Şehrin ışıkları kararırken terk etti içine kıstırıldığı evi.
Herkes susuyordu, hepsi, televizyondan dökülen sesler de kesilmişti. Anne,
baba, diğerleri, tüm insanlar susmuştu uzun müddet. Önce susuyorlar, sonra
sağa, sonra sola susuyorlar, sonra tekrar susuyorlar, sonra duvarları inceliyorlar;
ardından ne yazık ki susuyorlar, konuşmuyorlardı. Hatta bir ara tüm susmalardan
oluşan dev bir susan adamın hemen yanına oturduğunu ve verilen kekten
atıştırdığını gördü, dikilen tüylerini eliyle düzeltti, susan adama dokundu
usulca, dokundu, rahatladı, huzurlandı içi. Ayaklandı. Etrafındaki altıgen
biçiminde susanları aştı, kapıyı hızla çarparak uzaklaştı, apartmanın karanlık
merdivenlerinde tökezledi, dilini hafifçe ısırdı, canı yandı, dilini dişleri
ile yokladı, kanın tadını aradı, iki kaşının arasındaki gerginliği hissetti,
ilerledi.
Gölgeli sokaklar içindeydi şimdi, ilerliyordu, karanlık
perdeli evlerin içinde susan, iyi susan, insanlar vardı ve hepsi onu takip
ediyorlardı, bunu biliyordu. Ellerini ovuşturan karanlık bir çehre önünü kesti,
ateşin var mı, dedi, hayır, yanıtını alsa da, üsteledi, vallaha mı yok,
hakikaten yok, sözünü de işitince geri çekildi ve geçidi açtı. Taksi durağının
yanına varmıştı, nereye gideceğini kestiremedi, alışveriş merkezine kaça, diye
sordu. Elinde çay bardağı olan taksici, sana yirmi lira, dedi yarım ağızla.
Neden bana, diye düşündü ve taksiye atladı. Emniyet kemerindeki paslanmayı
gidererek, kendini güvenle çevreledi. Çay içerek arabasını kullanan şoförü
inceledi yan gözüyle, adam mutlu görünüyordu. Susacaklardı anlaşılan,
sessizliğin ağırlığını taşıyacaklardı. Bunu istemiyordu, bu aralar niye böyle
oldu ya, şeklinde aptalca lakin elverişli bir soru sundu sürücüye. Şoför,
temkinli bir şekilde bıyıklarını gevşetti, rahatladı, tam üçüncü kırmızı ışığı
da ihlal edecekken durdu ve konuştu: Bilmiyorum, yani bu aralar, öyle yani, bir
durgunluk, yani bir değişik. Şoförün cümle kurulumundaki düzensizliği hissetti,
kalan yol boyunca sustular.
Buluştu işte. Buluştu. Bu buluşma, susma eyleminin varlığına
dair bir buluştu adeta. Birbirlerine baktılar, etraflarına baktılar, tedirgin,
hafif yelde titreşen ama dirençli yaprakcıklar gibi sallanarak sarıldılar.
Merhaba, dediler, merhaba, huzurla. Gözlerini kısarak takip etti onun
hareketlerini, gözlerinden kıstığını hissiyatına aktararak sürdürdü eylemini.
Piyanodan yükselen sesler, notalar misali karşısındakinin merdivenleri kat
edişini izledi, ayakları üstünde yükselişini, saçlarının başka bir zamana,
belirsiz, hoş bir zamana savruluşunu izledi, sustu. Gece açılan geçidi getirdi
gözünün önüne, onun gibi olmuştu bu görüşme de. Geçidi kesen çehreyi aşınca
yüzünü bir hüzün kaplamış, boynu üşümüş, kendi kendini sarmıştı, çürümekte olan
binayı saran karanlık sarmaşıklar olduğunu düşünmüştü, sarmaşıkları saran
karmaşık canlılar vardı, canlıları birbirine saran anlamlı anlamsız düşünceler
mevcuttu, hepsini hayal etti, ardından karanlık merdivenleri aşarak, evlerden
yayılan susuş kokularını içine çekti, susuşu ve gülüşü damlattı zihin
perdesine, gülümsedi.
Üstlerinden akıyordu su, her şey tersine dönmüştü, içi
titredi, sarılsam mı, parmak uçları kımıldadı, parmaklarına baktı, uzun ve
kemikli, onun parmaklarına baktı, narin ve ince, dokunsam mı, ya yanlış
anlarsa, olsun, anlaması önemli, değil mi? İnsanın bedeni ve kokusu arasında en
az iki metre olmalı, demişti kırık oturakta yanına çömelen yaşlı amca. Kokuya
dokun, evladım. Ziyanı yok, demişti, konuyu niye ve nasıl açtığı bilinmez bir
şekilde. Kokuya dokundu, dokundu, heyecanlandı, köşede, dört yanda hatta
altıgen, yapma çiçekler heyecanlandı, canlandı, durgun su akar hale geldi, onun
gözlerini izledi bunu takiben. Göz boncuklarındaki yansımasını, ışığın
kırılışını, çayın kokusunu, üstlerinden akan suyun gölgesini seyretti.
Birbirlerine baktılar, kağıttan burduğu yüzüğü geçirdi narin parmaklardan
birine, üstten akan suya baktı, gülüşü gördü. Bir daha birbirlerine bakmadılar,
konuşmadılar, konuşmak bir yere konmuş olmak gibidir de demişti yaşlı amca, ne çok
konuş ne sonsuza dek sus. Ayrılık yolu boyunca susmuşlardı, susuşları
sarılıyordu birbirine, evet. Renkli bir melodi uçuyordu demir blokların
ötesinde, ağaçlar tekrar titreşiyordu, iki efsanevi kuş gaga gaga birleşiyordu,
melodiyi hissetti bu kez, melodinin üstlerinden akan suya karıştığını bildi,
bunu bildi. Gölge renkli bir arabaya, şehrin diğer yakasına uğurlarken onu,
dilinde o melodi vardı, yüzünde hüzün.
Ayrılırken ortaya çıkan kokuyu bir defa
daha içine çekti, değişen koku, hızla elini cebine götürdü, altıgen bir yıldız,
hediye paketinden çıkan, ona dokundu, gökyüzünü saran suya çevirdi başını,
baktı, izledi, daha üstte de başka bir gökyüzü, başka bir koku, başka bir öykü
vardır, diye geçirdi yorgun aklından, yukarıya doğru uzanan sarmaşıkları
kavradı soğuk elleriyle, çıktı, yükseldi, suyu aştı, şaştı buna, aşağıda
insanlar ölümüne susuyorlardı oysa burada her şey temiz birer sözcüktü, ağızlarda
bal oluyordu kelimeler, damlıyordu, yaşlı adam burada da vardı, ilginç,
konuşmuyordu, yaşlı adamın kendini suya bırakışına şahit oldu, dudaklarından
bir ah dökülecekti, koştu, yakalayamadı, adam suyun içinde gülümseyerek
uzanıyordu, adamın yüzüne dikkatle bakınca, kendi yüzünü, kendi yüzü sandığı
yüze bakınca, ayrılıp gideni gördü, narin bir şekilde suya soktu ayaklarını,
ılık, oh, rahatladı, biraz daha soktu bedenini, oh, güzel su, içine giriyordu adım adım, su da onun içine
giriyor ve içindeki suya karışıyordu. Kendi yüzüne dokunuyordu, kendini
seviyordu, gidenin kokusu suya karışıyor ve hatta kokusuya karışıyor, bir oluyor; o, kendi kokusundaki suyu içiyordu,
kendini seviyordu, aşağıda insanlar, şehrin insanları susuyor, kin kusuyor,
sadece küsüyordu...
No comments:
Post a Comment