April 07, 2019

PAK


Babam öldü. Nefes yetmezliği.

Sözünü dinlemedim hiçbir zaman, burnumun dikine gittim. Bu, yaşamının son yıllarına dek sürdü gitti. Pişman oldum sonra, yaşlar döktüm gözümden. Ölmeseydin baba, dedim, babacığım, seni özledim. Ondan kalanlara -fıstık yeşili gömleğine, sigara kokan hırkasına, hiç okumadığı kutsal kitaba, özenle katlayıp sakladığı seccadesine, rengi atmış bir salça kutusundaki fotoğraflarına, miadı dolmuş bozuk paralara, içi asla doldurulmamış fotoğraf albümüne, bir asker arkadaşından yadigar kristal küllüğe ve duvardaki “Saldır Kanarya, En büyük Fener” gibi posterlere- bakamadım, canım sıkıldı. Toplayın, dedim mahallenin muhtarına, neyi varsa ihtiyaç sahiplerine verin. Bir izi kalmasın, hatırası ve tozu kalmasın.

Annem kendini duvardan duvara vuracak bir tip değildi. Sanki köpeğimiz Sansar –ne anlamsız bir isimdi bu- ölmüş gibiydi. Suratı asık olurdu beni doğuranın genelde, bu ölüm de onu yumuşatmamıştı. Kömürlükteki kütükleri kırmaya çıkmıştı ertesi sabah. Babamın ölüsü içeride soğuyordu. Ölümün belki de en büyük tesiri, annemin ifadesiz yüzüne yerleşen anlamlandıramadığım öfkeydi. Baltadan sıyrılıp parmaklarına batan kıymıklar canını yakıyor, biraz daha sertçe vuruyordu kütüklere bu kez. Hatta bazı iri odun parçalarının uçurumdan aşağı yuvarlandığını görmüştüm, orada yeni yeni yükselen devasa binalardaki pencerelere girmesini ummuştum içten içe, sinsi sinsi o lüks odalardaki bebelerin parmakları da yaralansın istemiştim. İstediğim hiçbir şey olmuyordu nasılsa.

Evde daha önce görmediğim bir kalabalık peyda oldu o akşam. Ağlamalar başladı, kırık camımızdan içeri dolan soğuk hava tuhaf bir ses çıkarıyor, ağıtlara karışıyordu. İyi adamdı, diyordu yaşlıca bir kadın, biraz sertti mizacı. Erkek o erkek, demişti amcam olduğunu öğrendiğim muzip bakışlı bir adam. Kır saçlarını savuruyor, yaşlı gözlerinden sızan sıvılara, saçlarından yağan kepekler karışıyor, her şey birbirine karışıyordu. Büyük bir kazan içinde et kavruldu, mis gibi kokuyordu. Yayıktaki ayran ikram edildi. Daha fazla dayanamadım, iç odaya, babamın ölüsünün beklediği yere, gittim. Annem oradaydı, sessiz ve duygusuzca. Girdiğimi görmedi belki, belki de tam sırası diye düşündü. Affetmeyeceğim seni, dedi, sen zalimsin, ölümün bir yalan, yalan. İki avuç içiyle ölü babamın göğsüne bastırdı. Salondaki sesler giderek azalıyordu bir yandan. Yengelerim gidenleri uğurluyor, köpek ulumaları karanlığı parçalıyordu.

Babam günün birinde sırtında koca bir kutuyla gelmişti eve. Annem pirinç ayıklıyordu, saatlerce süren ayıklamasının çoğunda pirinçleri ufaladığını, tuz buz ettiğini görmüştüm. Nefes nefese kalmıştı babam. Odasına çekildi hemen, teybini açtı ve Fenerbahçe marşlarını dinlemeye başladı her zamanki gibi. Takımın 1972 kadrosunu ezbere saydı yüksek sesle ve kahkaha attı, öksürdü, nefesi kesildi, yere yığılma sesi geldi ve elinden pirinç tepsisi düştü annemin. Git, dedi, git bak. İçeri girdiğimde babamın yerde kıvrandığını gördüm. Ağzından çıkan cümleleri şu şekilde derleyip toparlıyorum bugün: Beni sevmiyorsunuz biliyorum, daima yanlış yaptım ama sizi seviyorum. Toparlandı sonra, kutunun kartonunu çıkardı usulca. Kanepesine geçti, büyükçe bir makine çıktı ortaya, prize taktı fişini. Buharlı tren misali sesler çıkarıyordu cihaz. Korktum, korkma, dedi, erkek adamsın, korkma, böyle yaşayabileceğim ancak. İçme, dedim, içme şu zıkkımı o halde. Anan seni doldurmuş yine, neyse. Kenarda uzunca sırık gibi bir tüp gördüm, bir eliyle oksijen maskesini aldı ve yüzüne geçirdi lastiğini. Derin derin, ölüp de diriliyormuş solukları aldı on dakika. Fokur fokur rahatladı. Gevşedi lekeli elleri. Sonra kenara attı maskeyi, makineyi kapadı, sardığı bir sigarayı çıkardı, içti. Oh be, dedi, böyle ömür ne güzel, ölüm böyle güzel. Sustum.

Karar çıktı, evlerimiz yıkılacak. Gecekondular bir bir temizlenecek tertemiz kentin bağrından. Uçurumun kenarından yan eve geçmeye çalışırken ayağı kayan, yeni işçi blokları sitesinin pak bahçesine çakılan Ahmet’in cesedi bir hayli kızdırdı zenginleri. Dilekçe vermişler işlemlerin hızlanması için. Camimizin bahçesi sessizdi, yaşam arkadaşımız Ahmet tabutun içindeydi, yüzünü göstermediler bana. Ben caminin sıvasız duvarlarının da fıstık yeşili renkte olduğunu anımsıyorum, cemaatin hakkını helal ettiğini, cami hocasının tuhaf bir aleme dair mesajlar verdiğini bir de. Sabır, sabır. İş makineleri bizim eve kadar geldiler. Benim aklım bir karış havada. Komşunun kızı Ayşe’yi seviyorum ve biliyorum ki kardeşi Nagehan da beni seviyor. Anneleri dul kalmış ve mahalleli onu kötü kadın sayıyor. Oyun oynuyoruz kızlarla ama bir süre sonra karışık duygularımız dördüncü bir kişi, kötü bir karakter olarak giriyor aramıza, dağılıyor öykümüz. Anneleri terk ediyor mahalleyi ve Van’a göçüyorlar. Vişne ağacının tepesinde onların Van’daki derme çatma evlerini hayal ediyorum. Uçsuz bucaksız bir yeşillik, huzurlu tarlalar, damda gezen kediler, Ayşe’nin saçları ve güzelliği. Babam bağırıyor aşağıdan. İn aşağı, in, it oğlu it, sana giyme demedim mi İspanyol paça. Rezil mi edeceksin sen beni insanlara, in. Taş fırlatıyor, in, nefes nefese kalıyor. Annem uçurumdan aşağı bakıyor. Kendini atıp atmamayı düşünüyor belki ama çoktan atmış hayallerini aşağıya, çoktan.

Ortada kalıyoruz. Annem ortadan kayboluyor, kalıyorum ortada, babam ölüyor. Annemin Van’da olduğu haberini alıyor, mutlu oluyorum. Babamın ani ölümünün sebebini annemin onun makinesini bozması olarak yorumluyorum çünkü makinenin haznesinden kucak kucak pirinç çıkıyor nedense. Annemi yoldan çıkaranın o kötü kadın olduğunu söylüyorlar. İstediğim İspanyol paçayı giyebiliyorum rahatça. Uçurumdan aşağı bakıyorum, toz toprak süzülüyor aşağıya doğru. İnsanlar mutlular, mutlular insanlar.

Ölmeseydin baba, diyorum, babacığım, seni özledim. Oksijen makinesini aşağıya fırlatıyorum. Oh, derin bir nefes alıyorum. İş makineleri evimizi parçalıyor.

Şimdi iki son veriyorum okura/ Bandersnatch’çe.

1. Aşağı atla ve öl                                                  2. Ayşe’ye git ve mutlu ol


1. Aşağı atlıyorum ve kanatlanıyorum sanki. Tertemiz evlerin üstünden geçiyor bedenim, devasa fabrikaların zehirli dumanlarını aşıyorum. Şehrin insanları etrafıma toplanıyor, bu fakirler de yetti artık, evlerini yıktırıyoruz, bu sefer de ölüleri musallat oluyor, diyorlar. Temiz bir çöp tenekesine atıyorlar benden kalanları, gülümsüyorlar pakça.

2. Ayşe’ye gidiyorum her şeye direnerek. Annem de orada, onu yumuşatmamış gidişi, bitişi geçmişinin. Bahçeyi çapalıyor. Ayşe, diyorum, ben geldim. Evin kırık camından dışarı doluyor Nagehan’ın hüzünlü bakışları. Git, diyor Ayşe, git babasının oğlu, annen anlattı seni bana, hain, pis. Bazı yüzü örtülü adamlar köydeki evleri dolanıyor, erzak istiyorlar. İçeri kaçıyor herkes. Kapılar kilitleniyor. Korkuyor insanlar, insanlardan korkuyorum.

Fenerbahçe’nin 1972 kadrosunu sayıyorum yüksek sesle, kahkaha atıyor, öksürüyorum, nefesim kesiliyor: Ilie Datcu, Yavuz Şimşek, Timuçin Çuğ, Levent Engineri, Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Şükrü Birant, Serkan Acar, Niyazi Gülseven, Kamil Güvenal, Coşkun Demirbakan, Cevher Örer, Ziya Şengül, Fuat Saner, Ersoy Sandalcı, Stevano Ostojic, Bünyamin Çulcu, Önder Mustafaoğlu, Canan Açıkgöz, Nedim Doğan, Osman Arpacıoğlu, Necati Göçmen, Cemil Turan, Muharrem Algıç, Yaşar Mumcuoğlu, Çetin Aktulgalı



No comments:

Post a Comment