January 25, 2019

KERAMET



 Bak burada her şey var, ne istersen, tümü var, var, görmüyor musun, dedi elindeki hayali menüyü gösteren yaşlı adam. Sakalları ve aralarında tek tük belirmiş kara benekleri vardı. Yıllanmış kollarını boynuna attı. Ses etmedin. Yürümekte zorlanıyor, gülümsedikçe ağzından keskin bir baharat kokusu geliyordu. Omzuna (senin) biraz daha çöktü, gülümsedi ve koktu, omzunu çürüttü. İstemez misin evlat, dedi. Üstüne yeşile çalan bir mont giymişti. Sırtında Mevlana yazıyordu. Kırmızı bir gül uzanıyordu L harfinin yerine. Her çeşidi var, büyüğü, miniği, zibilyon çeşit. Öksürdü, baharat kokusu omzundaki çürüğe doldu, öksürdün. İstemem, dedin, kalsın. Köfteci Ahmet’in oradaydınız. Allah belasını versin bu yalancıların diye attı kendini yerden yere, kıvrandı. Binaların duvar boyaları dökülmüştü, ışıkları kapattık bizi bulmak isteyen kendini yakzın yazıyordu birinde. Yaksın yazmayınca daha asi oluyordu belki de. Bu arada Köfteci Ahmet inliyordu. Kör bir köpek gözlerini yalıyordu adamın. Hafif salya akıtıyordu hatta, azıcık diş geçiriyordu köftecinin tecrübeli etine. Anam, demişti köfteci, yuh olsun adalete, yıktılar ocağımı, tükettiler tükettiler sermayemi.

Sen ve Mevlana montlu yaşlı adam onu izlediniz. Niye feryat ettiğini anlamak mümkün değildi. Öykünün bundan sonraki kısmında kısaca Mev şeklinde zikredilecek yaşlı adam senin omzuna çöktü biraz daha, acıktım, dedi. Ismarla da yiyelim. Köpek, birkaç çirkin kedi görünce (varlığını hissedince yani) bıraktı dertli köfteciyi, gitti hızla. Kediler kel ağaçların tepelerine çıktılar, dalların kırılgan uçlarında tüy tüy tetikte dikildiler. Köfteci Ahmet ayağa kalktı, içine bir güç gelmiş gibiydi. Pazılarını tişörtünü hafif sıyırarak gösterdi mahalleye. Başaracağım, dedi, heheyt. Dirilmişti. Köpek, ağacı ısırsa da kedileri düşüremiyordu. Plastik taburelere oturdunuz. Köfteci, birer ekmek yapıyorum beyler, dedi. Mavi önlüğünün iç yüzüne sildi ellerini. Yüzündeki salyaları bir peçeteyle temizledi. Bismillah, dedi, başladı işe. Az önce olanlar olmamışçasına sakindi. Beş litrelik bir su şişesinde çalkaladığı ayrandan birer bardak doldurdu, için, ferahlayın, dedi. Mev suskunlaşmıştı. Köftelerin cızırdaması duyuluyordu şimdi. Köftecinin gözünden akan damlaların köftelere karıştığını fark etmiştin. Sormadın ne olduğunu, sorulmazdı. Bir iki köfte tanesini de köpeğe fırlattı. Havada kaptı köpek sevinçle ama kör gözünün biri de kedilerdeydi, kaçmaya vakit bulamadılar.

Köftelerinizi yediniz. Geğirdi Mev, su içti, içti ayran, içi yanmıştı. Ayağa kalkmak istedi, tek başına yapamadı. Dayanınca küçük masaya, yere devrildi gövdesi. Doğrulttun. Ben, dedi, ben Mevlana’yım. Montumda da yazdığı üzere Mevlana benim. Gözlerinin içine baktın, en ufak bir aldatmaca ifadesi sezemedin. İnsan inanırsa ne olmaz ki, dedin içinden. Konuşmadın Mev’le. Köpek, daha fazla dayanamayan ve yere kapaklanan bir kediyi yakaladı boynundan. Kırdı kemiklerini. Kedi debelendi debelendi, boşluğu tırmıkladı, kıh kıh nefes aldı. Kesildi soluğu hayvanın, boğuldu. Köpek onu oracıkta bırakıp ağaçtakilere döndü, tüylü burnu ıslanmıştı. Kabarmıştı sağ kedilerin tüyleri, artmıştı korkuları. Üstünün pisini silen Mev gülümsedi. Şimdi köftedeki sarımsak kokusuyla lezzetlenmişti soluğu. Hava kararıyordu yavaştan. Ötedeki kahvehane masalarında okey oynayan emekliler çürük dişleriyle şakalaşıyorlardı. Nasıl kırdım taşı, hesaplar sizden, nasıl kitledim oğlum, bizim damat da pek sessiz, bana bir oralet, çaylar iki oldu, şöyle bol sucuklu bir tost, maaş yatıyor oh, okey bende, ortak biteyim mi döneyim mi, bu el hayatta adam olmaz, adam bitti ya ben iki saattir dönüyorum burada tuh, çek taşı Allah çektirmesin, oradan bir poğaça yolla, abi biteyim mi bitme, eve gideyim hanım kızacak, torun da şeker maşallah, haha ha, okey ho hoho. Mev, kurtulmak istemiyor musun, dedi elindeki hayali menüyü gösterip. İsterim, dedin, isterim de nasıl? Ne yapmalıyım? Suskunluk anı.

Ben Mevlana’yım. Bilirim her şeyi ama yaşlandım. Ölüm döşeğindeyken bir dişi köpek rüyama girdi. Hit, dedi, hav, hit honu hul, ho hana hoğruyu hav hösterecehav. Geldim, göster ne doğru ne yanlış. Seç buradan. Köpek bu köftecinin köpeğini andırıyordu. Sanki sakalları ve aralarında tek tük belirmiş kara benekleri vardı. Göster haydi, seç bu menüden. Duvar yazısı görünmez olmuştu gün solunca. Bakkala ekmekalmaküzeregönderilmişküçükbebeler hızla evlerine koşuyor, gecenin gölgelerinden kaçıyor ve çocuksu ceplerinden şekerler, sakızlar, çikolatalar düşürerek esrarengiz gece yaratıklarını hınzırca doyuruyorlardı bir yandan. Seçeyim ama menü yok, zaten hava da karardı, hani menü, dedin. Allah belasını versin bu dişi köpeğin diye attı kendini yerden yere Mev. Kör köpek gözlerini yalıyordu adamın. Hafif salya akıtıyordu hatta, azıcık diş geçiriyordu Mev’in yaşlı etine. Git, git, dedi Mev, defol melun seni. Kandırdın, ben kendim göremiyorum menü, o nasıl görecek, nasıl? Köpeği tekmeledi güçlenip. Köfteci, dükkânını kapamak üzereydi, kahvehane ahalisi dağılmıştı. Karanlığın bitkileri, gölgeleri sarmıştı mahalleyi. Bakkalın loş ışığından içerisi gözükmüyordu. Tekmelenen köpek, kedili ağaca çarpmış hareketsiz yatıyordu. Öldün mü, dedi Mev. Ben Mevlana’yım, montumda da yazdığı üzere Mevlana benim, öldün mü tüy torbası? Gitti, ayağıyla karnına bastırdı. Ölmüş, dedin usulca köpeğe dokunup, buz gibi hayvan. Bu o değildi zaten, dedi Mev, sakalları ve kara benekleri yok. Kördü bu köpek, zavallıydı. Rüyamdaki köpek bir insan gibiydi, sana benziyordu aslında. Sessizlik. Sakalın vardı senin hakikaten de, doğuştan kara beneklerin aralarında. Senin de aynılarından var, dedin Mev’e. Yoksa sen rüyanda aynaya mı baktın? Kediler köpek leşinin üstünde zıplıyorlar, dans ediyorlardı bir güzel. Belki, dedi Mev, bir ihtimal öyle. Giy bakayım, dedi ardından montunu çıkarıp. Giydin. Sırtında Mevlana yazıyordu. Kırmızı bir gül uzanıyordu L harfinin yerine. Ben, dedin Mev’e, Mevlana’yım, keramet montta demek ki. Kim giyse öyle hissediyor. Bilemeyiz, dedi Mev, köfteciye de giydirelim, o da öyle hissedecek mi, bizim gibi olacak mı? Doğru, dedin. Köfteci yoktu ortada. Kaybolmuştu gecenin içinde, emekliler ve bebeler de tükenmişti. Yolda buldum montu demişti Mev, Beyaz Mantolu Adam gibi hissetmiştim denk gelince. Nasıl bulduğumu sorma, o başka bir öykünün konusu olabilir. Tamam, dedin, köfteci yok, kimse yok, ne yapacağız? O hâlde, dedi öksürerek Mev, o hâlde, tövbe estağfurullah, şu köpeğe mi giydirsek montu, belki o zaman anlarız gerçeği. Olmaz, dedin can havliyle. Olmaz, günah. Başka bir önerin yoksa, dedi Mev, ben denemeye gidiyorum. Köpeği sardı monta. Kapadı gözlerini Mev, ayağa kalktı, içine bir güç gelmiş gibiydi. Pazılarını tişörtünü hafif sıyırarak gösterdi mahalleye. Başaracağım, dedi, heheyt, öksürdü. Karanlığın hışırtıları arttı. İkiartıbiryetmişmetrekaregöçükbalkonluevlerdenbirinden sıcak su döktü teyze, hoşt, dedi, köpekler, dağılın.

Kediler inmişti yeşile çalan montla yerde, duvar yazısının hayalinin dibinde, yatan Köfteci Ahmet’in üstüne. Tırnaklamışlardı cesedi. Anam, demişti köfteci, yuh olsun adalete, yıktılar ocağımı, tükettiler tükettiler sermayemi, ölmeden önce. Abim, Amcam ve Dayım Kuruyemiş dükkanı çalışanları haklamıştı adamı. Öldürüyorsun köpekleri, köpek herif ve yediriyorsun onların etlerini bize, demişlerdi biraz fazla kaçırıp içkiyi. Kahkaha atmışlardı ve dağıtmışlardı ocağı, savurmuşlardı etleri, menüyü fırlatmışlardı yolun kıyısına. Üstünde Mevlana yazıyordu menünün. Kırmızı bir gül uzanıyordu L harfinin yerine. Şişlerden birisini adamın sırtına saplamış, sakince karışmışlardı kalabalığa. Sırtındaki mont da bu kerametli monttu.

Işıkları kapattık bizi bulmak isteyen kendini yakzın yazısının dibinde ölü yatan adam alev alev yanıyor, köpekler havlıyordu başında. Menü ise rüzgârın etkisiyle başka başka diyarlara sürükleniyordu.



No comments:

Post a Comment