Bak burada her şey var, ne istersen, tümü var, var, görmüyor
musun, dedi elindeki hayali menüyü gösteren yaşlı adam. Sakalları ve aralarında
tek tük belirmiş kara benekleri vardı. Yıllanmış kollarını boynuna attı. Ses
etmedin. Yürümekte zorlanıyor, gülümsedikçe ağzından keskin bir baharat kokusu
geliyordu. Omzuna (senin) biraz daha çöktü, gülümsedi ve koktu, omzunu çürüttü.
İstemez misin evlat, dedi. Üstüne yeşile çalan bir mont giymişti. Sırtında Mevlana yazıyordu. Kırmızı bir gül
uzanıyordu L harfinin yerine. Her çeşidi var, büyüğü, miniği, zibilyon çeşit.
Öksürdü, baharat kokusu omzundaki çürüğe doldu, öksürdün. İstemem, dedin,
kalsın. Köfteci Ahmet’in oradaydınız. Allah belasını versin bu yalancıların
diye attı kendini yerden yere, kıvrandı. Binaların duvar boyaları dökülmüştü, ışıkları kapattık bizi bulmak isteyen
kendini yakzın yazıyordu birinde. Yaksın yazmayınca daha asi oluyordu belki
de. Bu arada Köfteci Ahmet inliyordu. Kör bir köpek gözlerini yalıyordu adamın.
Hafif salya akıtıyordu hatta, azıcık diş geçiriyordu köftecinin tecrübeli
etine. Anam, demişti köfteci, yuh olsun adalete, yıktılar ocağımı, tükettiler
tükettiler sermayemi.
Sen ve Mevlana montlu yaşlı adam onu izlediniz. Niye feryat
ettiğini anlamak mümkün değildi. Öykünün bundan sonraki kısmında kısaca Mev şeklinde zikredilecek yaşlı adam senin
omzuna çöktü biraz daha, acıktım, dedi. Ismarla da yiyelim. Köpek, birkaç
çirkin kedi görünce (varlığını hissedince yani) bıraktı dertli köfteciyi, gitti
hızla. Kediler kel ağaçların tepelerine çıktılar, dalların kırılgan uçlarında
tüy tüy tetikte dikildiler. Köfteci Ahmet ayağa kalktı, içine bir güç gelmiş
gibiydi. Pazılarını tişörtünü hafif sıyırarak gösterdi mahalleye. Başaracağım,
dedi, heheyt. Dirilmişti. Köpek,
ağacı ısırsa da kedileri düşüremiyordu. Plastik taburelere oturdunuz. Köfteci,
birer ekmek yapıyorum beyler, dedi. Mavi önlüğünün iç yüzüne sildi ellerini.
Yüzündeki salyaları bir peçeteyle temizledi. Bismillah, dedi, başladı işe. Az
önce olanlar olmamışçasına sakindi. Beş litrelik bir su şişesinde çalkaladığı
ayrandan birer bardak doldurdu, için, ferahlayın, dedi. Mev suskunlaşmıştı. Köftelerin
cızırdaması duyuluyordu şimdi. Köftecinin gözünden akan damlaların köftelere
karıştığını fark etmiştin. Sormadın ne olduğunu, sorulmazdı. Bir iki köfte
tanesini de köpeğe fırlattı. Havada kaptı köpek sevinçle ama kör gözünün biri de
kedilerdeydi, kaçmaya vakit bulamadılar.
Köftelerinizi yediniz. Geğirdi Mev, su içti, içti ayran, içi
yanmıştı. Ayağa kalkmak istedi, tek başına yapamadı. Dayanınca küçük masaya,
yere devrildi gövdesi. Doğrulttun. Ben, dedi, ben Mevlana’yım. Montumda da
yazdığı üzere Mevlana benim. Gözlerinin içine baktın, en ufak bir aldatmaca
ifadesi sezemedin. İnsan inanırsa ne olmaz ki, dedin içinden. Konuşmadın
Mev’le. Köpek, daha fazla dayanamayan ve yere kapaklanan bir kediyi yakaladı
boynundan. Kırdı kemiklerini. Kedi debelendi debelendi, boşluğu tırmıkladı, kıh
kıh nefes aldı. Kesildi soluğu hayvanın, boğuldu. Köpek onu oracıkta bırakıp
ağaçtakilere döndü, tüylü burnu ıslanmıştı. Kabarmıştı sağ kedilerin tüyleri,
artmıştı korkuları. Üstünün pisini silen Mev gülümsedi. Şimdi köftedeki sarımsak
kokusuyla lezzetlenmişti soluğu. Hava kararıyordu yavaştan. Ötedeki kahvehane masalarında
okey oynayan emekliler çürük dişleriyle şakalaşıyorlardı. Nasıl kırdım taşı,
hesaplar sizden, nasıl kitledim oğlum, bizim damat da pek sessiz, bana bir
oralet, çaylar iki oldu, şöyle bol sucuklu bir tost, maaş yatıyor oh, okey
bende, ortak biteyim mi döneyim mi, bu el hayatta adam olmaz, adam bitti ya ben
iki saattir dönüyorum burada tuh, çek taşı Allah çektirmesin, oradan bir poğaça
yolla, abi biteyim mi bitme, eve gideyim hanım kızacak, torun da şeker
maşallah, haha ha, okey ho hoho. Mev, kurtulmak istemiyor musun, dedi elindeki
hayali menüyü gösterip. İsterim, dedin, isterim de nasıl? Ne yapmalıyım?
Suskunluk anı.
Ben Mevlana’yım. Bilirim her şeyi ama yaşlandım. Ölüm
döşeğindeyken bir dişi köpek rüyama girdi. Hit, dedi, hav, hit honu hul, ho
hana hoğruyu hav hösterecehav. Geldim, göster ne doğru ne yanlış. Seç buradan.
Köpek bu köftecinin köpeğini andırıyordu. Sanki sakalları ve aralarında tek tük
belirmiş kara benekleri vardı. Göster haydi, seç bu menüden. Duvar yazısı
görünmez olmuştu gün solunca. Bakkala ekmekalmaküzeregönderilmişküçükbebeler
hızla evlerine koşuyor, gecenin gölgelerinden kaçıyor ve çocuksu ceplerinden
şekerler, sakızlar, çikolatalar düşürerek esrarengiz gece yaratıklarını
hınzırca doyuruyorlardı bir yandan. Seçeyim ama menü yok, zaten hava da
karardı, hani menü, dedin. Allah belasını versin bu dişi köpeğin diye attı
kendini yerden yere Mev. Kör köpek gözlerini yalıyordu adamın. Hafif salya akıtıyordu
hatta, azıcık diş geçiriyordu Mev’in yaşlı etine. Git, git, dedi Mev, defol
melun seni. Kandırdın, ben kendim göremiyorum menü, o nasıl görecek, nasıl? Köpeği
tekmeledi güçlenip. Köfteci, dükkânını kapamak üzereydi, kahvehane ahalisi
dağılmıştı. Karanlığın bitkileri, gölgeleri sarmıştı mahalleyi. Bakkalın loş
ışığından içerisi gözükmüyordu. Tekmelenen köpek, kedili ağaca çarpmış
hareketsiz yatıyordu. Öldün mü, dedi Mev. Ben Mevlana’yım, montumda da yazdığı
üzere Mevlana benim, öldün mü tüy torbası? Gitti, ayağıyla karnına bastırdı.
Ölmüş, dedin usulca köpeğe dokunup, buz gibi hayvan. Bu o değildi zaten, dedi
Mev, sakalları ve kara benekleri yok. Kördü bu köpek, zavallıydı. Rüyamdaki
köpek bir insan gibiydi, sana benziyordu aslında. Sessizlik. Sakalın vardı
senin hakikaten de, doğuştan kara beneklerin aralarında. Senin de aynılarından
var, dedin Mev’e. Yoksa sen rüyanda aynaya mı baktın? Kediler köpek leşinin
üstünde zıplıyorlar, dans ediyorlardı bir güzel. Belki, dedi Mev, bir ihtimal
öyle. Giy bakayım, dedi ardından montunu çıkarıp. Giydin. Sırtında Mevlana yazıyordu. Kırmızı bir gül
uzanıyordu L harfinin yerine. Ben, dedin Mev’e, Mevlana’yım, keramet montta
demek ki. Kim giyse öyle hissediyor. Bilemeyiz, dedi Mev, köfteciye de
giydirelim, o da öyle hissedecek mi, bizim gibi olacak mı? Doğru, dedin.
Köfteci yoktu ortada. Kaybolmuştu gecenin içinde, emekliler ve bebeler de
tükenmişti. Yolda buldum montu demişti Mev, Beyaz
Mantolu Adam gibi hissetmiştim denk gelince. Nasıl bulduğumu sorma, o başka
bir öykünün konusu olabilir. Tamam, dedin, köfteci yok, kimse yok, ne
yapacağız? O hâlde, dedi öksürerek Mev, o hâlde, tövbe estağfurullah, şu köpeğe
mi giydirsek montu, belki o zaman anlarız gerçeği. Olmaz, dedin can havliyle.
Olmaz, günah. Başka bir önerin yoksa, dedi Mev, ben denemeye gidiyorum. Köpeği
sardı monta. Kapadı gözlerini Mev, ayağa kalktı, içine bir güç gelmiş gibiydi.
Pazılarını tişörtünü hafif sıyırarak gösterdi mahalleye. Başaracağım, dedi,
heheyt, öksürdü. Karanlığın hışırtıları arttı. İkiartıbiryetmişmetrekaregöçükbalkonluevlerdenbirinden
sıcak su döktü teyze, hoşt, dedi, köpekler, dağılın.
Kediler inmişti yeşile çalan montla yerde, duvar yazısının
hayalinin dibinde, yatan Köfteci Ahmet’in üstüne. Tırnaklamışlardı cesedi.
Anam, demişti köfteci, yuh olsun adalete, yıktılar ocağımı, tükettiler
tükettiler sermayemi, ölmeden önce. Abim,
Amcam ve Dayım Kuruyemiş dükkanı çalışanları haklamıştı adamı. Öldürüyorsun
köpekleri, köpek herif ve yediriyorsun onların etlerini bize, demişlerdi biraz
fazla kaçırıp içkiyi. Kahkaha atmışlardı ve dağıtmışlardı ocağı, savurmuşlardı
etleri, menüyü fırlatmışlardı yolun kıyısına. Üstünde Mevlana yazıyordu menünün. Kırmızı bir gül uzanıyordu L harfinin
yerine. Şişlerden birisini adamın sırtına saplamış, sakince karışmışlardı
kalabalığa. Sırtındaki mont da bu kerametli monttu.
Işıkları kapattık bizi
bulmak isteyen kendini yakzın yazısının dibinde ölü yatan adam alev alev
yanıyor, köpekler havlıyordu başında. Menü ise rüzgârın etkisiyle başka başka
diyarlara sürükleniyordu.
No comments:
Post a Comment