July 07, 2017

KARA ÖYKÜ


Mahallemiz karardı, kapkara oldu. İki ölü. Biri Semran Teyze, diğeri kuş. Karanlık dalların beyaz dişleri döküldü, sesi kirlendi. Korktuk hep birlikte. Dört apartmandan oluşan yaşlı bir site burası, dört duvar. Ölü ağaçlar, canlılar, kuşlar ve tozlar. Ölüler, soğuk et ve gözlerde yaşlar.

Annem dolma sarıyordu. Tırtıkları vardı yaprakların. Yeni yolunmuşlardı yeşil asmadan. Damarları ve çürükleri. Onları ayıkladı annem. Pirinç, soğan, domates, biber ve baharattan yoğrulmuş iç malzemeyi küçük bir leğene döktü. Haydi, dedi, sen de sar. Yanına geçtim sağa sola tutunarak, sardıklarımı çiğ hâlde indiriyordum mideye. Serçe parmağın kadar olacak, unutma. Güzeldi tatları.  Kıtır kıtır, ekşi. Duydun mu, dedi bağdaş kurduğu bacaklarını kütürdetip. Semran Teyze yatağa düşmüş, inme inmiş kadına. Yazık. Sustum. Hava aşırı sıcak, dünya hamam, ev sauna. Ağzımda ekşi bir tat. Annemin boynundan süzülen ter. Dünya kime kaldı ki yavrum, ah. Birden bastıran yağmur. Annem elinde kalanları yutarak balkona koşuyor. Rahmet, yavrum, rahmet. Gel hele, gel. Yağmıyor, süzülüyor. Balkonun demirine çarpıp sıçrayan sular. Huzur. Hızla çarpıyor, hızla, hazla çarpıyor sular. Annem belini tutuyor, gel, diyor, belim tutuldu, ay, belim, bıçak girdi sanki. Köşedeki sedire güçlükle oturtuyorum. Sıcak bir bez sarıyoruz beline. Of, yağmur da durdu, of. Sessizlik. Nefes nefese anne, nefes nefese ben. Annemin dudaklarında gizli bir hırsızlığın yemek izi. Sıcak.

Çıkmak istemiyorum odadan. Çık yavrum. Annem yine. Çık evladım, yatma öyle. Allah günleri yatalım diye mi yarattı? Hareket et. Yorgunum. Sahi, neden var günler? Neden dar yatak ya da ben böyleyim? Hareket edememek. İki yüz kiloya yaklaştım. İç içe geçmiş et kümesi. Bir kümes dolusu insan eti gibi hissetmek. Yorgun, ölü, hüzünlü. Çık evladım. Evde kalırsın yoksa. Ağlayan anne. Benim annem. Minik yastığın altına giren yağlı kafam, ondan sarkan kara ipler. Bak, Semran Teyze erimiş, bir tutam kalmış kadın. Gözleri kaybolmuş. Önce gözler çöküyor derlerdi zaten. Yüzünde iki oyuk kalmış. Ben gördüm evladım, ben gördüm de bayıldım, nasıl dayanayım? Komşular zor yetişti imdadıma. Sakinleşen anne. Demek erimiş, diyorum içimden. Ben de erir miyim ölsem? Küçülür, erir de gülümser miyim? Çenemden sarkan etler, belimde ve ruhumda tutunan. Yavrum çıksana. Gözlerimi açtığımda karanlık. Her zamankinden koyu, farklı, yoğun bir gece. Annemin sesi iç odadan geliyor. Yavrum gel, gel. Ölmüş Semran Teyze. Dakikalar sonra yanına, halıya oturuyorum. Yirmi beş siyah, yirmi altı kırmızı renkli çubuk var iç içe geçmiş. Hepsi altımda, aklımda.

Annem konuştu: Ağıtlar yakıldı durmadan. Sözleri hiç anlamadım evladım. Karalar giymiş, başları örtülü, yüzleri soluk, uzun tırnaklı dört kadın, galiba kadın, dört binaya bakan avluda belirdiler önce. Gözleri, ne bileyim, kırmızı biberleşti sanki, parıl parıl yandı. Korktum, titredim, pencereyi kapadım hemen, perdeyi çektim ama nafile. Bakmasam olmaz, merak. Perdeyi delip geçen bir ışık yayılıyor biberleşen gözlerden. Sesler çıkıyor gölgeli ağızlardan. Ağıtlar yakılıyor. Halaya benzer, halayla alaya benzer, rüzgârın üfürdüğü bir dans ediliyor. Ağaçlar sallanıyor. Korkuyor, arka bahçedeki balkona geçiyorum bir de. Hava sıcak o tarafta. Çamaşır ipinin teline kara bir kuş konmuş. Gagası kızıl. Duruyor da duruyor. Bir sopayla itekledim, gitmez, tencereye su doldurup döktüm, hayır, orada. Sıcak, terliyorum. Ön tarafa bakayım, dedim o hâlde. Belki kuş gider ben gelene dek. Karalı kadınlar yok, kuş bu tarafa geçmiş. Büyümüş, kocaman olmuş. Kadınlara benzemiş. Acı kuş konuşmaları. Soğuk. Ağlıyorum yavrum, çarem yok. Aman, diyorum, aman şeytanın işi bunlar. Tövbe, tövbe, git kuş. Git. Soldaki binanın üçüncü katında, sol yanda kalır Semran Teyze’nin evi. Kararan ışıkları yanıyor evin. Kuş yok. Başım dönüyor evladım, deliriyorum. Felaket geldi başımıza. Bu ölüm iyi değil evladım. Canımız yanacak. Yoksa sen bilmeden de olsa bir günah mı işledin? Hatırla, hatırla.

Annem konuştu, ben sustum. O uyudu, uykusuzum.

Gece korkutucu. Yağmur başladı yine. İp olmuş yağıyor, aralıksız, yer kamçılanıyor. Alelacele geçiriyorum ayağıma terlikleri. Aşağıya iniyorum. Zorluk, tıkanmak, vücudumun etrafında uçuşan kara sinekler. Merdiven korkuluklarına dayanarak dış kapıya varıyor, soluklanıyor, bahçeye çıkıyorum. Yağmur dinmiş, her yer kuru. Sıcak. Avlunun ortasına, annemin dediği yere geçiyorum. Gözüm sağımdaki Semran Teyze’nin evinde. Işıksız. Gözünü açıp kapamak, gecenin sesini dinlemek. Cenaze arabası yanaşıyor horultuyla. Kenara gizleniyorum. Bir ağacın, bir çöpün, bir taşın yanına. Bedenim büyük, etli ve öfkeli. Koyu yeşil bir araba. Arka kapısını açan uzun saçlı bir adam, tabutun dört yanından kavrayan dört varlık. Uçarcasına gidiyor tabut, Semran Teyze’nin evine varıyor. Kırmızı biberli gözler, ışıldamalar, salondan gelen ağıtlar, patlayan ampul, kesilen sözler. Bir kuş çırpınışı. Aşağıdalar. Minik bir kafesten tabutu taşıyorlar avuçlarını bir ederek. Kafesten tabuttaki kuş, plastik tüneğine sıkıca sardığı ölü tırnaklarından baş aşağı sarkmış, arabaya gidiyor. Motor sesi, giden araç.

Bunu bu gece yapmazsam bir daha olmazdı. Değiştiremezdim yazgımı, yapamazdım. Semran Teyze’nin evine giriyorum. Kapısı ardına kadar açık. İçeride öksürük sesleri. Bana bakan ölü, gel, diyen erimiş gözler. Gözlerden akan sözler. Annem pencereye tünemiş. Kuş anne. Bize bakıyor. Perdeyi örtüyorum. Taş atıyor annem, mutfaktaki boş ve yıpranmış etiketli kavanozlardan fırlatıyor. Canımızı yakmaya çalışıyor. Kapattığım pencere, çatırtılar. Yapma evladım, diyor, sesi cılızlaşıyor, yapma. Felaketi artırırsın. Ağlayan anne. Sıkıca sardığım ve katmerlenen göbeğime bastırdığım Semran Teyze. Soğuk ve yaşlı eti. Sıcak ve şişman etim. Bastırıyorum, kadının eriyen kemikleri püf oluyor, eti etime karışıyor. Dışarıda yağmurun sessizliği. İçime yeni bir ölüm üfleniyor. Annemin feryadı ve yağmurun örtüsü. Gece sabaha dönerken varıyorum kendi evime. Annem dili dışarıda, yerde uzanıyor. Kımıltısız. Taş ve buz. Yanına geçiyorum, sol elimin içindeki kuşu, onun dudaklarının arasına bırakıyorum. Kızıl kızıl öksürüyor. Yanına uzanıyorum. Felaket evladım, diyor, bizi buldu. Sağ elindeki bıçağı belime saplıyor. Gözlerim kararıyor, kararıyor dünya, kararıyor, kapanıyor. Gülümsüyorum. Artık hiç beden, hiç sorun yok. Gülümsüyorum.


No comments:

Post a Comment