütemadiyen. Pancar burnunu çeke çeke, cüceye sarılıyordu. Ağlıyor, küfrediyor, şükrediyor, aynı ismi zikrediyordu. Töre, Töre. Selahattin, ceketinin cebine götürdü büyükçe ellerini. Bu eller ona olmamıştı, söyleyemedim. Altıpatlarını çıkardı namussuzca. Eline tam oturdu. İşte bunu takdir ediyordum. Son bir kez yutkundum. Sarhoş ağlıyor, cüce çıldırıyor, ben çıldıran ve ağlayan izleyen oluyordum.

Cücenin sabrı taştı. Elleri birer kanatmışçasına gökyüzünü selamladı. Sağ elinde titreyen silah, bedenini sarstı. Gözünden yaşlar devşirdi. Sıcak bir şeyler aktı gözyuvarlarından. Silah, daha bir karardı. Kömürdendi besbelli. Aracın ışıkları da titredi. Ekrandaki belgesel durakladı; penguenler seyre daldı bu kara anı. Cüce, insaf ehli, silahını sarhoşun şakağına dayadı. Soğuk ve nemli bir kütlenin duyumsanması ile bağıran sarhoş şunları kaydetti: Ulan sen misin yoksa Uğur Töre? Evet, evet sensin. Uğursuz. Yoksa ne diye vurmak isteyesin beni! Yo, ben seni öldürecem. Cüce, minim idim Silihittin şeklinde söz açtı kendinden yine. Tetiğe dokundu sevecenlikle, kendisini boğazlayan iri elli sarhoşu koltuğa çiviledi. Kan sıçradı döşemeye. Kararmış kan vardı her yerde. Benim de yüzüme bir miktar kan isabet etmişti. Bulunduğumuz yerdekiler durağa gelince sıra ile, endişesiz, terk ettiler aracı. Cüce, ben ve sarhoş kaldık sadece. Cüce, cesedi dakikalarca kucakladı ve ön gördüğüm o eş ruhunu yakaladı ikili nihayet.

Koltukların arasından usulca sızıverdim sokağa. Işık, kılıç olmuş yere çakılıyordu. Karanlıklarda yol aldım. Sıcaktan, donuma bulanmıştım. Cüceden ve o berbat cinayetten kurtarmıştım kendimi. Bakkala girip, antep fıstığı ve şeftali suyu aldım. Her şey normal seyrindeydi. Antep fıstıklarını götürürken, mavi bir elbise giymiş –koca ve kirli göbekli- hayat kadınının telefonda bağırdığını duydum. Dikkat kesildim. Sana diyorum Selahattin. Allah kahretsin seni. Ne kıskanç herifsin sen! Ne, öldürdün mü? Aman Allahım! Kadın ağlıyordu, müşterilerini kenara ite ite. Koşmaya başladı alelacele. Kırmızı, beyaz ve yine kırmızıdan oluşan yol kenarı araç bariyer direklerinden birine çarptı. Kalın bacağında bir kan oluğu yer etti. Sızım sızım feryada boğuldu. Müşteriler kaçıştı. Siktir et, başkasına gideriz olum. Kadının mavi elbisesinden taşan iğrenç göbeğine doğru kıvrıldığını gördüm. İçim acıdı. Kenara çöktüm ve bu işin aslına ermek istedim. Karanlığın içinden, bir metre boylarında, kara kan kokan, eli silahlı, gözü dönmüş ve kıskanç; olabildiğince katil, bir adam belirdi. Kadının yanına kadar süzüldü. Ah, Rüya! İyi misin? Kadın, kaşlarını yay, kirpiklerini ok etti. İyi değilim. Homurtu ile çıkıyordu sesi. Cüce ve kadının sarıldığına şahit oldum. Antep fıstıklarım zor parçalanıyordu. Dert etmedim. Kadının bacağından oluk oluk akan kanı durduramıyordu cüce ve bağırıyordu. Ne yapacağız ulan, ne yapacağız? Çaresizlerdi doğrusu. Olan oldu bir an. Kadın, havaleli bir fare gibi kendini yerden yere attı ve tam o an elimdeki meyve suyu –şeftali- yere düştü. Parçalandı. Derisi yüzüldü şeftali suyunun. Kan döküldü yere. Can verdi litrelik sıvım. Hayır, diyerek attım kendimi zemine. Asfalta dökülen meyve suyunu yaladım, kafamı kalın bir ağaca vurdum. Bağırdım. Allah kahretsin be, ne oluyor? Neden!

Cüce, minik ellerinde kadının ölümünü seyretti: Yüzde yüz izlenme oranı. Kadının mavi elbisesini kanlayan ölüm, cüceyi harap etmeye yetmişti. Sokağın en kara köşesinde, bir ölü kadın, bir aksak cüce, bir feryat eden ben, bir ölü meyve suyu kutusu vardı. Akan kan ve meyve suyu vardı.

Yere bıraktım bedenimi. Bana lazım olan şey o değildi. Değildim ama haykırdım: Uğur Töre, benim. Yoksa ben miydim? Bilmem. Düşünmedim o vakit. Karaydı gece. Yıldızların da bana küstüğünü, güneşin, insanların, meyve sularının, antep fıstıklarının, cücenin, mavili kadının iğrenç göbeğinin bana küstüğünü ya da ne bileyim darıldığını düşündüm. Cüce, emin ve kararlı ama gösterişsiz adımlarla bana yaklaştı. Kafamı dayadığım yerden onun gelişini izledim. Gözleri kömürdendi. Çok sinirlenmiş, beni haklamaya geliyordu. Silahını çıkardı o biçimsiz elbisesinin iğreti yerinden. Kahkaha attım. Gülmesene olum, gülme! Gülüyorum, öhö öhö. Silahı bana doğrulttu. Sokak ışığının da bana gücendiğini anımsadım. Ayağı kaydı cücenin şeftali suyundan, üstüme yuvarlandı. Ateş alan silah, yoldan geçen bir bisikletliyi tuzla buz etti. Çocuğun feryatları tüm sokağı sarmıştı. Üstümdeki cücenin baskısından kurtulamadım. Çocuğun yere saçılan poşetinden dökülen üç ekmeği –tozlanıp çamurlaştılar- bir avuç zeytini, öteberiyi gördüm. Karnım açlaştı. Çocuğun beyninden süzülen kanı da izledim. Çırpınıp ölüşünü de… Cüceyi dizime oturttum. Uslu bir cüce ol, şimdi. Titriyordu, garibim. Sen de duygu yok mu be adam, ölen ölene. Biliyorum, araçtakini öldürdüğümü de gördün. Evet, gördüm, Selahattin. Nasıl bir insansın sen? Sıradan, işte. Bilirsin. Rutin şeyler. Kucağımda ağlamaklı bir maymun gibiydi. Herkes öldü, ama ulan? Haklıydı. Bu kaba sözler sana yakışmıyor cücecik. Daha insancıl olmalısın.

Suratıma bir tokat bırakıverdi. Üstümden atladı ve kaçmaya çabaladı lakin olmuyordu. Ayağı yara almıştı düşmeden dolayı. Gitme, dedim. Gel, gel. Senle iyi bir ikili olabiliriz. Deli misin ulan, ah! Gel buraya. Hafiften ayaklandım. Cücenin benim en iyi arkadaşım olmasını istedim. Gel buraya. Yakaladım ayağından: Bak, bu sabah dereye yüzmeye giden bir çocuk yılana dönmüş. Yılan iki bacak kalınlığındaymış. Suya atlayan iki yüzücüyü de öldürmüş, duydun mu? Cüce, nefes nefeseydi. Nerden bileyim be? Hem, bu arada senin aksanın da oldukça düzeldi. Minik eli minik ayağında dolaştı. Şiiy. Minim… Bırak palavrayı tamam. Cüce gibi görünsen de öyle yaşamak zorunda mısın? Değil miyim? Ne bileyim ben, yaşam önerilerinden sıkıldım. Biraz sarıldım cüceye. Yoksa sen Bay Töre misin? O da bilmiyordu cevabı anlaşılan. Bilmiyorum, dedi. Cüce miyim sahi? Sekizinci?

O gece cüceyi boğarak öldürdüm. O cüce geceyi boğarak öldürdüm.

Araçtaki sarhoş, mavili kadın ve cüce –ben katlettim-  ve dahi bisikletli çocuk ve maalesef meyve suyum ölmüştü.


Ben her gün o araca binerim. Aynı adam sürekli Uğur Töre’yi öldüreceğini, ona işkence edeceğini söyler durur. Telefonu plastiktendir. Çatlaktır da belli etmez. Ben ona her geleni yakıştırırım, bir ben hariç. Nedendir bilmem. Her araca binişte meyve suyumu içerim. Şeftalili. Yüzde beş meyve suyu oranı en az. Uğur Töre de o adamdır işte. Kendisini arayan gerizekalı. Bir keresinde meyve suyumu aradım telefonda ama Uğur çıktı.

Uğursuz işte.




2.7.2013 00:59

No comments:

Post a Comment