Üç beş kişiydi gördüğüm. Tanımıyordum hiçbirini. Gel, gel,
gel dediler bir ağızdan. Göğü delen bir apartmanın en alt katına, depo benzeri
bir yere, koşar adım girdiler. Yalnız olmadığımı düşünüp sevindim, yüzüm gözüm
açıldı, yürüdüm. Karanlıktı hemen hemen, kamyon vardı diğer çıkışında bu
deponun, heybetli gölgeler akıyordu kamyon farlarının titrek ışığında. Yoktu
arkadaşlarım. Gitmişlerdi. Kullanılmayanlar kalmıştı kir içinde, göremesem de
biliyordum, patlak tekerlekli bisikletler, önceki yılların test kitapları, bir
başkasına vermeye kıyılamamış deve figürleri, baykuş bibloları, ucuz yollu
olduğu için yıpranmış orta sehpalar, antika olmadığı anlaşılınca kaderine terk
edilmiş püsküllü halılar, yeni ölmüş bir kat malikinin eşya paketindeki ‘dikkat
kırılabilir’ kırılganlığı, diğerleri. Görülemeyen her şeyin içinde, bir başıma
ışıksızdım. Farlar da söndü. Bir bebek ağladı sanki kırk ikinci katta, öyle
hissettim.
Diğer kapısını araladım deponun. Güneş ışıldıyordu.
Bir bahçeye girdim, adımımı atsam düşecektim uçurumdan. Her
yeri kazmışlar, büyük büyük apartmanlar dikeceklermiş, bir mantar başında tünediğimi
hayal ettim. Teyze geçiyordu elinde pazar torbalarıyla. Yardım et evladım,
dedi. Arkadaşlarımı bulmam gerek, olmaz, ben kötü biri değilim. Yardım etsene,
dedi. Bir portakalı çıkardı ve attı yüzüme, yetmedi birini göğü delen binalara fırlattı.
Spacex, dedi, Allah kahretsin sizi. Mantarı çevreleyen duvarı aştım, bacaklarım
çizildi, kanadı, ben iyi niyetliyim. Teyze, dermansız kaldı; çamura gömüldü.
Duvarı aştığımda görüntüsünü de çiğnedim teyzenin. İki elinde yıllar önce ölen
göğüslerini delen ve yerine oturan patlak portakalların lekesi, kırılan sağlam
dişlerin ağızda ezilmesi, onu terk eden kocasının vesikalık fotoğrafının
uçurumdan aşağı havalanması. Adamın yüzünde tebessüm, o kötü biri.
Tam bu noktada, sevgili öykü okuru, öyküye seni de dahil
ediyorum. Birlikte giriyoruz bir simit kafeye. Cüceler için inşa edilmiş adeta.
Kafanı azıcık kaldırsan tavana çarpıyorsun. Dışarıda yağmur yok. İçeride sular
damlıyor köşelerden. Mola yeri restoranlarının tuvaletleri gibi temizleniyor
ortalık. Karalaşmış yer silme fırçaları var çalışanların ellerinde. Şöyle bir
kabasını alıyorlar pisliğin, kovaya batırıyorlar fırçaları ve tekrar
sürüyorlar, tel tel saçılıyor etrafa lekeler. Her yer, daima, ıslak. Buradan da
gitmeliyiz, sen ve ben, arkadaşlarımı bulmalıyız. Çıkıyoruz. Büyük bir şenlik
var, bunun olacağını biliyorduk. Büyük bir kazadan sağ çıkmayı başarmış bir
kadın. O teyze bu, hani portakallı olan. Meğer profesörmüş, fizikçi. Bilmiyorduk
ikimizde. Bana bir telefon uzatıyorsun. Alo, alo, alo diyor karşıdaki.
Neredesin, gel, bekliyoruz, gel, gel, gel diyor. Alay ediyor etmiyor arası bir
tonlama. Alo değil alay, alay, alay. İnanma, diyorsun, biz birbirimize yeteriz.
Onlar birer gölge, şarlatan, hırsız, hayal. Soyucu tümü, işgalci, harami. Telefonu
fırlatıyorsun göğü delen binalara. Benim aklım ölüme bıraktığım teyzede.
Alkışlıyorlar kadını, iyi ki yaşadın fizikçi, diyorlar. Evrensel kütle çekim
kanunu, termodinamik kanunu, Arşimet prensibi, genel görelilik kuramı ve
bunlara benzer hususlardan bahsediyor izleyenler. Kadını bir çember içine
almışlar, mutlular. Kadın bir akülü tekerlekli sandalyede. Çiçekli bir gecelik
var üzerinde. İki bacağı dizlerinden parçalanmış halde gülümsüyor. Kan kurumuş,
kabuk bağlamış yaralar. Kollarının ikisi de incecik protez parçalardan
oluşuyor. Nefes aldıkça kabarıyor boğazındaki yapay soluk borusu, yüzü şişip büyüyor,
gülümsüyor. Dünyanın en mutlu insanı. Alkışlar, göğe yükselen binalar arasında huzur.
Fark ettin mi, diyorsun. Neyi, neyi, neyi? Teyzenin
etrafındaki kişilerdi arkadaşların. Gitti tümü, gitti. İlerliyorlar, bak.
Teyzeyi de, akülü arabasını da kaldırmışlar havaya, ilerliyorlar. Kamyonun
arkasında teyze, hızlandıkça araç saçları savruluyor kadının, mutlu saçları.
Gidelim, diyorsun peşlerinden. Öyküyü ben yaşadığıma göre, o apartmanın altına
gireceklerini tahmin edersin. Karanlığa karıştığını teyzenin, bilirsin.
Oradan alıyoruz teyzeyi. Fırlatıldığı yerden, dağılmış çene
kemiğinden kavrıyorum, yarım da olsa gülümsüyor bana, sana. Hemen dibinde,
hayal et, bir oyuncak bebek eskisi. Kol kırık, bacak yok, yok. İronik. Kırk
ikinci kat senin evin. Anla bunu, senin evin. Oraya çıkarıyoruz fizikçiyi. Pıt
pıt eriyor asansörün yükselişinde, eriyor. Sarılıyoruz ona, sıkıca, aşkla.
Yatağına yatırıyoruz senin, çırpınıyor teyze yatakta. Sakinleştir onu,
sakinleştir. Sarıl. Sarılıyorsunuz birbirinize, boğazındaki yapay soluk
borusunun hareketi içimi titretiyor. Mutlu, çok mutlu.
Arkadaşlarım beni çağırıyor aşağıdan, sesleri küçülerek
ulaşıyor dairene. Gel, ge, g, diyorlar. Kadını soyuyorsun nezaketle bu arada,
hırıltıları diniyor, ehlileşiyor. Gülümsüyorsunuz, güzel, protez bir gülümseme
benimkisi de anca, katılıyorum size bu öykünün sınırları içinde, gülümsüyoruz
işte.
No comments:
Post a Comment