“Bizim mahallede yalan olmaz yavrum. Kan olmaz, olmaz.” Yaşlı
kadın böyle söyleyedursun, gerçekler tam tersi olabilir. İnanmam ben, kanmam
hemen. Sorup soruşturmak lazım. Beş katlı apartmanın bahçesine geçtik
mahallenin ileri gelenleriyle. Paslı tel örgülerin berisinden izledi bizi
geride kalanlar. Beni iyi ağırladılar, bu güzel. Muhtar, hareketlerimi takip
ediyor. Hanımı süslü, bir ruj çıkardı minik çantasından ve el aynasına baka
baka dudaklarına dokundurdu ucunu. Allaştı dudakları, fark ederim. Genç bir kız
da var, kulaklıkları duyma deliklerinde ve önündeki telefonda gözleri. Saçını
omzundan arkaya attı bir diğeri. Montunu ilikledi, çantasının askılarını sol
koluna geçirdi. Küçük bir çocuksa elindeki ucuz oyuncak canavarı sıkıyor, bana
bakıp gülümsüyor. Konuşma zamanı geldi: “Değerli mahalle bireyleri, aldığım
ihbar burada bir ölüm gerçekleştiğini söylüyor. Gerçeği söyleyin. Kimdir bu
ölen?” Birbirlerine bakıyorlar, sessizlik. Birbirlerini sessizleştiriyorlar,
kaşlar gözler parmaklar tırnaklar kımıldamalar. Muhtar sözü devralıyor: “Yok
bir şey, evladım. Asılsız ihbar olmalı.” Muhtarın tespiti ve ileri gelenlerin
kafa işaretli onayları. Muhtar gözlerini devire devire baktı tümüne, çenesi ile
çivi çaktı yüzüne yerin. Hanımı rujlu dudaklarını ısladı biraz, oynattı altlı
üstlü. Genç kız, telefonuna düşen onay gölgesinin griliğinde anladı durumu,
sallandıkça kafası bluzunun kahverengi güneş lekeli desenine dokundu
kulaklığının telleri. Saçını omzundan arkaya atanın titredi çantası ve küçük
çocuğun oyuncak canavarının uyduruk kafası da onayladı olanları.
Sol elimin işaret parmağı ile yağmurda şişmiş, kabarmış masa
yüzeyine dokunuyorum. Masanın kenar tırtıkları bir süre önce soyulup tarak
tarak olmuş. Bu insanların tümü yalancı. Sakinliğimi korumalıyım. Katile,
katilsin diyerek yaklaşılmaz. Üçüncü kattaki boş –cam kırıkları beyaz a4
kâğıtlarıyla bezeli- daireye yükseliyor taraktan havalanan parmağım. Anlamamış
gibi yaptılar. Susuyor konuşmuyor çöplere bakıyor sağa sola bakıyor bizi
izleyenlere bakıyor susuyorlar. Yukarısı, diyorum, sakin bir sesle, yukarısı
neden bu halde, neden? Telaş, muhtarın uygun sözcük arayışı ve uyduracağı hikâye
için kelime fırınında pişen yalanların çürük kokusu. Muhtarın hanımının alt
dudağını ısıran sarı dişleri. Genç kızın, telefon ekranına bakması ve konuyla
ilgisi olsun olmasın bir şeylerden rahatsız olması. Saçını omzundan arkaya
atanın peruk olduğu anlaşılan kılların dibindeki bandajı biraz açması,
rahatlaması. Küçük çocuğun yalandan ağlaması. Yerlerde tepinmesi, tepinmesi.
Annesi olan geride kalan tel örgü ardında bekleyen bir kadının belirmesi ve
çocuğuna değişik bir dilde seslenmesi ve çocuğun yüzüne gözüne yapışan otların,
çöplerin içinden ayağa kalkması ve oyuncak canavarına sarılması. Gülümsemesi
çocuğun. Aklımı karıştıramaz bunlar, tecrübeliyim.
Muhtar hazır: “Orada, şey, Korkut Bey otururdu. Taşındı, gitti
adam. Tek yaşardı zaten. Saçları yoktu ama kel denemez biriydi. Konuşmazdı ama dilsiz denemezdi. Siyah bir pardösü
giyerdi yaz kış. Beyaz bir urganla bağlardı önünü. Taksi getirir, götürürdü onu
kapıdan. Gözlükleri kalın camlıydı. Başında fötr şapkası olurdu daima.
Şıklığını tamamlardı bu. Sol elinde taşıdığı evrak çantasında tozlar görürdü
mahalleli. Bana gelirlerdi. Hiç açılmamış bu çanta, Muhtar Bey derlerdi. Bazen
Ahmet Bey de derlerdi ama şaşırırdım ismimi duyunca. İsmim Muhtar olmuştu
artık, neyse, bu Korkut Bey evine geçerdi günün bitiminde, taksiden iner inmez
koşarak çıkardı merdivenleri. Kapı komşuları birkaç kez kapısını çalsa da
açmamıştı Korkut Bey. Şikayetler arttı gün gün. Bu adam katil hırsız psikopat
tacizci deli tuhaf tuhaf. Zaten işler de kesat gidiyordu. Birçok belgenin
internet yoluyla çıktısının alınabilmesi muhtarlık gelirimin önüne geçmiş,
evrak işinin de sonu gelmişti. Öfkeliydim anlayacağın. Tamam, dedim, ben de
gidip bakayım şu Korkut Bey denen ırz düşmanına, kimin nesiymiş anlayalım. Bir
coşku mahallelide, bunu duyanlar duymayanlara anlatmış, ardımda sürü sürü
insan. Oley yaşasın kurtar bitsin gitsin deli tehlikeli Allah senden razı olsun.
Çaldım zili, açan yok halbuki gelmiş olmalı. Sonlanacak ve darmadağın olacak
bir geçici sessizlik. Mahalleli taşlara sarıldı, çöpleri avuçladı ve Korkut Bey’in
camlarını topa tuttu. Cız cız delindi camlar. Küfür kıyamet öfke salya dolu
kalabalık. Ertesi gün tekrar oradaydık. Çizgisiz kâğıtlarla yamanmıştı
kırıklar. A4 A4 doldurulmuştu boşluklar. Bağıran kalabalık: Çık ulan Korkut çık
deli çık dışarı çık yakarız çık öldürürüz çık sapık çık namussuz çık. Sapanlı
saldırısı kıvırcık saçlı çocukların. A4’lerden geçmemişti taşlar, ötede
berideki sağlam noktaları dövmüş, kalın perdelerde erimişti. Evden de çıkmaz
oldu Korkut Bey. Karanlık gecelerin birinde evi terk ettiğini söylediler. Böyle
işte hikâyesi. Gördün ya, yalan olmaz bizde, kendi gitti mendebur.
İnanmadım anlatılanlara. Tetikteyim. Muhtarın sözü bitince
alkış koptu geride kalanlardan. Doğru ya doğru elbet gün gibi açık kesin böyle
dediler. “Evi görmek istiyorum o halde” dedim öykü boyunca havada tuttuğum işaret
parmağımı tarak tırtıklarına yeniden koyarak, ayaklandım. Beklemiyordu bunu
muhtar, rujlu hanımı, telefonlu genç kız, peruklu kişi, oyuncaklı çocuk
beklemiyordu. Yan yana geldiler hızla. Muhtar konuştu, ileri gelenler ve geride
kalanlar onu takip ettiler: “İçerisi rezalet. Her yer pislik. Meğer adam koca
koca fareler de beslermiş, vik vik öter dururlar. Sesleri sarınca mahalleyi,
eve girmek şart oldu. Boy boy tencerelerin lekeli ışıltıları içinde şen
fareler. Masada kitaplar, kitaplarda deney faresi resimleri, fotoğraflar,
haplar. Tuhaf aletler, mengene, tüpler, kablolar, peruklar, pardösüler renk
renk. Korktuk içeri girince. Bu Korkut bir manyak hayvan taciri dediler bir
profesör dudak büküp dediler bir değeriydi mahallenin üzülerek dediler yuh sana
muhtar yuh sana yuhlayarak dediler nasıl aydınlanacak mahallemiz haykırarak
nasıl dediler.”
Kolları birbirine temas ediyor muhtarın, hanımının,
telefonlunun, peruklunun, oyuncaklı veledin. Onlara inanmıyorum. Geride
kalanların haykırışı apartman bahçesinin paslı tel örgülerinde eksilip
dilimlenerek kulağıma saplanıyor: Prfsr bzmdr bzm klck.
Daireyi bir müzeye çevirdiklerini duydum. Muhtarın hanımı
işletiyor, girenlerden “aydınlanma bedeli” olarak para alıyormuş. Korkut’un
nerede olduğu belirsiz ama ölüp ölmediği kimsenin umurunda değil. Benim kim
olduğum kimsenin, bu öyküyü okuyanın da, umurunda değil, değil.
Gelmesini istemiyorlar, gelirse öldüreceklermiş Korkut’u.
(Telefonlunun, peruklunun, oyuncaklının öyküdeki rolü de
umurunuzda değil, varsa yoksa muhtarın hanımı, çocuğun ucuz oyuncak canavarı, öyle
değil mi?)
No comments:
Post a Comment