Ağaçlar pıtır pıtır çiçeklenirdi, görürdük tel örgülerin
gerisinden.
Akşamları ışıklı böcekler uçuşurdu, adını bilmediğimiz,
önümüze eğilirdi başımız. İçeri geçmemizi isterdi eli sopalı kişiler. Anlamazdık
dillerinden, olmayan kol saatlerini gösterir, öfkeli bir sessizlikle içeri
geçişimizi izlerlerdi.
Koğuşlara geçince artardı çaresizliğimiz. Rutubetli
duvarlarda minik kertenkeleler bir görünüp bir kaybolurdu. Alışmıştık. Bazen
ölülerini görürdük ranzalar altında, kendi sonumuzu fark eder, açık yeşilden
griye dönen bedenleri alırdık elimize. Kimin ranzasının altında çıktıysa o
üstlenirdi bu vazifeyi. Ters dönmüş kertenkeleyi avcuna alır, okşar, pütürlü
ölüm lekelerini sıkar, ağlardı. Ağlardık. Hayvanı bir peçeteye sarar, sabah toprağa
vermek üzere kapatırdık gözlerimizi. Ölü bulduğumuz geceler zor geçerdi. Rüyada
kertenkele ölüsü görenler olurdu, uzun kuyruklu kertenkele görenler, yeşil
kertenkele öldürenler, su kertenkelesi öldürenler, evinde olduğunu hayal edip
mutfağında kertenkele öldürenler, ölü kertenkele bulanlar da olurdu. Boncuk
boncuk terler süzülürdü alnımızdan, nefes alışımız düzensizleşir, ranzaların
paslı metallerinin kokusu daha da ağırlaşırdı. Sızlanmalar, bağırışlar,
ağlamalar, mütereddit iniltiler koğuşta nefes alacak yer bırakmazdı. Günün
ışıkları süzüldüğünde camlardan, halsiz düşerdik haliyle. Peçeteye yeşille gri
arası bir ölüm sıvısının akmış olduğunu bilirdik. Kâbustan bozma rüyalarımızı
anlatsak da anlayamazdık. Kâğıtlara çizilirdi görülenler. Uzun kuyruk, kuru
kafa, ölü kertenkeleler. Kendi dilimizde yorumlardık olanları: Yardım göremezdi
çevresinden kertenkele ölüsü görenler. İşlerin aksayacağına işaret ederdi çoğu.
Kalk zili çalınca yataklarımızı toplar, mutfakta
kahvaltımızı ederdik. Birkaç parça kuru ekmek, peynir, reçel, yumurta olurdu
daima. Cebinde ölüyü taşıyan kişinin üstüne bir ağırlık çöker, hareketleri
durağanlaşırdı. Bahçeye çıktık mı bir saat kadar süremiz olurdu işbaşı yapmadan
evvel. Ölü kertenkele mezarlığı dediğimiz yere gelirdik hep beraber. Durağanlaşanımız,
ölüyü nezaketle bırakırdı çukura peçetesi içinde. Gözlerimiz yaşarsa da belli
etmezdik eli sopalı kişilere, anlarlarsa gelip döverlerdi bizi.
Bulunduğumuz bölgedeki bir maden ocağında çalışıyorduk. Adını
bilmediğimiz madenleri parçalar, kırardık gün boyu. İtiraz edenler, hasta
düşenler işkenceye maruz kalırdı. Kahredici çürüklerle dönerlerdi aramıza
ertesi gün ve birkaç saat içinde iniltilerle cesede dönüşen bedenleri taşınırdı
bilinmez bir yere. Metanetimizi korur, öleceğimiz günü beklerdik. Kurtuluş
yoktu, yoktu. Günler böyle geçerdi, ölü kertenkeleler, kâbuslar, rüyalar, ölü
gömmeler, it gibi çalışmalar, dayak yemeler, uyumalar, beklemeler ölümü,
beklemeler.
***
Ağaçlar pıtır pıtır çiçeklenirdi, görürdüm tel örgülerin
gerisinden.
Planımı yapmıştım. Kaçacaktım, kaçacaktım ama nasıl? Nasıl.
Nasıl. Kaçmadan bir gece önce bir kertenkele geldi elime. Dokundum kafasına.
Kuyruğu kımıldıyor, ölmek üzere olduğu anlaşılıyordu çıkardığı incecik soluk
sesinden. Işık yanınca birden ölü taklidi yaptı hayvan. Odayı dolaşan eli
sopalı kişiler, titreyen bir arkadaşı apar topar götürdüler, o esnada yanımdaki
kertenkeleyi görünce sopayı yapıştırdılar üzerine. Parçalandı hayvan, kopan
kuyruğu çıktı yeniden titreyerek. Sustum, bir sopa da yüzüme vurdular, kan
aktı, aktı, pıhtılaşarak durdu sabaha doğru.
İş alanına geçtik. Kazmayı maden yerine bacağıma
saplayacaktım. Korksam da yapacaktım bunu. Çın çın dağılıyordu kazmaların
kırdığı parçalar. Havaya uçuşan zerreler kızıl bir bulut kümesi olup yağıyordu
üzerimize. Yüzümdeki yaraya yapışıyordu kızıl pullar. Nefes almak zordu,
alışmıştık, olmaz dediğimiz her şeye alışmıştık işte. Kazmayı var gücümle
kaldırdım havaya, sağ dizimin hemen altına geçirdim sivri ucunu. Kırılan
kemiğin ve bacağı delip geçen sızının etkisiyle yere kapaklandım. Kanın
fışkırdığını görüyor ve canımın yavaş yavaş o bölgeye kayarak bedenimden kaçmak
üzere olduğunu biliyordum. Eli sopalı kişiler geldiler hemen. Sedyeye aldılar
beni. Konuştular ama anlamadım, anlamadım ama konuştular. Sıcaklık yayılmıştı
üşüyen bedenime. Çıkarılan kazmanın yeri bezlerle kapandı, dikiş attı önlüklü
kişi, adını bilmediğim bir ilaç döktü bacağıma. Sakinleştim. Aksam koğuşa
getireceklerdi, evet, sonrasında oyunumu oynayacaktım. Kertenkelelerden
öğrenmiştim ölü taklidi yapmayı, günlerce, aylarca, adını bilmediğim
mevsimlerce incelemiştim onları. Nefesimi tutacak, kaçıp kurtulacaktım bu esaretten.
Başımda dikilenler soluk alışım durunca dürttüler beni.
Dayanacak, başaracaktım. Gözlerim kapanınca bir sürü kertenkele ölüsü sardı
etrafımı. Çatallı, ince, uzayan dilleriyle konuştular, anlamadım. Anlamamak
üzerine kuruluydu yaşantım. Eli sopalı kişiler yardılar kalabalığı, taşıdılar
bedenimi. Bir aracın arkasına fırlatıldım. Tel örgülü kapının açıldığını,
homurtulu vasıtanın bir tepenin başına zar zor çıktığını anladım. Açıldı kapı.
Işıltılı hava. Pıtır pıtır çiçeklenen ağaçların arkasındaydım hemen. Çıkarıp
yerdeki çukura attılar. Acı sona ermiş, planım işe yaramıştı. Bundan sonra
yaşayacaktım hakkım olan mutluluğu, nefes aldım coşkuyla. Sebepsiz, acımasız, canavar
kişiler mahvetmişti hayatımı ama kurtulmuştum işte, ferahlamıştım, bacağım da
iyileşmişti bir nebze, çıktım çukurdan.
Eli sopalı kişiler gitmişti. Kızıl bir bulut görünüyordu çok
uzaklarda.
Yüz metre gittim gitmedim, bir kurşunun bacağıma girmesiyle
devrildim toprağa. Sürüklendiğim yer devasa bir şehirdi. Gökdelenler,
mağazalar, tüketen ve tüketilenler sarmıştı her yanımı. On binlerce rengarenk
urganın ucunda daha önce ölüp koğuştan çıkarılanlar asılıydı, vücutları
doldurulmuş, bozulmaları önlenmişti. Adını bilmediğim ışıklı böcekler
havalanıyordu üzerlerinde. Şırıngayı dikkatle sapladılar kafama. Urgana
geçirildi uyuşuk kafam, adını bilmediğim bir mutluluk kaplamıştı içimi, belki
de şırıngadaki sıvıdandı, bacaklarımı hissetmiyordum zaten, ip boğazımı yarınca
açıldı kapanan gözlerim ve etrafımdaydı binlerce kertenkele. Gülümsüyordum,
gülümsüyorlardı.
Bir açık hava müzesiydi doldurulmuş cesetler mezarlığı. Işıklı,
led ışıklı doldurulmuş böceklerle.
Devasa şehirdeki tüketiciler aceleyle gülümsüyordu.
Adını bilmediğim, bilmediğimiz bir şeydi bu anlatılan.
No comments:
Post a Comment