Evlere temizliğe gider annem. Utanırım mesleğinden,
söyleyemem arkadaşlarıma. Ev hanımı, derim demesine de, hayali bir şatonun
kraliçesi olmasını isterim hayali bir ülkede. Evlere temizliğe gidince o,
peşinden koştururum bazen. Eteğindeki yeşil uçlu kara yaprak desenleri savrulur
sağa sola, yüzünde kirli bir keder vardır, yürür hızla, çiçekleri ıslatır su
tankerinin tırtıklı kolları, ayaklarımıza sıçrar. Lekeleniriz. Bu sözcüğü
unutamam. Lekelisin, demişti dedem anneme, kadın ayrılmaz kocasından, senin
gibi kızım yok artık. Daireye çıkar annem, süzülür girerim içeri ben de. Geçmiş
zaman kokar duvarlar, şanlı atlar kişner büyük tablolarda. Kamuran Hanım şöyle
bir iç geçirir. Şurayı sil, öteyi, beriyi tertemiz et. Ellerini sarkan
memelerine götürür, bluzunun üstünden kaderini okşar; yemek masasındaki muşambaya,
sigara yanıklarına, yanıkların yankılarına dalar. Kemal Bey’in portresi
asılıdır vitrinin yanında. Ağladığını görürüm Kamuran Hanım’ın. Annem çıkarır
eteğini, bir eşofman geçirir üstüne. Televizyonda yabancı bir kanal açıktır,
hararetli tartışmalar yaşanır, salondan küçük odalara dolar sesler, tozlar uçuşur
havada, gözlerini kapatır Kamuran Hanım, annem gözlerini kapatır, kapatırım
gözlerimi, sessizlik sesi bastırır.
Gel, der Kamuran Hanım, gel otur bakalım şöyle. Anlat,
nasılsın, anlat. Ter ter damlar yüzü, sararır. Sağ bacağını kalçasının altına
alır, oturur. Bastonuna dayanır iki eli. Elektrikli süpürge homurdanarak susar.
Bak, bak benim fotoğraflarım, bak, bak her yerde. Ne kadar güzelim, gencim,
diriyim. Şimdi bir hayalete dönüştüm, görüyor musun, der, Kemal Bey’in kaşları
çatılır sanki, tablosu sarsılır. Duvarlar çatlar, hissederim. Bak, şu masada
bana ne hikâyeler anlattı Kemal Bey, ne şiirler okudu. Sonra, bırakıp gitti. Ona
gitti. Peşini bırakmadım tabii. Yastığın altına özenle yerleştirdiği albümü
açar oracıkta. Bak ben, bak o, der bilmem kaçıncı kez göstererek. Ne yakışıklı,
ne güzel adam, ne hoş. Şimdi bu evin ağırlığını kaldıramıyorum. Yıllar geçse de
tamamlanmayacak hikâyelerden birinin içindeyim. Annem dinler anlatılanları,
elektrik kesilir ve ağlar Kamuran Hanım, annem ağlar, katılırım onlara,
ağlarız.
Vurur bir eliyle sertçe koltuğa. Üfler kalkan tozları. İyice
sil, der, sil. Tozların içinde gölgelenir varlığı. Anlat, der, susma, biri
susunca, konuşmayınca öldüm sanıyorum, öldüm mü, öldüm mü, der korkuyla. Annem gülümser,
elindeki bezle ovar koltuğun kıyısını. Anlat, senin oğlan nasıl ölmüştü, anlat.
Ondan mı kaçtı kocan, ondan mı bıraktı seni, bir çocuğa bile bakamıyorsun dedi
de terk mi etti seni, söyle. Balkona ilerlerim, Demirlerle, camla kapatılmış
minik balkonun zemininde üşür ayaklarım. Sepette elmalar görürüm, patates ve
soğan. Soğanın ve patatesin çillenen yalnızlığına dokunur soğuk ellerim. Duymak
istemem içeride konuşulanları. Kahkahalar yükselir belki, duymam, hıçkırıklar
ya da, bilmem. Bir soğanı kavrar, fırlatırım bahçeye. Çocuklar devasa boruların
içine girer, görürüm, kaybolurlar merakla. Çoktan kararmıştır hava, bilirim,
bilirim ama söyleyemem.
Sardılar etrafımı çocuklar. İblisleştiler. Kötüydüler,
kötüydüler. Nefret sıvıları aktı ağızlarından, kararan dişlerinden tel tel
söküldü öfkeleri. Yakalayacaklarını sandılar beni. Havalandım, pır pır etti
kollarım, uçmaya başladım. Tombul olanının kollarının arasından kaçtı gövdem.
Binaların arasında uçuyor, ilk kez gülümsüyordum. Dut ağacının dallarını
aşarken zorlansam da aşağı mahalleye kadar sürdü kanatlanışım. Sevil de tutmaya
çalıştı kalbimi, kapadım gözlerimi, vermedim ellerimi, vermedim. Yere indiğimde
yorulmuştum, apartman canavarı vurdu kafama sopayla. Dallarda ışıldıyordu
kirazlar. Damlıyordu kan rengi özleri, başım ağrıyor, kanıyordu gözlerim.
Başıma toplandı yeryüzünün lekeleri. Can veriyor, ne yaptınız oğlum, korkutun
korkutun da bu kadar mı dedik, bu o mu, nasıl da darmadağın olmuş yüzü, kaçın,
kaçın annesi geliyor.
Kamuran Hanım, geçenin karanlığına, gecenin ta kendisine, canavarlarına
bakıyor. Fırlatıyor soğanları, patatesleri küt küt. Bazı gölgeler belirip
yitiyor. Ölüm tehlikesi yazan paslı kulübenin içinden cızırtılar duyuyor. Evden
çıkıp gitmesi gerekir, gidecek ama gece, gece ama gidecek. Onun peşindeyim.
Kuru kafa işaretinin oraya duvarda sarsılan Kemal Bey tablosunu asar. Gülümser,
kapıyı kırarak içeri girer kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle. Zaten nasıl
yaptığına anlam vermeye çalışmam, anlam vermek hikâyeyi öldürür. Kapı sertçe
kapanır ardından. Yalnız kalırım. Kamuran Hanım ses eder bana evinin
balkonundan. Defol, der, defol canavar. Rezil ettin hayatımı, Kemal Bey’i sen
aldın elimden canavar, sen tükettin hakikati, bitirdin, bitirdin. Patates gelir
yüzüme, soğan çillenir içimde. Cızırdar paslı kulübe tekrar. Annemin sesi
doldurur geceyi. Öldürdüm, der, ben öldürdüm, yaşıyordu, ben yaptım. O halde
yaşayamazdı. Babam çeker kapıyı, çıkar. Ağlayarak karışır yeşilliklerin içine.
Annem kahkahalar atar, ben yaptım, tükürükler saça saça parçalar yüzümü, içim
titrer. Titrer gece.
Kamuran Hanım’ın elleri annemin eteğindeki yeşil uçlu kara
yaprak desenlerini gezinir, gezinir. Annem gülümser, geçecek, der Kamuran
Hanım, utanma, geçecek. Bu leke bizim lekemiz.
Kemal Bey’in tablosuna dikkatle baktığımda babam olduğunu
görürüm.
Sabahın sesleri geceyi öldürmek üzeredir.
No comments:
Post a Comment