July 18, 2017

HERKES BİRBİRİNİN TAKLİDİ


diye düşün ve durakta bir ileri bir geri git. Otobüsü bekle. Amcalar, teyzeler gölgede bekler, hava sıcak. Sıcak bir rüzgâr eser, terlersin, durakta amcalar sırtlarını ovalar. Kıllı sırt, yaşlı, hasta sırt. Taşa oturmuş, şarkı söyleyen bir bıyıklı sana bakar. Bıyıklarını dengeler, çenesi oynar, sana bakar, cep telefonunu parmaklarının ucunda sallandırır, sana bakar, otobüs gelir, herkes yerinden kalkar. Binin otobüse, sıcak, klimanın kendine yok faydası, sıcak. Bıyıklı yok, kayboldu. Sağın, solun, köşe bucak bıyıksız ter. Eve git artık, yeter.

Uyuyor yine Ahmet. Her şey olması gerektiği gibi. Uyuyor, rüyasında birkaç adamı pataklıyor, ha hu sesleri. Ah uh sesleri şimdi de -dayak yiyor olmalı. Dürtüyorsun, uyanıyor. Cikcik nerede? Boş boş bakıyor. Nerede Cikcik? Ne bileyim abi, diyor ve sırtını dönüyor, kavgaya devam. Kuşun gitti, kafes boş, muhabbet son. Saçılan yemler, dağılmış tüyler. Günler geçiyor belki, şehrin tüm sokaklarını geziyorsun, tüm yeraltı işletmelerini. Yok Cikcik. Sakallı adamlar, uzun bacaklı kadınlar yolunu kesiyor, bazen karanlıkta bir kanat sesi duyuyor, heyecanla koşturuyorsun. Eve uğramak yok, bulacaksın kuşunu. Her gün otobüs çilesi, sıcak, bıyıklı adamlar, yaşlı ve daha az yaşlı ölü adayları. Tam 2.75 tl, öğrenci 1.75 tl. Valizli kadınlar biniyor otobüslere, bebek arabalı ve göbekli. Karnın acıkıyor kimi zaman, in ve bir simit ye, çay iç. Sokaklarda koştur, Ceyhun Atıf Kansu Caddesi’nde bir kuş istilası varmış, alıyorsun haberi. Oraya git. Gidiyorsun. Dallarda kara kuşlar mı kuşlarda kara dallar mı var, karar veremiyorsun. Olsun, ilerle. Parkta birbirine sarılmış iki genç. Onları izleyenler. İç çekenler. Ha hu sesleri, yoksa Ahmet?

Evdesin nihayet. Üstün pis. Gir suyun altına, arın. Su kesik, su yok, susuzluk. Öfke. Ahmet yok. Ev sahibinin vitrinindeki mavi çizgili bardağın üstünde duran fotoğrafı Ahmet'in. Sağ elini bileğinden kırarak boynuna götürdüğü sevimli bir poz. Şirin Ahmet, bıyıksız. Vitrinin üstünde, tozlu bir anı. Ev sahibi Leyla Hanım'ın rahmetli kocası Cemal Bey’in Dikmen Pazarı’nda çekilmiş, mavi önlüklü bir pazarcı pozu. Ağzında sigarası ve yüzünde hayata meydan okuyan bir ifade. Çirkin Cemal, bıyıklı. Tozlu. Çık üst kata. Zili çal. Zil sesi, ha hu. İçeriden gelen sesler. Ah uh. Leyla Hanım geceliğinin önünü kavuşturuyor kapıyı açtığında. Bakma. Leyla Hanım, merhaba kuşum Cikcik ve arkadaşım Ahmet yoklar, gördünüz mü acaba? Öksürüyor, tebessüm. Kapıyı kapatıyor, cevap yok. Su ısıtıcısının, çamaşır makinesinin ve apartmanı dört dönen sineklerin hayat sesleri.

Aramaya devam et, işin daha zor artık. Cikcik yok, Ahmet yok. Canın ciğerin, yaşama sebebin onlar. Nasıl da geçerdiniz Ahmet’le bir dalın altına, ellerinizi çenenize dayar, yeşilliğe bakardınız. Cikcik kafesinde soluklanırdı. Ahmet bir anda alırdı telefonu eline, sağ elini cebine sokarak konuşmaya başlar, yürür, yürürdü. Korku sarardı senin içini, Ahmet’in yüzünü Pazarcı Cemal’inkine benzetirdin böylesi anlarda, cebinden bir kilo domatesi çürükçe vereceğini, salatalığı ezikçe dolduracağını düşünürdün poşete, titrerdin ve Cikcik’in de ürperdiğini, tüy tüy gerildiğini fark ederdin. Şimdi yok ikisi de. Otobüse atla, nereye götürürse git. Yokuşları geçer araç, öksürür, hava kararır, serinlik çökmeye başlar. Bir pazar yerinde in. Üstü kapatılmış buranın. Kimse yok, pazarın olmadığı günler oynansın diye iki basketbol potası var. Nizami yükseklikteler mi diye sıçrıyor, çembere dokunamıyor, bastığın yerdeki patlıcan leşine bulanıyor, sessizleşiyorsun. Kanat çırpanlar. Koş, durma. İki kuş karanlıkta çırpıyorlar uçma aygıtlarını. Saldırıyor iri gölge küçüğüne. Ayır onları, taş at, kovala. Hayvanlar kaçıyor, gece ağır ağır güneşe yer açıyor.

Eve geldin. Yorgunsun. Çevir anahtarı, olmuyor, bir daha dene, olmuyor. Leyla Hanım’a çık. Sessizlik. Kapıyı çal, kapının deliğinde büyüyen göz. Açılıyor. Leyla Hanım, merhaba. Kapım kapalı, neden? Öksürüyor, tebessüm. Kapıyı kapatıyor. Çalıyorsun kapıyı. Açıyor. Leyla Hanım, kalacak yerim yok. Sizde kalsam bugünlük? Öksürüyor, tebessüm. Kapanan kapı. Çık dışarı. Kimsen yok. Birbirinin taklidi insanlar. Telefonlar, kahveler, çantalar aynı. Saçlar, suçlar, öçler aynı. Elin cebine gitmesin, paran yok. Çalışmak gibi bir gayen olmadı. Yürüdün, yürüdün ve döndün eve. Bindin otobüse, terledin, indin ve yürüdün. Ahmet de yok, para da. Karnın aç. Çöp tenekesini karıştır ömründe ilk kez. Oturduğun bankta gözlüklü bir Çinli. Salamlı, beyaz peynirli bir sandviç yiyor, içinden parçalar koparıyor ekmeğin ve sağ eliyle ağzına götürüyor. Ne desen şimdi? Ne desen anlamaz, Çinli bu. Elini ağzına götürüyor, açım, diyorsun. Uzun uçlu kamerasını çıkarıyor, gülümsüyor, fotoğrafını çekiyor. Saçını kuyruk yapmış ve siyah bir tokayla tutturmuş. Aç ve yalnızsın. Bitirdi yemeğini. Geğirip gidiyor. Dizlerinden kesik pantolonlu herkes, boyalı saçlı, küstah. Ayrıl buradan, eve git, ne yapıp edip git. Kır kapıyı gerekirse.

Çalıyorsun kapıyı. Çal. Açacak Leyla Hanım. Açmazsa görür gününü. Bağır. Leyla Hanım. Bağır. Leyla. Bağır. Aç lan yaşlı et. Açılıyor. Elinden tutup içeri buyur ediyor. Hoş geldin, diyor kadın. Neredeydin bunca yıldır Cemal? Kırıtıyor, dermanı yok. Tozlu kanepeye çöküyor. Aynaya geç, ne Cemal’i? Saçın sakalın birbirine karışmış. İğrenç bir kıl çizgisi dudağının üstünde. Ne ara oldu tüm bunlar? Gerçekten Cemal’i andırıyorsun. Ayaklanıyor Leyla ve elini senin ceplerine sokuyor. Çürümüş sebze, meyve. Pazardan kalmış olmalı. Sensin. Biliyordum geleceğini. Ama ben artık dayanamıyorum Cemal. Kafan karışıyor. Leyla Hanım, şey, ben, diyemeden susturuyor kadın seni. Sar beni Cemal, diyor, ah uh. İtekliyorsun yaşlıyı. Ahmet’le Cikcik nerede? Sorunu yanıtlamıyor, uyuyakalıyor. Kapı çalıyor az sonra. Gelen sensin. Leyla Hanım, merhaba, diyorsun kendine bakıp. Ahmet’le Cikcik nerede? Sakalların yüzünü kaşındırıyor. Sessizlik. Gelen sen gidiyor, iniyor merdivenleri. İçerdeki sen sakinsin, anlamasan da bir şey sakinsin. Birkaç dakika sonra kapı çalıyor. Gelen Ahmet. Leyla Hanım, diyor, merhaba. Bir süredir Cemal yok, gördünüz mü? Çekiyorsun genç kollarından içeri. Yapmayın, diyor. Bastır dudaklarına ellerinle. Adın Cemal değil senin. (Ne peki?) Nefesi kesilsin. Parça parça et. Doldur belediyenin verdiği açık mavi çöp poşetlerine. İki poşet yap, akmasın. Birkaç dakika sonra çalan kapı. Kafes ve Cikcik. Ötüyor kuş. Anlaşılmıyor.  Kafesini tavandan sarkan ipe bağlıyorsun. Cikcik mutlu. Leyla Hanım uyanıyor. Cikcik tavandan sarkan ipe bağlı kafesten sarkan bir ölmelik ipe geçiriyor kuş başını. Çırpınan ve sonra hareketsiz düşen kanat. Ne yaptın Cemal Bey diyor? Ne ettin? Gülümsüyor, poşeti ona getiriyorsun, henüz sıcak. Açıp bakıyor. Kellesi bu Ahmet’in. Kalkıyor yerinden. Huzurlu. Derin dondurucunun derinliklerinden çıkarıyor büyükçe bir poşet. Kellesi bu Ahmet’in. Tuhaf şey, diyorsun. Tuhaf şey, bu hikâyede herkesten iki tane mi var? Yok, diyor, Leyla Hanım, dudaklarını emerek, herkes birbirinin taklidi. Esaslı laf. Derin dondurucuya gidiyorsun, poşetler orada. Çinlinin, senin, Leyla’nın, Cemal’in, kuşun, herkesin. Herkesin poşeti, herkesin donmuşu. Salondan gelen ve yılların küfüyle birleşmiş nemli bir ölüm sesi. Geceliği yanında uzanan çıplak Leyla Hanım elinde tuttuğu Cemal’in pazar resmini bıçaklamış ve bıçak kendi kalbine saplanmış hâlde hâlâ sıcak yatıyor. (Bıçak Cemal'i pas geçip tezgâhtaki iri bir domatesi parçalamış.)

Leyla Hanım’ın geceliğini geçiriyorsun üstüne. Öksürüyor, öksürüyorsun. Kanlanmış, yıpranmış. Şimdi ilk iş bu kadını parçalamakta. Karnın aç, biraz yemek yemen lazım. Yaşam uzun. Kapı çalıyor. Derin pütürlü ama canlı. Derin dondurucuyu boşaltıyor, içine giriyorsun. Derini dondurucuda dinlendir. Dondurucunun kapağı çalıyor. Açma, dinlen, ilk defa sıcak yok, açma. Kapağın parçalanma sesleri, kırılma ve senin darmadağın olma seslerin. Senin ölme seslerin. Senin serin ölme seslerin. Senin un ufak edilmiş yalnız ve soğuk -ilk kez sıcak değil- etlerin.

No comments:

Post a Comment