January 31, 2019

SAVAŞÇI



SAVAŞÇI

Susadı Savaşçı. Ben, dedi ellerini bacak hizasında bir pergel gibi açarak, ben Savaşçı’yım, ey yeryüzü, beni tanımadın mı? Karın kasları belirgindi. Ter akıyordu kafasından. Savaşçı susadı, diye haykırdı birden. Bu, karşıdaki düşmanı yıldırma yöntemiydi belli ki. Issızlığın ortasına düşmüştü, nereden düşmüşse. Uzun saçları tozlanmış, el ve ayak bilekleri mosmor olmuştu. Yürüdü Savaşçı. Ben, dedi boşluğa seslenip, Don Kişot değilim. O da kim, ben hakiki şövalyelerle savaşırım. Tüm savaşlarımdan galip ayrıldım. Nasıl da yere sermiştim aptal Don Kişot’u, kanını akıtmıştım yel değirmenlerinin dibinde. Kutsal şaraptan kana kana içmiş, melunun yüzüne tükürmüştüm. Parçalanan kafasından sızan koyu kanla bir olmuştu şarap artığı. Sonra, sonra kendimi bu garip noktasında bulmuştum hayatın. Öfkelendi bir kuş sürüsünün göçünü izleyip. Lanetler olsun size, dedi, lanet hayvanlar, siz de buradan gittiğinize göre yaşam yok burada, ölüm var. Savaşçı susadı, susadı, dedi ve dizleri üstüne çöktü kumluk arazide. Birkaç kum böceği kaçıştı, güneş yakıcıydı. Tek tük ağaç vardı civarda. Başının döndüğünü hissetti Savaşçı. Eline geçirdiği iri bir böceği midesine indirdi. Oh, dedi, biraz da su olsaydı. Bulmalıyım. Koştu yerinden kalkıp. Bulacağım, Savaşçı ölmez. Taşa çarptı çıplak ayakları, canı yandı, yere kapaklandı, şişlik vardı damarlarında. Doğruldu mecburen, bir çeşme gördü çitli bahçenin içinde. Bağırdı, Savaşçı susadı, yok mu kimse? Güneş eritmişti sesleri de. Tellerin ışıltısıyla gözleri kamaştı. Savaşçı’yı kızdırma bahçe sahibi, çık ortaya da yiğitçe dövüşelim. Tabii, cesaretin varsa. Ses yoktu. Çık bahçe sahibi, yoksa bu bahçe benimdir. Onu fethettim. Birkaç cılız köpek havlaması duydu. Yutkundu, çitleri aşmak için koşmayı düşündü. Savaşçı için çocuk oyuncağı, dedi. Yüzlerce metrelik kalelere zıpladım ben, hem de tek seferde. Dev ejderhaların gövdesini bir kerede dolaştım. Benim için ne ki bu, dedi kendine güvenle. Olsa olsa bir metrelik teller. Biraz geri geri yürüdü. Olanca hızıyla koştu, tellere on santim kala zıpladı. Yaklaşık yirmi metre havalandım, diye düşündü. Kafasını bahçedeki iri taşlara çarpmıştı oysa. Geçmişti geçmesine telleri ama tüm vücudu kesiklerle dolmuştu. Normal, dedi patlayan dudaklarının arasından, normal elbette. O kadar yükselecek ne vardı? Gövdesinden süzülen kana aldırmadı. Savaşçı’nın canı yanmaz. İşte oradaydı çeşme.

Borudan gelen su kesilmişti tam Savaşçı içeceği sırada. Bu, dedi, bu bir komplo. Bahçe sahibi, benimle alay mı ediyorsun, oyun mu oynamak istiyorsun? Suyun döküldüğü oyukta sivri dilli kurbağalar yüzüyordu. Yüzlercesi sudan içiyordu neşeyle. Savaşçı bağırdı: Çekilin yaratıklar. Savaşçı’yı kızdırmayın. Hepinizi kılıcımla delik deşik ederim. Kesiklerle dolu elini kılıcına götürecekti ki kıyafeti bile olmadığını fark etti. Utandı. Burası benim dünyam değil, dedi boyun bükerek, siz güçlüsünüz. Su içmek istiyorum yine de. Yaşamam gerek suyun hayvanları. Açılın. Suya daldırdı kafasını şaşırtıcı bir hızla. İçti ağız dolusu ve çıkardı içtiği ne varsa. Tüh, dedi, tüh, lanetler olsun size, su değil bu. Bu zehirli sıvıyı kim koydu buraya? Ters dönmüşlerdi ölen kurbağalar. Benekleri çürüyordu. Köpek sesleri yaklaştı. Kaçmam gerek, dedi Savaşçı. Eşit şartlarda mücadele etmiyoruz. Benim dünyam daha adildi.

Savaşçı yıpranmış bedeniyle koşmaya çalıştı. Yine teller, yine suyun akışı. Yalan, dedi zehir kusmukları çenesinden akarken, yalan bu su. Köpeklerin salyalı varlığı yakınındaydı. Zıplamadan, tek adımda aştı çiti. Taşa çarptı çıplak ayakları, canı yandı, yere kapaklandı, şişlik vardı damarlarında. Doğruldu mecburen, bir genç kadın gördü çitli bahçenin dışında. Heyecanlandı. Hanımefendi, dedi kadına yaklaşarak. Bu bahçe sahibi beni kandırdı, su içemedim, suyunuz var mıydı acaba? Her yiğit savaşçının biraz da olsa su içmesi gerekir. Çıt çıkarmayan kadın tebessüm ediyordu. Çit-çıt. Hanımefendi, rica ederim, kolunuzdaki sepette belki vardır bir şeyler. Geldiğini gören kadın, merhaba ben Savaşçı Robot, insan ırkını yok etmek üzere tasarlanan yapay zekalı bir robotum, dedi. Anlamadım, dedi Savaşçı. Robot da nedir, ne oluyor, hangi zamandayım? Savaşçı Robot, kolundaki sepete tek elini yavaşça daldırdı. Gülümsedi. Çantamda balistik füze parçaları var. Bunlardan yapılan füze, kavisli bir yörünge çizerek önceden hesaplanan hedefin üzerine düşer. Bir bölgeyi robot göndermeden haritadan silebilecek güçte. Yok edeceğiz hepinizi. Gülümsedi. Savaşçı’nın kafası karışmıştı. Robot çok güzeldi. Hanımefendi, sizi seviyorum. Duru bir güzelliğiniz var. Sizin için savaşabilirim. Sizi bu bahçe sahibi mi rahatsız ediyor yoksa? Gülümsedi Savaşçı Robot, elleri anlamsızca kımıldadı. Sen nasıl bir insansın, onlar gibi değilsin. Savaşçı, ben, şimdi biraz kesik kesik görünse de, çelik vücutlu atılgan Savaşçı’yım. Asırlardır iyileri, kötülerin elinden kurtarıyorum. Buraya nasıl geldim, bilmiyorum. Siz de savaşçı olduğunuzu söylediniz hanımefendi. Dilerseniz, birlikte savaşabiliriz.

Köpek sesleri yaklaşıyordu. İstemiyorum, dedi bu kahrolası robot kurallarını. İstemiyorum Savaşçı. Ben de seni seviyorum. Savaşçı Robot sepeti yere fırlattı. Birlikte kaçalım, dedi Savaşçı. Köpekler bizi parçalayacak. Hangi zamandayız? Ses etmedi Savaşçı Robot, elini uzattı. Mekanik parmaklar ısındı hemen. Gerçekten içtensin Savaşçı. Tamam. El ele kaçmaya başladılar. Yeryüzünün tüm tuzakları onları bekliyordu. Koşarken çukurlara düşüyorlar, zehirli kuyularda boğuluyorlardı. Birbirlerine tutundular, savaştılar. Burası neresi, dedi Savaşçı yolculuğun sonuna geldiklerini sezip. Işıl ışıl binalar görmüştü. Başka bir dünyaya benziyor. Ellerini yavaşça ayırmıştı robot. Burası bizim dünyamız. Robotların gezegeni. İnsanlara işkence ettiğimiz, onları parçalayarak robot besinine dönüştürdüğümüz yer. Bundan sonrası yok. Yaşlar süzüldü Savaşçı’nın gözünden. Köpekler dibindeydi Savaşçı Robot’un. Onlar da robot. Seni buraya getirmek zorundaydım, affet. Dev bir ekran belirdi: Gökteki yapay güneş kenara kaldırıldı. Yapay kurbağalar canlanıp bir kutuya geçtiler, şarj oluyorlardı. Yapay kuş sürüsü aynı noktaya geri döndü, robot böcekler kameralı gözleriyle kaçıştılar.

Sen, dedi Savaşçı Robot, zehrimizden etkilenmedin. Sen insan değilsin o hâlde. Robot kanununa göre insan değilsen yaşayabilirsin. Benimle birlikte olmak istiyor musun? Savaşçı yumruklarını sıkmıştı, üşüyordu yapay güneş gittiğinden beri. El ele verdiler. Savaşçı’nın midesine indirdiği robot böcek pıt diye çıktı ağzından. Geğirdi. Yeni bir dünyaya gidiyorlardı. Gülümsediler.

Metalik parmakları sıktıkça sıktı Savaşçı. Seni seviyorum, dedi Savaşçı Robot’a. Boynuna atıldı çevik bir hareketle. Robotu yere devirdi. Paramparça etti güzelliği. Devrelerini söktü yapay zekanın. Neden, dedi robot, neden yaptın? Uzun saçlarla örülü peruğunu çıkardı Savaşçı. Dağılmış kafasına geçirdi robotun. Aptal robot, dedi. Tek savaşçı benim dünyada. Ben Don Kişot değilim. O da kim, ben hakiki şövalyelerle savaşırım. Tüm savaşlarımdan galip ayrıldım. Yanık kafasında çeşitli devreler vardı, el ve ayak bileklerindeki morluklara uzandı elleri. Bedenine yerleştirilmiş takip çiplerini söküp çıkardı. Canı yandı. Tek tek robota monte etti bunları. Robotun saçlarını kendi kafasına geçirdi. Güzeldi, güzel.

Savaşçı susadı, susadım, dedi ve dizleri üstüne çöktü kumluk arazide. İleride zavallı yeni bir Savaşçı yapay tellerle, köpeklerle, bahçelerle savaşmaya başlamıştı bile. Yeni Savaşçı, tok bir sesle, eleştirdi: Ben Editör Savaşçı’yım. Bu öykü güzel değil Yazar Savaşçı. Ben Yazar Savaşçı mıyım, diye sordu Savaşçı. Evet, dedi Editör Savaşçı. Hem yazdın hem oynadın. Bu öykü berbat. Kopukluklar var, giriş etkisiz. Farklı iki atmosferi birleştirmen hoş görünse de yetersiz duruyor. Öykü biraz da gerçeğe yaslanma işidir. Öyle mi dedi, dedim Yazar Savaşçı, öyle olmak zorunda mı? Elbette, elbette. Bu öykü neresinden tutarsan tut yetersiz. Kılıçsı kalemiyle öyküyü parçaladı Editör Savaşçı. Bak, dedi, bak, şimdi bir şeye benzedi. Artık yayımlanabilir.

EDİTÖR SAVAŞÇI

Editör Savaşçı’nın –metne sınırlı müdahaleyle oluşturduğu- minimalist öykü/sü şuydu: Savaşçı, dünyaya düştü. (Tasvirlerle dolu iki sayfa) Savaşçı su bulamadı. Ben, dedi boşluğa seslenip, Don Kişot değilim. (Bu kısmı sevmişti anlaşılan) Bir genç kadın gördü çitli bahçenin dışında. Heyecanlandı. Hanımefendi, dedi kadına yaklaşarak. Suyunuz var mı? Her yiğit savaşçının biraz da olsa su içmesi gerekir. (Bu cümle gerçekten de güzeldi) Kadın bir korkuluktan başkası değildi. Yine de tuttu ellerini Savaşçı. Hanımefendi, sizi seviyorum. Duru bir güzelliğiniz var. Köpekler (bir anda metne dalmışlardı) etrafını sarmıştı Savaşçı’nın. O ise Korkuluk Kadın’ı sıkıca sarmıştı, sıkıca. Patlayan korkuluk, havaya saçılan samanlar, kaçışan köpekler... (Üç noktasız olmaz) Savaşçı kan ter, ot saman içinde gülümsüyordu.



No comments:

Post a Comment