June 10, 2017

PİS, KÖTÜ VE LEKELİ*


Anlatamıyorum bunu anneme bir türlü. Olmuyor, olmuyor. Cesaretimi toplayıp geçiyorum karşısına bir kez daha. Saçları beyaz, başında şapkası, yüzünde derin kesikleri yılların, soğuk bir mesafe aramızdaki. Geçiyorum karşısına. Anne, diyorum, çok değerli anneciğim. Şapkasının çiçekleri gözlerini örtmüş, kımıltısız. “Anneciğim, ben öyle kadınlardan hoşlanıyorum.” Mesafe açılıyor. “Öyle, yani, normal olmayan.” Donuk bir ruh karşımda. Sıçrıyor cümlemin bitişiyle. Önüme bir çorba koyuyor mor renkli. Demek ki mutfaktayız. Şıkır şukur sesleri çorbanın. Mor sesleri. Kalkıyor dudaklarına sürerek mor peçeteyi. Peçeteye giden ellerim. Pis peçete, kötü ve lekeli olan, morarmış peçete. Buruşturuyorum onu ve yüzümü. Ağzımda açıklık, tamamlanmamış cümleler. Peçeteyi dudaklarıma götürüyor, kokluyor, annem gibi, kokluyorum: Pis anne, kötü ve lekeli olan, morarmış anne.
Kaç kez yırttın masamın ucuna koyduğum fotoğrafları anne, hep yırttın. Onlara baktım, dokundum ve kendimden geçtim. Güzellerdi, titretici, titretici. Parmaklarım kırılacak oluyordu dokununca yüzlere, tenlere, fersiz gözlere. Bazen yere kapaklanıyor, kontrolümü yitiriyordum. Giriyordun odaya başında şapkanla. Gözlerin kayıp. Tekmeliyordun beni, fotoğraflara bakıp ağlıyordun. Gözünü değil, ondan akanları izliyordum acı içinde. Ağzımdan akıyordu beyazlar. Beyazlara vuruyordun morca. Tek tek parçalanan fotoğraflarım: Dağılmış yüzlü bir kız, bacağı kopmuş bir kız, göz yuvarı olmayan bir kız, obez bir kız, diğerleri. Hepsi güzel, tümü. Onları kaç kez yırttın anne, hep yırttın.
Adını bilmediğim bir kızla tanıştım geçenlerde. Sol gözü kapalı, elmacık kemikleri yok, yüzünün sol tarafı derin şişlikler içinde ve bu şişlik çenesinden aşağı taşıyor. Makyajla süslenmiş güzel bir kız. Kendinden emin. Konuşurken seğiriyor sağ gözü. Şişlikleri ağzının bir kısmını da kapladığı için konuşması pürüzlü. “Senden hoşlandım. Aslında sana aşığım. Hatta delice aşığım. Şey, adın neydi?” Şaşırmıyor, beni uzunca bir müddet süzüyor. Nefes alışında horultulu bir hâl var. Çalan telefonum, arayan annem. Yanıtlıyorum. Sessizlik. “Anne, aradığım kızı buldum. Güzel, hayat kadar güzel.” Şıkır şukur sesleri çorbanın. Kapıyor telefonu. Anneler böyle.
Meğerse kızın başka bir sevgilisi varmış. Yüzü yanmış bir herif. Burnu, derisi, kemikleri yanmış. Artist bir adam. Boynunda yılanvari bir kolye. Yeşil, püskül, yeşil. İkisini bir mağaza çıkışında gördüm ve avcumdaki dondurma eridi, kül oldu. Gördüm onları ve delirdim, ağladım. Düştüm yere, ağzımda beyazlar. Annem peşimdeymiş, geldi yolun ortasında tekmeledi beni mor ayakkabılarıyla. Vurdu bana. Kızdan gelen mesaj: “O adamı terk ettim. Ben güzelliğin ruhta olduğuna inanıyorum. Her beden değiştirilir, yeniden yapılır, tamir edilir, dış görünüm bir yanıltmacadır. Üst kattaki kadın balkondan düştü, parçalandı bedeni. Koştu bu adam, parayı aldı ölenin cebindeki. Kan doluydu elleri. Ben, dedi, yıllardır para biriktiriyorum. Şöyle kemiklerim olsa yüzümde, aynanın karşısında kendisini izledi, göz kapaklarım olsa. Bir erkek nasıl yakışıklı olur öyle, nasıl güzel olur. Onu herkes sever. Ben, dedim, seni seviyorum, yetmez mi? Sustu, kapıyı çekti, gitti. Kapı kolunda kan lekesi. Aynanın karşısında kendimi izledim. Şişkin çenemi okşadım, güzel. Ben böyle güzelim. Akşam görüşelim.”
Evde kuş olmuş sekiyorum. Annemin hazırladığı çorbalar. Bu, sevgilimin fotoğrafı. Çorbaya bakıp fotoğrafı içiyorum sanki. Yudum. Annem odama giriyor. Demek ki odada içiyorum bu kez. Elinde şapkası ve kenarından uzanan saçlar, üstünde çiçekler. Kafası kel, mor yanık. İlk kez açıkça görüyorum, gözlerini ilk kez. Kısılmış kara gözler. Gitme, dercesine bakıyor. Kadının fotoğrafını alıyor eline. Kel kafasındaki yanıklar inip kalkıyor. Ağlıyor, ağlıyor. Kız, kapıyı çalıyor. Bana gelmeyi istemiş o hâlde. Annem bizi rahatsız edemez, kapıyı kilitliyorum üstüne. İçeride çorba var biraz, bir musluk ve de. Yeter. “Hoş geldin.” Gülümsüyor, çenesi iniyor, şişi kalkıyor. Çorba içiyoruz. Onu içiyorum. Gözüm üstünde. “Sana aşığım, hatta delice.” Tedirgin. Yanaşmaya çalışıyorum. Şişlikten dolayı ağzı zor açılıyor. Telefonundan mesaj gönderiyor bana. “Bana mı aşıksın, dış görünüşüme mi?” Gülüyorum durmadan. Yukarıdan gelen sesler. “O kim?” Annem, diyorum. “Dinlenmesi gerekiyor onun. Yaşlı ve huysuz. Anneler böyle.” Gülümsemek. Tedirgin kız. Kapı tekmeleniyor. “Çorbanı iç.” Ağzının kenarından dökülen çorba ve düzensiz sesler dizisi. “Yani, ne bileyim, ben normal olmayanı seviyorum, senin gibi.” Korkmuş. “Nasıl normal? Ben normal değil miyim?” Annemin sesleri. İnilti. “Senin gibi, nasıl desem, deforme olanı seviyorum.” Annemin sesleri. Çıldırış. Oda dağılıyor. Peçetemle ağzımı siliyorum. Gülümsemek. Yukarı çıkış. Annemi sofraya davet ediyorum. “Anneciğim, gel. Gelinin aşağıda.” Alelacele kafasına geçiriyor peruğu. Üstü başı dağılmış. Her yeri çorba. Ağlamış, çok ağlamış. Birbirine bakıyorlar. Sessizlik. Öfkeleniyorum. “Çorbanızı için.” Şıkır şukur huzur. Peçeteler. Silinen ağızlar. Annemin peruğunu çıkarıyor kız. Kafasına dokunuyor usulca. Annemin eli de onun yüzünü geziniyor. Bu bir anlaşma. Gelin kaynana uzlaşısı.
Annemin öfkesi, gazabı, kudreti. Ondan korkuyorum.
Masaya itilen kız. Kavranan şişkin yüzey. Öfke. Çekmeceye giden pis, kötü ve lekeli anne. Kafamdan çıkardığı peruğum. Aynaya koşuyorum. Kafatasım görünüyor. Derin kesikleri acıların. Kafama geçirdiği şapkalı peruğu. Onun kokusu, onun öfkesi. Anne, herkesin annesi. Kızın kafa derisini yüzüyor. Kız, tedirgin değil. İtaat. Çıkıyorum üst kata, annemin dolabına erişiyorum. Çiçekli elbisesi. Aşağıdan sesler geliyor. Ocakta çorba kaynıyor. Gülümsüyorum.
Ayna bana bakıyor. “Ben normal değilim anne, değilim.”
Yavaş yavaş balkona doğru ilerliyorum. Elimde acı bir çanta ve içinde para fotoğraflarıyla.

*Deriler (2017) filminden esinle.



No comments:

Post a Comment