Mahallemiz karardı, kapkara oldu. İki ölü. Biri Semran
Teyze, diğeri kuş. Karanlık dalların beyaz dişleri döküldü, sesi kirlendi.
Korktuk hep birlikte. Dört apartmandan oluşan yaşlı bir site burası, dört
duvar. Ölü ağaçlar, canlılar, kuşlar ve tozlar. Ölüler, soğuk et ve gözlerde
yaşlar.
Annem dolma sarıyordu. Tırtıkları vardı yaprakların. Yeni
yolunmuşlardı yeşil asmadan. Damarları ve çürükleri. Onları ayıkladı annem.
Pirinç, soğan, domates, biber ve baharattan yoğrulmuş iç malzemeyi küçük bir
leğene döktü. Haydi, dedi, sen de sar. Yanına geçtim sağa sola tutunarak,
sardıklarımı çiğ hâlde indiriyordum mideye. Serçe parmağın kadar olacak,
unutma. Güzeldi tatları. Kıtır kıtır,
ekşi. Duydun mu, dedi bağdaş kurduğu bacaklarını kütürdetip. Semran Teyze
yatağa düşmüş, inme inmiş kadına. Yazık. Sustum. Hava aşırı sıcak, dünya hamam,
ev sauna. Ağzımda ekşi bir tat. Annemin boynundan süzülen ter. Dünya kime kaldı
ki yavrum, ah. Birden bastıran yağmur. Annem elinde kalanları yutarak balkona
koşuyor. Rahmet, yavrum, rahmet. Gel hele, gel. Yağmıyor, süzülüyor. Balkonun
demirine çarpıp sıçrayan sular. Huzur. Hızla çarpıyor, hızla, hazla çarpıyor
sular. Annem belini tutuyor, gel, diyor, belim tutuldu, ay, belim, bıçak girdi
sanki. Köşedeki sedire güçlükle oturtuyorum. Sıcak bir bez sarıyoruz beline.
Of, yağmur da durdu, of. Sessizlik. Nefes nefese anne, nefes nefese ben. Annemin
dudaklarında gizli bir hırsızlığın yemek izi. Sıcak.
Çıkmak istemiyorum odadan. Çık yavrum. Annem yine. Çık
evladım, yatma öyle. Allah günleri yatalım diye mi yarattı? Hareket et. Yorgunum.
Sahi, neden var günler? Neden dar yatak ya da ben böyleyim? Hareket edememek.
İki yüz kiloya yaklaştım. İç içe geçmiş et kümesi. Bir kümes dolusu insan eti gibi
hissetmek. Yorgun, ölü, hüzünlü. Çık evladım. Evde kalırsın yoksa. Ağlayan
anne. Benim annem. Minik yastığın altına giren yağlı kafam, ondan sarkan kara
ipler. Bak, Semran Teyze erimiş, bir tutam kalmış kadın. Gözleri kaybolmuş. Önce
gözler çöküyor derlerdi zaten. Yüzünde iki oyuk kalmış. Ben gördüm evladım, ben
gördüm de bayıldım, nasıl dayanayım? Komşular zor yetişti imdadıma. Sakinleşen
anne. Demek erimiş, diyorum içimden. Ben de erir miyim ölsem? Küçülür, erir de gülümser miyim? Çenemden sarkan etler, belimde ve ruhumda
tutunan. Yavrum çıksana. Gözlerimi açtığımda karanlık. Her zamankinden koyu,
farklı, yoğun bir gece. Annemin sesi iç odadan geliyor. Yavrum gel, gel. Ölmüş
Semran Teyze. Dakikalar sonra yanına, halıya oturuyorum. Yirmi beş siyah, yirmi
altı kırmızı renkli çubuk var iç içe geçmiş. Hepsi altımda, aklımda.
Annem konuştu: Ağıtlar yakıldı durmadan. Sözleri hiç
anlamadım evladım. Karalar giymiş, başları örtülü, yüzleri soluk, uzun tırnaklı
dört kadın, galiba kadın, dört binaya bakan avluda belirdiler önce. Gözleri, ne
bileyim, kırmızı biberleşti sanki, parıl parıl yandı. Korktum, titredim, pencereyi kapadım hemen, perdeyi çektim ama nafile. Bakmasam olmaz,
merak. Perdeyi delip geçen bir ışık yayılıyor biberleşen gözlerden. Sesler
çıkıyor gölgeli ağızlardan. Ağıtlar yakılıyor. Halaya benzer, halayla alaya
benzer, rüzgârın üfürdüğü bir dans ediliyor. Ağaçlar sallanıyor. Korkuyor, arka
bahçedeki balkona geçiyorum bir de. Hava sıcak o tarafta. Çamaşır ipinin teline
kara bir kuş konmuş. Gagası kızıl. Duruyor da duruyor. Bir sopayla itekledim,
gitmez, tencereye su doldurup döktüm, hayır, orada. Sıcak, terliyorum. Ön
tarafa bakayım, dedim o hâlde. Belki kuş gider ben gelene dek. Karalı kadınlar
yok, kuş bu tarafa geçmiş. Büyümüş, kocaman olmuş. Kadınlara benzemiş. Acı kuş
konuşmaları. Soğuk. Ağlıyorum yavrum, çarem yok. Aman, diyorum, aman şeytanın
işi bunlar. Tövbe, tövbe, git kuş. Git. Soldaki binanın üçüncü katında, sol
yanda kalır Semran Teyze’nin evi. Kararan ışıkları yanıyor evin. Kuş yok. Başım
dönüyor evladım, deliriyorum. Felaket geldi başımıza. Bu ölüm iyi değil
evladım. Canımız yanacak. Yoksa sen bilmeden de olsa bir günah mı işledin?
Hatırla, hatırla.
Annem konuştu, ben sustum. O uyudu, uykusuzum.
Gece korkutucu. Yağmur başladı yine. İp olmuş yağıyor,
aralıksız, yer kamçılanıyor. Alelacele geçiriyorum ayağıma terlikleri. Aşağıya
iniyorum. Zorluk, tıkanmak, vücudumun etrafında uçuşan kara sinekler. Merdiven
korkuluklarına dayanarak dış kapıya varıyor, soluklanıyor, bahçeye çıkıyorum.
Yağmur dinmiş, her yer kuru. Sıcak. Avlunun ortasına, annemin dediği yere
geçiyorum. Gözüm sağımdaki Semran Teyze’nin evinde. Işıksız. Gözünü açıp
kapamak, gecenin sesini dinlemek. Cenaze arabası yanaşıyor horultuyla. Kenara
gizleniyorum. Bir ağacın, bir çöpün, bir taşın yanına. Bedenim büyük, etli ve
öfkeli. Koyu yeşil bir araba. Arka kapısını açan uzun saçlı bir adam, tabutun
dört yanından kavrayan dört varlık. Uçarcasına gidiyor tabut, Semran Teyze’nin
evine varıyor. Kırmızı biberli gözler, ışıldamalar, salondan gelen ağıtlar,
patlayan ampul, kesilen sözler. Bir kuş çırpınışı. Aşağıdalar. Minik bir kafesten
tabutu taşıyorlar avuçlarını bir ederek. Kafesten tabuttaki kuş, plastik
tüneğine sıkıca sardığı ölü tırnaklarından baş aşağı sarkmış, arabaya gidiyor.
Motor sesi, giden araç.
Bunu bu gece yapmazsam bir daha olmazdı. Değiştiremezdim
yazgımı, yapamazdım. Semran Teyze’nin evine giriyorum. Kapısı ardına kadar
açık. İçeride öksürük sesleri. Bana bakan ölü, gel, diyen erimiş gözler.
Gözlerden akan sözler. Annem pencereye tünemiş. Kuş anne. Bize bakıyor.
Perdeyi örtüyorum. Taş atıyor annem, mutfaktaki boş ve yıpranmış etiketli
kavanozlardan fırlatıyor. Canımızı yakmaya çalışıyor. Kapattığım pencere,
çatırtılar. Yapma evladım, diyor, sesi cılızlaşıyor, yapma. Felaketi artırırsın.
Ağlayan anne. Sıkıca sardığım ve katmerlenen göbeğime bastırdığım Semran Teyze.
Soğuk ve yaşlı eti. Sıcak ve şişman etim. Bastırıyorum, kadının eriyen
kemikleri püf oluyor, eti etime karışıyor. Dışarıda yağmurun sessizliği. İçime yeni
bir ölüm üfleniyor. Annemin feryadı ve yağmurun örtüsü. Gece sabaha dönerken
varıyorum kendi evime. Annem dili dışarıda, yerde uzanıyor. Kımıltısız. Taş ve
buz. Yanına geçiyorum, sol elimin içindeki kuşu, onun dudaklarının arasına
bırakıyorum. Kızıl kızıl öksürüyor. Yanına uzanıyorum. Felaket evladım, diyor, bizi buldu. Sağ elindeki bıçağı belime saplıyor. Gözlerim kararıyor, kararıyor dünya, kararıyor, kapanıyor. Gülümsüyorum. Artık hiç
beden, hiç sorun yok. Gülümsüyorum.
No comments:
Post a Comment