January 01, 2019

William Golding’in Ceberut Martin’inde Üçlü Döngü ya da “Ben bir başkasıdır.”



Ceberut Beden
William Golding’in 1956’da yazdığı roman Pincher Martin’e Türkçe çevirisinde, anlamı daha iyi karşılayabilmek maksadıyla, Ceberut Martin adı verilmiş. Editör, Pincher (tutuklamak, çimdiklemek, yakalamak, tutunmak gibi anlamlara geliyor pinch) lakabının Britanya donanma ve ordusunda adı Martin olan bütün mensuplara takılan bir lakap olduğunu belirtiyor. İlk olarak William Fanshawe Martin adında, hafif suçluları tutuklayan bir amirale takılmış bu lakap. Bu bağlantı gözetilerek konulan Ceberut (zorba, acımasız) lakabı tercihine saygı duymakla birlikte esas isim korunabilirdi diye düşünüyorum. Zira ceberut lakabının bahsedilen kavramları tam anlamıyla yansıtmadığı açık ama bu başka bir tartışmanın konusu olarak kalsın. (Yazıyı tamamlamaya yakın aslında başlığın tam olarak oturduğunu fark ettim. Çünkü bahsedilen zorba, Martin’in kendisi değil, ruhuna ev sahipliği yapan bedeni. Eserin kapağında ıstakoza dönüşmüş bir bireyin resmedildiği 13. bölüm, değişen beden algısına yönelik bir tespit aynı zamanda.)

Romanın başkahramanı (ve belki de tek gerçek kahramanı) Christopher Hadley Martin, bir deniz kazasından kurtulur ve Atlantik okyanusunun ortasında kayalık, küçük, bir adada tek başına hayatta kalma mücadelesine girişir. İçecek su bulmaya, yiyecek bir şeyler aramaya koyulur, dalgalarla boğuşur ve 1719’da Daniel Defoe tarafından yazılmış Robinson Crusoe eseriyle benzer özellikler gösterir. Elbette bu benzerlikler eser tek bir kez okunduğunda ve derinlemesine ele alınmadığında söylenebilecek hususlar. Bu noktada eserin sonundaki, eseri iki kez okumayı zorunlu kılan, önemli hakikati söylemeyeceğim. Ancak bu öyle bir gerçeklik oluşturuyor ki esere farklı bir gözle bakmaya başlıyor, hayata tutunma mücadelesinin iki katmanlı yapısını fark ediyorsunuz. Yine de şu ipucunu vermek mümkün: Kitabın ikinci sayfasının dördüncü satırından son sayfasının son cümlesine dek olan bölüm zihinsel bir mücadeleyi de içinde barındırıyor.

Üç Yama
Kayalık adacıkta yaşam savaşı veren Martin’in deniz dalgalarıyla mücadelesine bir hayli yer ayrılmış. 14 bölümlük eserin 3. bölümünde, nihayet, kayanın üstüne bir oyuğun içine çıkabiliyor başkişi. Bu arada geriye dönüş tekniğine eşlik eden bilinç akışı izleriyle bu süreçteki buhran net bir şekilde yansıtılıyor. Geriye dönüşlerde gemiyi kazaya götüren olaylar dizisi de aktarılıyor ama Nathaniel ve Mary karakterleri hayali özellikler gösteriyor. Martin’in zihinsel gelgitlerini de işaret eden ada varoluşu sırasında anlatıcının sarf ettiği şu cümle, bu iki karakterin Martin’in zihninde yer eden; bilinçaltını ve kişiliğinin boyutlarını yansıtan imgeler olduğunu düşündürüyor: “Christopher, Hadley ve Martin kısmen geri geldiler.” (Golding 146) Kahramanın mücadelesiyle doğru orantılı biçimde gittikçe artan bir bilinç bulanıklığı atmosferi yaratan William Golding, “onu uçurup kızın bedeninden ayıracak bir fünye ateşleyip yolumu temizlesem” (165) cümlesini kuran Martin’in Nathaniel karakterini, Mary’nin bedeninden ayırmak için gemiyi patlatabileceğini gösteriyor ve bir iç hesaplaşmanın izlerini sunuyor. Nathaniel, Mary adlı kızı elinden alan yakın arkadaşı olarak sunuluyor. Nathaniel’in donanmada Martin’le birlikte yer alması ve “geri zekâlı dangalak” (46) şeklinde tanımlanması, kendisinin Martin’in duygusal, saf tarafını yansıttığını işaret ediyor. Nathaniel’in “kızı götür[müş]” (89) bir karakter olarak Mary’nin “gizemini kavraması” (90) ve bütün bunların “cinsel mevzular” (132) olarak görülmesi bilinçaltındaki (kısmen cinsel) kimlik karmaşasını gösteriyor. Eserin sonlarına doğru beliren bodrum, karanlık ve ürkütücü bir yer olarak Martin’in kendi bedenini ve özelde bilinçaltını simgeliyor aslında. Hatta bu mahzende insan eti yemeye varan yamyamlık izleri de yine insan doğasının ürkütücü yanlarına gönderme yapıyor: “Yine de, varsayalım ki, bodrumdan suiistimal edilmiş ve yenik düşmüş kişilerin cesetleri üzerinden yukarı çıktım, onları senden uzaklaşma yolunda basamak yaptım, bana işkence etmen mi gerekirdi? Onları yediysem, bana ağzı veren kimdi?” (177). Bedenin bir mahzen, bilinçaltının karanlık bir bodrum olduğunu vurgulayan şu satırlar mühim: “Sen makineden başka bir şey değilsin. Bilirim seni. Islaklık, sertlik, hareket. Acıman yok ama zekân da yok. Aklımla alt edebilirim seni. Tek yapmam gereken dayanmak. Bu havayı kendi ocağımın içine soluyorum. Öldürür yerim. Hiçbir şey yok ki...” (104-105) Görünüşte martıya ama aslında kendi bedenine yöneltilen bu ifadeler, başkasının etini yemekten kendi kendine yabancılaşmaya, kendi etini yemeye ve “ben, bir başkasıdır” diyen Arthur Rimbaud’nun ifadesine sarılmaya itiyor beni. Nihayetinde üç farklı kişiyi barındırıyor Martin. Bunların hepsi Pincher, Ceberut bir bedende, bodrumda meydana geliyor. Martin, direnmeye çalışan, güçlü durmak isteyen, kimliğini arayan bir şahıs. Nathaniel (Christopher), onun bilinçaltındaki saf arzuları. (Cennet üzerine konferanslar veriyor.) Mary (Hadley), gücü ve başarıyı çağrıştırıyor: “Hangi talih ya da daha kötüsü, evrenin hangi ihlal edilemez ancak fethedip ihlal etme amacıyla acı veren yasası sayesinde, güce ve başarıya giden yola yerleştirilmişti kız?” (134-135) Bu üçgen içinde savruluyor Martin. Bu üçgeni en güçlü biçimde açık eden cümleler şunlar: “Tek bir hecede en az üç ünlü harf var. (...) Üç yama.” (135) Bu üçgeni, kutsal üçleme,  Baba-oğul-kutsal ruh olarak okumak da mümkün tabii. Baba, Martin’dir yani enerjideki güç, düşünce. Nathaniel, oğul olarak ifade edilebilir: Görülen ışık, düşüncenin ifadesi. Mary ise kutsal ruh’tur: Yayılan ısı, ikisinin etkinliği. Aynı enerjinin üç hâli.

Çürümüş Et
Ayrıca George, Alfred, Sybil, Peter, Helen gibi diğer karakterler de esere yer yer dahil olup kayboluyor. Martin’in aslında bir jön olduğunu (122) öğrensem de buna pek itibar edemiyor, kendi ada macerasına odaklanıyorum: “Şimdi buradaki bir şeyim, çürümüş etin bir sürü ağrısından, bir yığın paçavradan ve kayalardaki şu ıstakozlardan ibaretim.” (120) Hastalanacağını bilen, halüsinasyonlara hazır olan, deliliğin sınırında gezen Martin’in macerasını tamamlarken yedinci sayfadaki şu düşünceler ölüm kavramını yeniden sorgulatıyor bana:

Birazdan gün ışıyacak.
Bir noktadan ötekine hareket etmeliyim.
Bir adım ötesini görecek kadar.
Birazdan gün ışıyacak.
Enkazı göreceğim.
Ölmeyeceğim.
Ölemem.
Ben değil...

Eserde ölümün olup olmadığı, varsa kimin öldüğü ve ölümün mümkünlüğü gibi soruların yanıtlarını size bırakıyorum. (2000 yapımı Cast Away (Yeni Hayat) filminde Chuck Noland’ın konuştuğu voleybol topu Wilson’la, bu eserdeki taştan cüce arasında da bir benzerlik kurdum nedense.)

1956’dan bugüne ışıl ışıl Ceberut Martin. Çift katmanlı yapısıyla iki kere okunmayı, ölümü ve ötesini sorgulamayı hak ediyor. Uçlara varan yamyamlık izleri, ıssız kayalık adada yaşamanın ve modern toplumdan kopmanın güçlüğü, bireyin bedeniyle/bedenine karşı olan mücadelesinin varoluşçu izleri için hak ediyor bunu.

Yazı bitince ellerime bakıyorum. Damarlarımda akıyor kan, yutkunuyorum. Ölmeyeceğim, diyorum, ölemem, ben değil...


Golding, William. Ceberut Martin. Çev. Fadime Kâhya. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
            Yayınları, Kasım 2018. Baskı.




No comments:

Post a Comment