SAVAŞÇI
Susadı Savaşçı. Ben, dedi ellerini bacak hizasında bir
pergel gibi açarak, ben Savaşçı’yım, ey yeryüzü, beni tanımadın mı? Karın
kasları belirgindi. Ter akıyordu kafasından. Savaşçı susadı, diye haykırdı
birden. Bu, karşıdaki düşmanı yıldırma yöntemiydi belli ki. Issızlığın ortasına
düşmüştü, nereden düşmüşse. Uzun saçları tozlanmış, el ve ayak bilekleri mosmor
olmuştu. Yürüdü Savaşçı. Ben, dedi boşluğa seslenip, Don Kişot değilim. O da
kim, ben hakiki şövalyelerle savaşırım. Tüm savaşlarımdan galip ayrıldım. Nasıl
da yere sermiştim aptal Don Kişot’u, kanını akıtmıştım yel değirmenlerinin
dibinde. Kutsal şaraptan kana kana içmiş, melunun yüzüne tükürmüştüm.
Parçalanan kafasından sızan koyu kanla bir olmuştu şarap artığı. Sonra, sonra
kendimi bu garip noktasında bulmuştum hayatın. Öfkelendi bir kuş sürüsünün
göçünü izleyip. Lanetler olsun size, dedi, lanet hayvanlar, siz de buradan
gittiğinize göre yaşam yok burada, ölüm var. Savaşçı susadı, susadı, dedi ve
dizleri üstüne çöktü kumluk arazide. Birkaç kum böceği kaçıştı, güneş
yakıcıydı. Tek tük ağaç vardı civarda. Başının döndüğünü hissetti Savaşçı.
Eline geçirdiği iri bir böceği midesine indirdi. Oh, dedi, biraz da su olsaydı.
Bulmalıyım. Koştu yerinden kalkıp. Bulacağım, Savaşçı ölmez. Taşa çarptı çıplak
ayakları, canı yandı, yere kapaklandı, şişlik vardı damarlarında. Doğruldu
mecburen, bir çeşme gördü çitli bahçenin içinde. Bağırdı, Savaşçı susadı, yok
mu kimse? Güneş eritmişti sesleri de. Tellerin ışıltısıyla gözleri kamaştı.
Savaşçı’yı kızdırma bahçe sahibi, çık ortaya da yiğitçe dövüşelim. Tabii,
cesaretin varsa. Ses yoktu. Çık bahçe sahibi, yoksa bu bahçe benimdir. Onu
fethettim. Birkaç cılız köpek havlaması duydu. Yutkundu, çitleri aşmak için
koşmayı düşündü. Savaşçı için çocuk oyuncağı, dedi. Yüzlerce metrelik kalelere
zıpladım ben, hem de tek seferde. Dev ejderhaların gövdesini bir kerede
dolaştım. Benim için ne ki bu, dedi kendine güvenle. Olsa olsa bir metrelik
teller. Biraz geri geri yürüdü. Olanca hızıyla koştu, tellere on santim kala
zıpladı. Yaklaşık yirmi metre havalandım, diye düşündü. Kafasını bahçedeki iri
taşlara çarpmıştı oysa. Geçmişti geçmesine telleri ama tüm vücudu kesiklerle
dolmuştu. Normal, dedi patlayan dudaklarının arasından, normal elbette. O kadar
yükselecek ne vardı? Gövdesinden süzülen kana aldırmadı. Savaşçı’nın canı
yanmaz. İşte oradaydı çeşme.
Borudan gelen su kesilmişti tam Savaşçı içeceği sırada. Bu,
dedi, bu bir komplo. Bahçe sahibi, benimle alay mı ediyorsun, oyun mu oynamak
istiyorsun? Suyun döküldüğü oyukta sivri dilli kurbağalar yüzüyordu. Yüzlercesi
sudan içiyordu neşeyle. Savaşçı bağırdı: Çekilin yaratıklar. Savaşçı’yı
kızdırmayın. Hepinizi kılıcımla delik deşik ederim. Kesiklerle dolu elini
kılıcına götürecekti ki kıyafeti bile olmadığını fark etti. Utandı. Burası benim
dünyam değil, dedi boyun bükerek, siz güçlüsünüz. Su içmek istiyorum yine de.
Yaşamam gerek suyun hayvanları. Açılın. Suya daldırdı kafasını şaşırtıcı bir
hızla. İçti ağız dolusu ve çıkardı içtiği ne varsa. Tüh, dedi, tüh, lanetler
olsun size, su değil bu. Bu zehirli sıvıyı kim koydu buraya? Ters dönmüşlerdi
ölen kurbağalar. Benekleri çürüyordu. Köpek sesleri yaklaştı. Kaçmam gerek,
dedi Savaşçı. Eşit şartlarda mücadele etmiyoruz. Benim dünyam daha adildi.
Savaşçı yıpranmış bedeniyle koşmaya çalıştı. Yine teller,
yine suyun akışı. Yalan, dedi zehir kusmukları çenesinden akarken, yalan bu su.
Köpeklerin salyalı varlığı yakınındaydı. Zıplamadan, tek adımda aştı çiti. Taşa
çarptı çıplak ayakları, canı yandı, yere kapaklandı, şişlik vardı damarlarında.
Doğruldu mecburen, bir genç kadın gördü çitli bahçenin dışında. Heyecanlandı.
Hanımefendi, dedi kadına yaklaşarak. Bu bahçe sahibi beni kandırdı, su
içemedim, suyunuz var mıydı acaba? Her yiğit savaşçının biraz da olsa su içmesi
gerekir. Çıt çıkarmayan kadın tebessüm ediyordu. Çit-çıt. Hanımefendi, rica ederim, kolunuzdaki sepette belki vardır
bir şeyler. Geldiğini gören kadın, merhaba ben Savaşçı Robot, insan ırkını yok
etmek üzere tasarlanan yapay zekalı bir robotum, dedi. Anlamadım, dedi Savaşçı.
Robot da nedir, ne oluyor, hangi zamandayım? Savaşçı Robot, kolundaki sepete
tek elini yavaşça daldırdı. Gülümsedi. Çantamda balistik füze parçaları var.
Bunlardan yapılan füze, kavisli bir yörünge çizerek önceden hesaplanan hedefin
üzerine düşer. Bir bölgeyi robot göndermeden haritadan silebilecek güçte. Yok
edeceğiz hepinizi. Gülümsedi. Savaşçı’nın kafası karışmıştı. Robot çok güzeldi.
Hanımefendi, sizi seviyorum. Duru bir güzelliğiniz var. Sizin için
savaşabilirim. Sizi bu bahçe sahibi mi rahatsız ediyor yoksa? Gülümsedi Savaşçı
Robot, elleri anlamsızca kımıldadı. Sen nasıl bir insansın, onlar gibi
değilsin. Savaşçı, ben, şimdi biraz kesik kesik görünse de, çelik vücutlu
atılgan Savaşçı’yım. Asırlardır iyileri, kötülerin elinden kurtarıyorum. Buraya
nasıl geldim, bilmiyorum. Siz de savaşçı olduğunuzu söylediniz hanımefendi.
Dilerseniz, birlikte savaşabiliriz.
Köpek sesleri yaklaşıyordu. İstemiyorum, dedi bu kahrolası
robot kurallarını. İstemiyorum Savaşçı. Ben de seni seviyorum. Savaşçı Robot sepeti
yere fırlattı. Birlikte kaçalım, dedi Savaşçı. Köpekler bizi parçalayacak.
Hangi zamandayız? Ses etmedi Savaşçı Robot, elini uzattı. Mekanik parmaklar
ısındı hemen. Gerçekten içtensin Savaşçı. Tamam. El ele kaçmaya başladılar.
Yeryüzünün tüm tuzakları onları bekliyordu. Koşarken çukurlara düşüyorlar, zehirli
kuyularda boğuluyorlardı. Birbirlerine tutundular, savaştılar. Burası neresi,
dedi Savaşçı yolculuğun sonuna geldiklerini sezip. Işıl ışıl binalar görmüştü. Başka
bir dünyaya benziyor. Ellerini yavaşça ayırmıştı robot. Burası bizim dünyamız.
Robotların gezegeni. İnsanlara işkence ettiğimiz, onları parçalayarak robot
besinine dönüştürdüğümüz yer. Bundan sonrası yok. Yaşlar süzüldü Savaşçı’nın
gözünden. Köpekler dibindeydi Savaşçı Robot’un. Onlar da robot. Seni buraya getirmek
zorundaydım, affet. Dev bir ekran belirdi: Gökteki yapay güneş kenara
kaldırıldı. Yapay kurbağalar canlanıp bir kutuya geçtiler, şarj oluyorlardı. Yapay
kuş sürüsü aynı noktaya geri döndü, robot böcekler kameralı gözleriyle
kaçıştılar.
Sen, dedi Savaşçı Robot, zehrimizden etkilenmedin. Sen insan
değilsin o hâlde. Robot kanununa göre insan değilsen yaşayabilirsin. Benimle
birlikte olmak istiyor musun? Savaşçı yumruklarını sıkmıştı, üşüyordu yapay
güneş gittiğinden beri. El ele verdiler. Savaşçı’nın midesine indirdiği robot
böcek pıt diye çıktı ağzından. Geğirdi. Yeni bir dünyaya gidiyorlardı.
Gülümsediler.
Metalik parmakları sıktıkça sıktı Savaşçı. Seni seviyorum,
dedi Savaşçı Robot’a. Boynuna atıldı çevik bir hareketle. Robotu yere devirdi.
Paramparça etti güzelliği. Devrelerini söktü yapay zekanın. Neden, dedi robot,
neden yaptın? Uzun saçlarla örülü peruğunu çıkardı Savaşçı. Dağılmış kafasına
geçirdi robotun. Aptal robot, dedi. Tek savaşçı benim dünyada. Ben Don Kişot
değilim. O da kim, ben hakiki şövalyelerle savaşırım. Tüm savaşlarımdan galip
ayrıldım. Yanık kafasında çeşitli devreler vardı, el ve ayak bileklerindeki
morluklara uzandı elleri. Bedenine yerleştirilmiş takip çiplerini söküp
çıkardı. Canı yandı. Tek tek robota monte etti bunları. Robotun saçlarını kendi
kafasına geçirdi. Güzeldi, güzel.
Savaşçı susadı, susadım, dedi ve dizleri üstüne çöktü kumluk
arazide. İleride zavallı yeni bir Savaşçı yapay tellerle, köpeklerle,
bahçelerle savaşmaya başlamıştı bile. Yeni Savaşçı, tok bir sesle, eleştirdi:
Ben Editör Savaşçı’yım. Bu öykü güzel değil Yazar Savaşçı. Ben Yazar Savaşçı
mıyım, diye sordu Savaşçı. Evet, dedi Editör Savaşçı. Hem yazdın hem oynadın.
Bu öykü berbat. Kopukluklar var, giriş etkisiz. Farklı iki atmosferi
birleştirmen hoş görünse de yetersiz duruyor. Öykü biraz da gerçeğe yaslanma
işidir. Öyle mi dedi, dedim Yazar
Savaşçı, öyle olmak zorunda mı? Elbette, elbette. Bu öykü neresinden tutarsan
tut yetersiz. Kılıçsı kalemiyle öyküyü parçaladı Editör Savaşçı. Bak, dedi,
bak, şimdi bir şeye benzedi. Artık yayımlanabilir.
EDİTÖR SAVAŞÇI
Editör Savaşçı’nın –metne sınırlı müdahaleyle
oluşturduğu- minimalist öykü/sü şuydu: Savaşçı, dünyaya düştü. (Tasvirlerle
dolu iki sayfa) Savaşçı su bulamadı. Ben, dedi boşluğa seslenip, Don Kişot
değilim. (Bu kısmı sevmişti anlaşılan) Bir genç kadın gördü çitli bahçenin
dışında. Heyecanlandı. Hanımefendi, dedi kadına yaklaşarak. Suyunuz var mı? Her
yiğit savaşçının biraz da olsa su içmesi gerekir. (Bu cümle gerçekten de
güzeldi) Kadın bir korkuluktan başkası değildi. Yine de tuttu ellerini Savaşçı.
Hanımefendi, sizi seviyorum. Duru bir güzelliğiniz var. Köpekler (bir anda
metne dalmışlardı) etrafını sarmıştı Savaşçı’nın. O ise Korkuluk Kadın’ı sıkıca
sarmıştı, sıkıca. Patlayan korkuluk, havaya saçılan samanlar, kaçışan
köpekler... (Üç noktasız olmaz) Savaşçı kan ter, ot saman içinde gülümsüyordu.
No comments:
Post a Comment