May 28, 2017

VIZIRTI-CIZIRTI

Evlere temizliğe giderim. Koluma geçiririm büyük kara poşetimi, düşerim yola. Şehir uyur, köpekler ve köpeklerin kirli tüyleri uyur. Işıklar, yokuşun paralelinde uyuyan suya akar. Çenemi kımıldatır, tıkalı kulaklarımı açarım. Pantolonumun paçalarına üşüşür gece kuşları, kanatlaşa. Sakinimdir böylesi tehlike anlarında. Çantamdan fırçamı çıkarır; kovarım karanlıkları. Koşmaya başlarım büyük bir konak duvarına sığınarak. Burnum akar o zamanlarda, gecenin soğuğunu solurum. Sonra bir araç. Otobüs. Müşterim beni bekler. Saate bakarım, ilerler, saate bakarım, gündüz ve içinden gelen sesler.


Yeni birisi bu. Ayfer Hanım. Zilde “Erkan Kurt” yazıyor. Tuş pis. Apartman eski. Merdivenler yıpranmış, ben çıkarken üstüme sular damlıyor. Asansör yok. Çıkarken basamakları, temizleyeni görüyorum. Kilolu bir kadın. “Çekil len” diyor. Süpürgenin dökülen tellerini üstüme boca ediyor. “Len gavur, ne çekilmiyon?” Kadının eteği boylu boyunca ıslanmış ve desendeki yeşil elma çürümüş neredeyse. Hortumdan su fışkırtıyor ve celalleniyor: “Bok bu apartman bok. Len az insan olun be. Üç kuruşa yok öyle köfte.” Bana bakıyor, kükrüyor: “Sen de çekil, hoşt” Kenardan kıyıdan sıvışıp üst kata çıkıyorum. Rutubet, ağır bir sessizlik. Çıktığım her katta, on yıl kadar eskiyor bina. Yaşam eriyor.

Kapıyı çaldım. İçteki sürgülü kilidin emniyeti içinden bakan gözler. “Kimsin?” Yutkunmak. “Temizlik şirketinden gönderdiler Ayfer Hanım.” Öksürdü. “Adın ne?” Öksürdüm. “Adım Kemal, efendim.” İç geçirdi. “Yalan atmıyorsun, değil mi?” Kara poşetin ağırlığı. Yere bıraktım. Kolumu ovuşturuyorum. “Bakın bu cam temizleyici, bu deterjan, bu Arap sabunu, bu temizlik bezi, bu…” Gözler büyüdü, büyüdü. “Gir, içeri”

Her türlüsünü gördüm. Kokonası. Sübyancısı. Hastası, uğursuzu. Yaşlısı, genci. Dertlisi, divanesi. İlgilenmedim. Ovdum masaları, duvarları temizledim. Camları sildim, sildim. Yemek yaptım, çamaşır yıkadım, kitap okudum isteyene. Ayfer Hanım’ın evinde de aynı. “Aferin, şey, adın neydi?” Yanağına kara bir sinek konmuş. Gitmiyor. Kaşı seğiriyor bu nedenle. “Adım Kemal, efendim.” Kara sinek oymuş yanağı, yuva yapmış içine. “Aferin, iyi temizliyorsun. Senin gibi çok kişi geldi, herkes kaytarıyor. Allahtan çalabilecekleri bir şey yok.” İç geçiriyor ve sinek, boynuna düşüyor. “İşin bitince git. Para, girişteki dolabın üstünde.” Sinek, yaşlanmış memelere düşüyor. Vızırtı, cızırtı.

Evdeyim. Karanlık yollardan geçip geldim yine. Aydınlığı göremiyorum işim münasebetiyle. İçeri giriyorum, kara poşetimi hemen kapı arkasına bıraktım. Ayakkabılarımı çıkardım. Plastik ayakkabılıkta. Çalan zil/Kuş sesi şeklinde/Cik cik. İki polis. Birisi etli, biri sıska.

Etli Polis: Neden öldürdün kadını?
Sıska Polis: Neden?
EP: Oğlum, girme araya? Bir izle, öğren. Hemen afra tafra yapmayın ulan.
SP: Pardon abi.
EP: Neden? Bak, gerildim şimdiden.
SP: Ned?
EP: Oğlum, sus.
BEN: Şey, ben yapmadım. Yani, bilmem.
EP: Yalan atma. Anlarım ben. Bu, kara poşet de ne?
BEN: Temizlikçiyim.
EP: Aferin, demek kadını temizlediğini itiraf ediyorsun.
SP: Bravo abi, anında çözdün.
BEN: Yok, hayır, ben aslında…
EP: Kes, kadının kimi kimsesi de yokmuş. Herhalde hayırsız oğlu “Erkan Kurt” numarasıyla girdin içeri. Kolaçan ettin etrafı, bulamayınca parayı kadını katlettin.
SP: Abi, harika ya. Sayende meslekte pişiyorum resmen. Lan katil, Allah belanı versin.
BEN: Yemin ederim, yapmadım.

On yıl yattım içeride. On yıl. Savunmasız, yaşlı bir kadını kasten öldürmek. Hâkim bana baktı, önündeki deftere de. On yıl. Geçti.

Şehir değişmiş, iyice kararmış sokaklar. Büyük binalar, kasvetli duvarlar sarmış her yanı. Yaşlanmışım, boğazım habire kuruyor. İnsanların tümü bana bakıyor, büyümüş, kibirli gözlerle beni süzüyorlar. “Pakbiz” temizlik firmasının sahibi Ahmet Abi’yi aradım. Aradığım kişiye ulaşılamıyor, firma kapanmış, sanırım Ahmet Abi, lahmacunculuğa başlamış. İş başvuruları. Sonuç yok, hüküm giymiş biri kaybetmeye mahkûm. Aklıma, öldürdüğüm iddia edilen kadının evine gitme fikri geldi. Apartman aynı. Değişmemiş. Zilde yazıyor: “Erkan Kurt” Dış kapı açık. Merdivenler. Dar ve nemli. Aynı kadın. Temizleyen. Yaşlanmış. “Çekil, len” Üstüme sıçrayanlar. Su. Artık çevik değilim. “Len, az insan olun be.” Her şey aynı. Kat çıktıkça ağrıyan dizlerim. Yaşlandım. Zırt pırt yanıp sönen harekete duyarlı kat lambalarının eşliğinde vardım kadının dairesine. Zili çaldım. Kapı ardına dek açılıyor. İçeri geçtim. Sessizlik. Salona açılan kapı kapalı. Değiştirilmiş ve yerinde çelik olanı mevcut. Çalıyorum. Tak. “Kimsin?” Yaşlanmış ses. Ayfer Hanım. Çenemi kımıldatıyorum, kulaklarımın tıkanıklığı geçsin. “Ayfer Hanım, şey, ben. Kemal.” On yıl sonrasının sesi. “Hangi Kemal?” Bu sefer tek kollu kilidi açıyor ve bana bakan yorgun gözler. “Hangisi?” “Ben işte, temizlikçi.” Kilit şıkırtısı. Açılan kapı. Bana bakıyor, elimden tutup sarıyor. “Oğlum, oğlum.” Belim sızladı. Yaşlandım. “Oğlum, sar beni, öleceğim zaten.” Kafam karışıyor. “Oğlum, sar.” Yaşlanmış memelere bastırılan göğüs kafesim acıyor.

Koyu yeşilli kanepedeyim. Karşımda öldürdüğüm yaşlı kadın. “Beni öldürdü öz oğlum. Sen gittin, sen çıktın da girdi içeri. Girdi.” Nefesi yok. “Girdi de tokatladı beni, yerlerde sürüdü. Bir tutam saçımı da o söktü. Ah. Sen geldin ben öldüğümde. Beni kucakladın, soğuktu bedenim, ağır ve kirliydi. Yıkadın önce, sildin, ovdun her yerimi, kaba etlerimi pakladın. Kucakladın cesedimi, kendinden geçmiştin. ‘Anne’ diyordun, ne de güzel. Beni sardın, sarmaladın. Göğsümdeki kara sineği koparmaya çalıştın. Uğraşsan da çıkmadı, çıkmadı. Kara poşetindeki kara çakınla yardın göğsümü. Sineği aldın. Kımıldayan kıldan elleri döküldü sineğin. Apartmanı temizleyen kadını çağırdın. Tut, dedin, tut len. Tövbe, dedi kadın. Koca kıçını sağa sola sallayıp. Tövbe len, tövbe. Sen nesin? Sus. Kadının süpürgesinin telleri söküldü. Sinek, vızırdadı. Ben, öldüm.”

Kapı kapandı. Kanepe boş. Köpek yok etrafta ve köpeklerin kirli tüyleri.

Ben bir katilim demek ki.

Zil çalıyor. Apartmanı temizleyen kilolu kadın gülümsüyor. “Aferin, len. Aferin. İyi temizledin.” Kolunda büyük kara poşet.

Kadının boynundan sarkık memelerine düşen bir kara sinek. Vızırtı, cızırtı.

Gülümsüyorum on yıl sonra.

No comments:

Post a Comment