Zorlu bir yolculuğa çıkacağımız başından belliydi. Yoldaki yapay
çiçeklerden, onların pıtır pıtır patlayan sahte tomurcuklarından da belliydi
tabii. Ne olursa olsun, demiştim, hatırla, seni bırakmayacağım, sırtımda da
olsa geleceksin benimle. Ayaklarını sürüye sürüye yürüyordun yanımda, elimi
tutmuştun. Bize baktılar, sana güldüler. Kahrolası parmaklarını çıtırdata
kıtırdata işaret ettiler seni. Havaya çizdiler görünümünü kısa sürede. Acıyan
gözlerle beni süzdüler. Üzüldün elbette, kırıldın her zamanki gibi. Tekken
böyle olmuyordu, dedin, inceden sesinle. Cızırtılıydı cümlelerin, boğuk ve
çocuksu. Olmuyordu böyle, bakıp geçiyorlardı, bir taşmışım, duvarmışım, sokakta
bir canlıymışım gibi davranıyor, küçümseyerek geçiyorlardı. Alışmıştım buna,
acı çekmeye. Küçük ellerini kavramıştı parmaklarım. Gözlerinden minik yaşlar
döküldü. Yılbaşı süslü kırmızılı kazağın çok güzeldi, çok güzeldi. Ondaki yeşil
çama döküldü damlaların. Gerçekçi çizilmiş iğne telli dallara pıtladı. Yumdun
sol elini, sildin kızarmış gözlerini. Tekken, dedin, yoktum sanki. Güzeldi her
şey, daha güzeldi.
Yarılmıştı toprak. Derinliklerden geliyordu buharlar,
sisler. Uyuyakalmıştın sen. Kucağımda yavru bir kedi suretinde kıvrılmıştın. Başına
gelince yarılan toprağın, bir ateş sıcağı sardı yüzümü. Geçmemiz gerekiyordu
bir şekilde bu ateşi de. Sol ayağımı uzattım, ayakkabım eridi ve aktı
derinliklere; çekildim geri. Kıyafetlerimi çıkardım ve seni onlara sardım.
Karşı tarafa fırlattım var gücümle. Hâlâ uyuyorcasına kımıltısızdın. Çıplak ve
yalnız ve bu tarafta ve sensizdim bense. Elimde kalan tek ayakkabımı
fırlatırsam derinliklere, diye düşündüm, fırlatırsam belki geçmeme izin verir,
belki acır bana, belli mi olur? Sisler artmıştı ve seni göremiyordum. Ayakkabımı
öfkeyle fırlattım buharların arasına. Acıkmıştım, özlemiştim seni. Köhne bir
kütüphanede okuduğum “Gizemli Yerler Ansiklopedisi” işe yarar sanıyordum günün
birinde, olmadı, her yeri sardı bir sis, bir sıcaklık. Koşarak geçeyim bari,
dedim, hiç olmazsa yandığım kadar yanarım ama öte tarafa varmış olurum.
Kavuşurum sana. Koşuyorum. Üniversite mezuniyetim aklımda, dağ başında lisevari
bir okuldan mezun oluyorum. Havaya fırlatılan çok kullanılmış lacivert kepler. Yamaçta
sıra sıra dizilmiş fideler. Ağaç olacaklar yıllar sonra, büyüyecekler. Onlar kadarsın
sende, aşağı eğimli arazide bir fidesin, oturmuş beni izliyor, utangaçça takip
ediyorsun her hareketimi. Annemler yurt dışında okumamı istiyor, akrabalarım
etrafımı çevrelemiş. Ele geçirilmiş bir kale, bedenim. Sana bakıyorum, yüzün
düşüyor nedense, fidenin birine sarılıyor, onu boğarcasına sıkıyorsun. Yüzünde iğne
telli dalların lekeleri. Çıkıyorsun bayırı, gözden kayboluyorsun. Uçan kepler,
kel kafalı bir şarkıcı iğrenç şarkılar mırıldanıyor, düşen kepler, ağırlaşan
şarkılar, ayrılık hüznü olgunlaşmamış beyinlerde. Sana bakıyorum, yoksun. Sahneye
bakıyorum, boş, etrafım boş, bomboş. Boş bir amfiteatr. Akrabalar, aile yok.
Yalnızım ve ardından ilerliyorum çamurlara bata çıka. Seni ilk kez mi
görüyorum, bilmiyorum ama peşindeyim. Dokunuyorum çamlara, tümü yapay, hepsi
sahte. Çıkıyorum bayırı, tepedeyim. Nefesim kesildi. Neredesin? Oradasın, küçük
bir mezar çukuru başında. Pembe, mavi, pembe kabarcıklı bir hırka sarılmış
mezar taşına. Beni görür görmez kazdığın çukura atlıyorsun. Toprak dökülüyor üstüne
kendiliğinden. Derinliklerden bir fide fışkırıyor, yapay. Karar veriyorum seni
çıkarmaya. Çıkardıkça seni, asıl mezarın üst taraf olduğunu fark ediyor
ellerim, anlıyor, hissediyor bunu. Kurtarıyorsun beni, kucağımdasın toprak
toprak. Öksürüşün bile güzel, öleyazışın bile. Kucağımda seninle gidiyorum eve.
Ev.
Kızan anne. Anlamaz baba. Gülen kardeş. Hainler. Bir
cüceyle, bir cüceyle, cüceyle, cüce? Nasıl, ne deriz, ne? Kariyerin, hayatın,
çocuklar, nasıl? Kucağımda sen kahroluyorsun üzüntüden. Doktor baba: Dwarfism, hipofiz bezinin ön lobunun çalışmaması
veya kısmen çalışması sonucu ortaya çıkan cücelik. Susuyoruz. Genç ve cesuruz.
Tümörden, diyorsun cüce sesinle. İyi huylu. Kaş çatan baba, endişeli anne,
umursamaz kardeş. Hayır, asla, eve adım atamazsın. Reddederiz, sileriz.
Kucağımda sen üzüntüden kahroluyorsun. Çarpıp kapıyı çıkıyorum. İlk gördüğüm
anda belliydi böyle olacağı, zorlu bir yolculuğa çıkacağımız başından belliydi.
Sahteliğin ortasında birbirimizi bulmuştuk, direnecektik, belliydi.
Unuttum anıları, koşuyorum. Geçiyorum alev fırının üstünden,
eriyorum sanki, küçülüyorum. Yanıyor eklemlerim, atıyorum kendimi karşıya. Sert
bir düşüş. Sis sarmış, buhar ve hararet doldurmuş her yanı. Neredesin? Küçülmüş,
kuş kadar kalmışım. Oh, o halde, sana ait olabilirim sonsuza dek. Kırpılmış
yeni bedenimle zar zor, yalpalayarak ilerliyorum. Dağılıyor sis, soğuk
bastırıyor. Pul pul düşüyor kar zerreleri. Beyaza bürünüyor her yer. Üşüyorum,
kendimi sarmalıyım, kollarım yok, erimişler. Çıplak, yanmış ve üşümüş, yarım
kalmış bir biçimdeyim.
Oradasın, orada. Saçların omzuna kadar dökülüyor, kırmızı
bir gecelik üzerindeki. Başkası tutuyor ellerini. Öpüyor nefes çıkış yerini.
Sarıyor bedenini, titriyorsunuz. Sesiniz ve kahkahalarınız da sarılıyor tek
vücut. Yükseliyor: O bir aptaldı. Aptal. Kahkahalar. Geçemez o derinlikleri ve
geçerse de artık eskisi gibi olmaz. Eskisi gibi değilse, ben onu ne yapayım?
Daha kahkaha. Ne yapayım? Kahdaha. Haklısın, haklı. Sarılıyorsunuz.
İnsanlar zalim. Güvenilmez. Cüce seni. Hain cüce. Dönüyorum
geri. Başına geliyorum yarılmış toprak derinliklerinin. Sıcak iyi geldi. Belki
de mezar bu taraftadır. Bırakıyorum kendimi. Gelirsin ümidi son ana dek. Belliydi,
belli böyle olacağı. Bilirsin de sonunu gene okur, gene yaşarsın.
Elini tutuyorum küçük mezar çukurunun başında. Çekip çıkarıyorum
seni yapay fidenin dibinden. Yere düşüyorum kırpılmış ve korkmuş bir halde.
Babam buluyor beni saatler sonra, doktor babam: Dwarfism, hipofiz bezinin ön lobunun çalışmaması veya kısmen
çalışması sonucu ortaya çıkan cücelik. Susuyor. Sahnede kel şarkıcının bitmek
bilmez acıklı şarkıları yapay fidelere çarpa çarpa kulağıma dökülüyor. Bu çok
belli.
Her belli, biraz da belirsiz değil mi? Belli belirsiz.
No comments:
Post a Comment