Ceberut Beden
William Golding’in 1956’da yazdığı roman Pincher Martin’e Türkçe çevirisinde,
anlamı daha iyi karşılayabilmek maksadıyla, Ceberut
Martin adı verilmiş. Editör, Pincher (tutuklamak, çimdiklemek, yakalamak,
tutunmak gibi anlamlara geliyor pinch)
lakabının Britanya donanma ve ordusunda adı Martin olan bütün mensuplara
takılan bir lakap olduğunu belirtiyor. İlk olarak William Fanshawe Martin
adında, hafif suçluları tutuklayan bir amirale takılmış bu lakap. Bu bağlantı
gözetilerek konulan Ceberut (zorba, acımasız) lakabı tercihine saygı duymakla
birlikte esas isim korunabilirdi diye düşünüyorum. Zira ceberut lakabının
bahsedilen kavramları tam anlamıyla yansıtmadığı açık ama bu başka bir tartışmanın
konusu olarak kalsın. (Yazıyı tamamlamaya yakın aslında başlığın tam olarak
oturduğunu fark ettim. Çünkü bahsedilen zorba, Martin’in kendisi değil, ruhuna
ev sahipliği yapan bedeni. Eserin kapağında ıstakoza dönüşmüş bir bireyin
resmedildiği 13. bölüm, değişen beden algısına yönelik bir tespit aynı zamanda.)
Romanın başkahramanı (ve belki de tek gerçek kahramanı)
Christopher Hadley Martin, bir deniz kazasından kurtulur ve Atlantik
okyanusunun ortasında kayalık, küçük, bir adada tek başına hayatta kalma
mücadelesine girişir. İçecek su bulmaya, yiyecek bir şeyler aramaya koyulur,
dalgalarla boğuşur ve 1719’da Daniel Defoe tarafından yazılmış Robinson Crusoe eseriyle benzer
özellikler gösterir. Elbette bu benzerlikler eser tek bir kez okunduğunda ve
derinlemesine ele alınmadığında söylenebilecek hususlar. Bu noktada eserin
sonundaki, eseri iki kez okumayı zorunlu kılan, önemli hakikati söylemeyeceğim.
Ancak bu öyle bir gerçeklik oluşturuyor ki esere farklı bir gözle bakmaya
başlıyor, hayata tutunma mücadelesinin iki katmanlı yapısını fark ediyorsunuz.
Yine de şu ipucunu vermek mümkün: Kitabın ikinci sayfasının dördüncü satırından
son sayfasının son cümlesine dek olan bölüm zihinsel bir mücadeleyi de içinde
barındırıyor.
Üç Yama
Kayalık adacıkta yaşam savaşı veren Martin’in deniz
dalgalarıyla mücadelesine bir hayli yer ayrılmış. 14 bölümlük eserin 3. bölümünde,
nihayet, kayanın üstüne bir oyuğun içine çıkabiliyor başkişi. Bu arada geriye
dönüş tekniğine eşlik eden bilinç akışı izleriyle bu süreçteki buhran net bir
şekilde yansıtılıyor. Geriye dönüşlerde gemiyi kazaya götüren olaylar dizisi de
aktarılıyor ama Nathaniel ve Mary karakterleri hayali özellikler gösteriyor. Martin’in
zihinsel gelgitlerini de işaret eden ada
varoluşu sırasında anlatıcının sarf ettiği şu cümle, bu iki karakterin
Martin’in zihninde yer eden; bilinçaltını ve kişiliğinin boyutlarını yansıtan imgeler
olduğunu düşündürüyor: “Christopher, Hadley ve Martin kısmen geri geldiler.”
(Golding 146) Kahramanın mücadelesiyle doğru orantılı biçimde gittikçe artan
bir bilinç bulanıklığı atmosferi yaratan William Golding, “onu uçurup kızın
bedeninden ayıracak bir fünye ateşleyip yolumu temizlesem” (165) cümlesini
kuran Martin’in Nathaniel karakterini, Mary’nin bedeninden ayırmak için gemiyi
patlatabileceğini gösteriyor ve bir iç hesaplaşmanın izlerini sunuyor. Nathaniel,
Mary adlı kızı elinden alan yakın arkadaşı olarak sunuluyor. Nathaniel’in
donanmada Martin’le birlikte yer alması ve “geri zekâlı dangalak” (46) şeklinde tanımlanması, kendisinin Martin’in duygusal, saf tarafını yansıttığını işaret
ediyor. Nathaniel’in “kızı götür[müş]” (89) bir karakter olarak Mary’nin “gizemini
kavraması” (90) ve bütün bunların “cinsel mevzular” (132) olarak görülmesi
bilinçaltındaki (kısmen cinsel) kimlik karmaşasını gösteriyor. Eserin sonlarına
doğru beliren bodrum, karanlık ve ürkütücü bir yer olarak Martin’in kendi
bedenini ve özelde bilinçaltını simgeliyor aslında. Hatta bu mahzende insan eti
yemeye varan yamyamlık izleri de yine insan doğasının ürkütücü yanlarına
gönderme yapıyor: “Yine de, varsayalım ki, bodrumdan suiistimal edilmiş ve yenik
düşmüş kişilerin cesetleri üzerinden yukarı çıktım, onları senden uzaklaşma
yolunda basamak yaptım, bana işkence etmen mi gerekirdi? Onları yediysem, bana
ağzı veren kimdi?” (177). Bedenin bir mahzen, bilinçaltının karanlık bir bodrum
olduğunu vurgulayan şu satırlar mühim: “Sen makineden başka bir şey değilsin. Bilirim
seni. Islaklık, sertlik, hareket. Acıman yok ama zekân da yok. Aklımla alt
edebilirim seni. Tek yapmam gereken dayanmak. Bu havayı kendi ocağımın içine
soluyorum. Öldürür yerim. Hiçbir şey yok ki...” (104-105) Görünüşte martıya ama
aslında kendi bedenine yöneltilen bu ifadeler, başkasının etini yemekten kendi
kendine yabancılaşmaya, kendi etini yemeye ve “ben, bir başkasıdır” diyen Arthur
Rimbaud’nun ifadesine sarılmaya itiyor beni. Nihayetinde üç farklı kişiyi barındırıyor
Martin. Bunların hepsi Pincher,
Ceberut bir bedende, bodrumda meydana geliyor. Martin, direnmeye çalışan, güçlü
durmak isteyen, kimliğini arayan bir şahıs. Nathaniel (Christopher), onun
bilinçaltındaki saf arzuları. (Cennet üzerine konferanslar veriyor.) Mary
(Hadley), gücü ve başarıyı çağrıştırıyor: “Hangi talih ya da daha kötüsü,
evrenin hangi ihlal edilemez ancak fethedip ihlal etme amacıyla acı veren
yasası sayesinde, güce ve başarıya giden yola yerleştirilmişti kız?” (134-135) Bu
üçgen içinde savruluyor Martin. Bu üçgeni en güçlü biçimde açık eden cümleler
şunlar: “Tek bir hecede en az üç ünlü harf var. (...) Üç yama.” (135) Bu
üçgeni, kutsal üçleme, Baba-oğul-kutsal
ruh olarak okumak da mümkün tabii. Baba, Martin’dir yani enerjideki güç,
düşünce. Nathaniel, oğul olarak ifade edilebilir: Görülen ışık, düşüncenin
ifadesi. Mary ise kutsal ruh’tur: Yayılan ısı, ikisinin etkinliği. Aynı
enerjinin üç hâli.
Çürümüş Et
Ayrıca George, Alfred, Sybil, Peter, Helen gibi diğer
karakterler de esere yer yer dahil olup kayboluyor. Martin’in aslında bir jön
olduğunu (122) öğrensem de buna pek itibar edemiyor, kendi ada macerasına
odaklanıyorum: “Şimdi buradaki bir şeyim, çürümüş etin bir sürü ağrısından, bir
yığın paçavradan ve kayalardaki şu ıstakozlardan ibaretim.” (120)
Hastalanacağını bilen, halüsinasyonlara hazır olan, deliliğin sınırında gezen
Martin’in macerasını tamamlarken yedinci sayfadaki şu düşünceler ölüm kavramını
yeniden sorgulatıyor bana:
Birazdan gün ışıyacak.
Bir noktadan ötekine hareket etmeliyim.
Bir noktadan ötekine hareket etmeliyim.
Bir adım ötesini görecek kadar.
Birazdan gün ışıyacak.
Enkazı göreceğim.
Ölmeyeceğim.
Ölemem.
Ben değil...
Birazdan gün ışıyacak.
Enkazı göreceğim.
Ölmeyeceğim.
Ölemem.
Ben değil...
Eserde ölümün olup olmadığı, varsa kimin öldüğü ve ölümün
mümkünlüğü gibi soruların yanıtlarını size bırakıyorum. (2000 yapımı Cast Away
(Yeni Hayat) filminde Chuck Noland’ın konuştuğu voleybol topu Wilson’la, bu
eserdeki taştan cüce arasında da bir
benzerlik kurdum nedense.)
1956’dan bugüne ışıl ışıl Ceberut Martin. Çift katmanlı yapısıyla iki kere okunmayı, ölümü ve
ötesini sorgulamayı hak ediyor. Uçlara varan yamyamlık izleri, ıssız kayalık
adada yaşamanın ve modern toplumdan kopmanın güçlüğü, bireyin
bedeniyle/bedenine karşı olan mücadelesinin varoluşçu izleri için hak ediyor
bunu.
Yazı bitince ellerime bakıyorum. Damarlarımda akıyor kan,
yutkunuyorum. Ölmeyeceğim, diyorum, ölemem, ben değil...
Golding, William. Ceberut Martin. Çev. Fadime Kâhya.
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Kasım 2018. Baskı.
Yayınları, Kasım 2018. Baskı.
No comments:
Post a Comment