January 23, 2019

1830 MM



Sağ kulağına parmağımla sertçe vurdum. Canı acıdı Kuzey’in, gözlerimin içine baktı, tepkisizdi, önündeki ekrana düştü bakışları yine. Ne yapacağız, dedim ona, nereye gideceğiz, ödeyemiyoruz kirayı, ne olacak hâlimiz? Boyu uzundu (183 cm) Kuzey’in. Ona boyunu sorduğumda hep 1830 mm der, gülümser, sanki daima mutlu olacakmış gibi sırıtırdı hatta. Sonra susar, ekrana gömülürdü. Tuhaf çocuktu. Nerede, hangi şartlar altında bir araya gelmiştik, anımsamıyordum. Bir okul ya da kır (tam olarak ne dediğini anlamamıştım, sözcükler fonetik olarak birbirini andırıyordu) gezisinde gördüğü ve bir kez olsun konuşmadığı bir kıza körkütük âşık olmuştu ve açılmaya korkuyordu. Ya reddederse, demişti bana bir bahar akşamı, (balkonlarda komşuların gürültülü varlıkları esiyordu üstüme) ya reddederse abi? Başım kaşınıyordu, öldüresiye tırnaklamıştım deriyi, bilmiyorum, demiştim, ya kabul ederse. Önündeki ekrandan yüzüne bir ışıltı yayılıyordu Kuzey’in. Robocop serisinin 1990 tarihli 2. filminde, eski bilgisayar ekranında beliren koca ağızlı, belirsiz ve beyaz bir yapay zeka suretini andırıyordu varlığı. Zaman zaman tedirgin oluyordum onunla aynı evi paylaşmaktan. Sustuğu ve günlerce aç susuz öylece durduğu oluyordu bilgisayar başında. Gözlerini dahi kımıldatmadığını fark etmiştim. Artık çağırmıyordum yemeğe, gerçi yiyecek alacak para da kalmamıştı. Sabahın erken saatlerinde, kirli bir sis içinde amele pazarına yürürdüm. Kullanılmayan üst geçidin ayakları sidik kokardı. Kimi günler işler iyi gider, bir ev taşıma şirketinden aldığım yevmiye ile direnirdim hayata; bazense iş çıkmaz, soğuktan donar, donar ve dönerdim eve. Kuzey’in üstü başı kirli olurdu genelde. Hareket etmezdi, geçittekine benzer bir koku yayılırdı sessizliğinden. Yumruklarımı sıkardım, konuşmazdı, konuşmazdım. Bilgisayar ekranında, âşık olduğu kıza ait olduğunu düşündüğüm, bir fotoğrafı büyütür, kafaya göze odaklanır, faresini tık tık öttürür dururdu.

İri cüssesine oranla minik kalan ellerini pır pır çırparak salona geldi Kuzey. Abi, dedi, kızı nerede gördüğümü hatırladım, gidip bulalım. Yan dairedeki beş yaşındaki velet, duvarı tekmeliyordu yine. Avize sallanıyordu, ev sahibi Ayşe Hanım’ın kıymetlisiydi bu aptal kristal avize. Beni karşısına oturtmuş, bu avizelere dikkat et, gözün gibi bak, maddi değeri olmasa da manen benim canım kadar değerli onlar, demişti. Gözleri (ya da kaşları) çekik olduğu için Capon Ayşe diyordu apartmandakiler ona. İki blok ötede, beş katlı binanın en üst katında oturuyordu. Son gelişinde, kiraya da zam yapacağız artık evladım, sözlerini sarf etmişti. Aslında onun torunu, yine aynı adı taşıyan ve çekik gözlü (ya da kaşlı) olan Ayşe de bana âşıktı. Yaşlı Capon Ayşe bu nedenle evde bir süredir kirayı ödemeden oturmamıza ses çıkarmıyordu. Torunu bizim eve her gelişinde elindeki telefondan başını kaldırmaz, sağ eli telefondayken sol elinin işaret parmağını sağa sola kıvırarak bedenen esnerdi. Küçümseyen bakışları vardı (ben bu bakışları telefon ekranındaki yansımalardan sezerdim elbette) ve onu sevmiyordum. Odaları (telefon ekranından yansımalar yoluyla) dikizlerken Kuzey’i gördüğü bir bahar sabahı (komşulardan ikisi birbirini –belki de aynı anda saplamışlardı metali, eşzamanlı akmıştı komşu kanları- bıçaklıyordu) korkuyla sıçramıştı yerinden ve telefondan gözünü ayırmamıştı. Kim bu yaratık, diye sormuştu. Nereden çıktı? Cevabını bilmiyordum. Kuzey tepki vermemişti hâliyle. Parmaklarının titrediğini görebiliyordum. Fareden tık tık sesler geliyordu. Gitmişti sonra Genç Capon Ayşe, sahi nereden gelmişti Kuzey? Abi, dedi Kuzey, bulalım gidip. Google Earth’te aradım, yerini keşfettim sonunda. Gülümsedi. Gülümseyince içindeki ikinci insan, yakışıklı ruh ortaya çıkıyordu. Tamam, dedim Kuzeyim, bulalım, sen mutlu ol yeter. Bana ekrandan bir şeyler gösterdi ama anlamadım. Yol kenarındaki seyyar satıcılara, meyve satan adamlara dek her şeyi gösteriyordu uygulama, oysa ben kız filan görmemiştim. Kirayı nasıl ödeyeceğimi düşünüyordum. Tekmelenen duvar, artan öfkem ve yere düşen bir kristal avize tanesi. Kuzey durgunlaştı, odaya gitti (ne zaman gelmişti ki?) bunu takiben, Genç Capon Ayşe’yi düşündüm, diri bedenini hayal ettim etmesine de küçümseyen bakışlarını anımsayınca burnumdan soludum, ruhumdan ve bu dünyadan soğudum. Yaşlı Capon Ayşe’yi düşündüm bir de, onu öldürmeyi, Raskolnikovlaşmayı tabii, kiraya da zam yapacağız artık evladım derken yaptığı öz çekimleri ve buruşuk elleriyle kurguladığı sanal gerçekliği parçalamayı, yağlı bedenini örten birkaç parça renkli bezin yalnızca üst kısmını kadraja alarak müstakbel adaylarına takdim ettiği cüssesini yeryüzünden silmeyi geçirdim aklımdan. Elimde ovaladım kristal avize tanesini. Işıldıyordu. Köşelerinde kırılan kırgın yüzümü seyrettim. Sustum. Gece boyu kabuslar yakamı bırakmadı. Kuzey’le yapay bir ormanda esir kalmıştık. Çıkamıyorduk dışarı. Bağırıyordu o, hayvansı sesler çıkarıyor, yırtınıyordu ama kurtulamıyorduk. Ağaçların üstünden zıplıyor, uçuyorduk bazen, dikenli telleri aşsak da geçemiyorduk görünmez duvarları. Kuzey’in gamzesi olduğunu ilk kez bu rüyada fark etmiştim, oraya korkunç bir tebessüm düşürmüş, bir şeyler planlıyordu. Kan ter içinde uyandım, gittim odasına Kuzey’in. Soluksuzca uyuyor, kımıldamıyordu. Dokundum yüzüne, gamzesinin çukuru hakikaten oradaydı. Sıcaktı içi, derin bir acı birikmişti o boşluğa sanki, titriyordu, yutkundum, sessizce salona geçtim.

Ertesi gün bir avizeciye uğradım. Taneyi gösterdim. Beş para etmez, dedi şöyle özensizce bir bakıp. Yine de getir tamamını, inceleyelim. Kuzey benden müjde bekliyordu, fırlattım taneyi kafasına. Al sana, dedim, hayal dünyana gidiş bileti. Yarılan kafandan akan kanla çok geçmeden dalarsın derin bir uykuya. Sonra defol git, nereye gidiyorsan. Zaten nereden geldin sen, nereden? Kan, burnunun yanından bir sicim şeklinde akıyor, gamzesinde birikip dökülüyordu omzuna. Öfkem artıyordu, gidip omuzlarını sarstım. Söylesene aptal, nereden çıktın sen? Konuşmadı ve gözleri kapandı, yığıldı yere sertçe. Korktum, boyunu sordum, 1830 mm dedim, güldüm ürkerek, yanıt gelmedi. Salona geçip tırnaklarımı kemirdim. Nasıl olsa düzelir, dedim içimden. Öldü, dedim dışımdan. Ağzımı kapattım ellerimle. Haykırmamak için zor tuttum kendimi, kanattım avuç içlerimi. Saatler sonra döndüm odasına. Yerde soğumuştu gövdesi. Dokundum, ürperdi içim. Yumruklarımı sıktım, kaşınan başımı kazıdım tırnak tırnak. Elime bir miktar kan geldi hatta, içim rahatladı. Kendini kanatınca rahatlıyordu insan. Kan atınca vücuttan şeytanlaşıyordun işte. Oturttum Kuzey’i bilgisayarının başına güç bela. Fark etmeyecekti, zaten çoğunlukla kımıldamıyor, varlığı yokluğu belli olmuyordu. Kimliği yoktu, ölse kalsa birdi. Huzurla gülümsedim ona uzaktan bakınca.

Yüzü parlamıyordu nedense. Bilgisayar ekranını açtım. Işıldadı ölü çehresi. Kara bir işlem ekranı çıktı önüme, rüyamda gördüğüm yapay orman belirdi. Kuzey’le ben orada bir oyun içinde kurtulma mücadelesi veriyorduk. Kuzey, ekrandan seslendi: Abi, gel, ben kurtuldum o sahte dünyadan. Hakiki dünya burası. Gel. Kızı bulalım. Neşe doluydu yüzü. Gamzesi parlıyordu. Nasıl geleyim Kuzeyim, dedim, nasıl? Capon Ayşe’lere ne derim sonra, nasıl geleyim? O hâlde, dedi Kuzey, üzülerek, boynunu büktü, o hâlde yalnız yürüyeceğim bu yolu. Ben de seni bu dünyada öldüreceğim ki ödeşelim. Elindeki çözünürlüğü düşük bıçağı (eşzamanlı akan komşu kanı metalleri tadında) kafama, sızlayan ve delice kaşınan yaraya (yara vardı demek ki) sapladı. Sabahın erken saatlerinde, kirli bir sis içinde beklediğim amele pazarının ağaçlarla dolu hâline, yeşillerin arasına düştüm. Gözlerimi açtığımda oyundaydım.

İçeri geçti Yaşlı ve Genç Capon Ayşe’ler.

Ölmüş dedi Genç Capon Ayşe, kanatmış kafasını zavallı, öldürmüş kendisini. (Bunu telefon ekranına bakmak ve ekranı odada gezdirmek suretiyle söylemişti.) Diğeri zaten yıllardır ölü bir dev oyuncak ayıydı. Bu zavallı, onu yaşıyor sanıyordu. Boyu da pek uzundu, dedi Yaşlı Capon Ayşe: 183 cm. Garibanla alay ederlerdi boyun kaç diye. Hep 1830 mm derdi. Oyuncak ayısını sarar, susardı. Bana âşıktı galiba, dedi Genç Capon Ayşe. Gölgelendi yüzü yaşlının. Ona merhaba dediğimde gülümser, sanki daima mutlu olacakmış gibi sırıtırdı hatta. Sonra susar, ekrana gömülürdü. Tuhaf çocuktu bu Kuzey, ayısının da adı Kuzey’di herhalde.

Tamam, dedi Yaşlı Capon Ayşe. (İçinden, asıl bana âşıktı, demişti öfkeyle) Şu bilgisayarı da al, satarız, para eder. Son bir kez ekrana baktı Genç Capon Ayşe. Kara bir işlem ekranı çıktı önüne, rüyasında gördüğü Robocop serisinin 1990 tarihli 2. filmi vardı karşısında. Bilgisayar ekranında beliren koca ağızlı, belirsiz ve beyaz bir yapay zeka suretini andırıyordu varlığı. Gel, dedi ekrandaki Yapay Zeka Ayşe. Gel, sıkılmadın mı hâlâ? Yaşlı Capon Ayşe, kızın sağ kulağına parmağıyla sertçe vurdu. Kız bayıldı. Kaptırma kendini şu sanal saçmalıklara, diye kükredi yaşlıca. Telefonunu aldı, gövdesinin üst kısmını fotoğrafladı defalarca. Hemen gönderdi bir adama. Adam, daha, dedi, dahası yok mu? Telefonun arka yüzü ışıldıyordu. Kadın, gamzesi olduğunu ilk kez bu ışıltıda fark etti, oraya korkunç bir tebessüm düşürmüş, bir şeyler planlamıştı. Elinde nadide bir kristal bıçak vardı yaşlının. Genç Capon Ayşe’ye dokundu, ürperdi içi. Yumruklarını sıktı, kaşınan başını kazıdı tırnak tırnak. Eline bir miktar kan geldi hatta, içi rahatladı. Kristal bıçağı ekrana sapladı. Merhum kocasını hatırladı. Dev gibi adamdı. 183 cm boyu vardı, heybetliydi. Koca ağızlı, belirsiz ve beyaz bir yapay zeka suretinin ta kendisiydi kocası. Hain, dedi, hain herif, gittin, gittin de sanal alemlerde fink atıyorsun bir de. Tuh, yazıklar olsun. Sanal koca, gel, dedi, hanım, gel. Ölmedin mi daha? Hem, sen sahiden yaşadığını mı sanıyorsun?

Defalarca ekrana sapladı bıçağı. Sanal adamın ağzı acıyla açıldı, kapandı. Alevler çıktı bilgisayardan. Game over yazdı, oyun bitti, yazdı. Oyunu yapan Kuzey yazdı. Gamzesiyle gülümsüyor, kazandım, diyordu görüntüsünde. Tek kişiydi Kuzey. Tek kişiydik. Tek.

Siyah ekran.

No comments:

Post a Comment