Kaçmıştım yıllar önce. Üstümdeki parlak gömleği, son model
arabamı, şehir merkezindeki konforlu evimi bırakmıştım. Yüzümü dikkatle
incelemiş, bu ben değilim, olamam, demiştim asansörden inerken. Beyaz bir atlet
kalmıştı beni örten, bir eşofman. Güvercin havalanmıştı zamanın içinde, gözleri
karanlıktı karanlık olmasına ama gece beyazdı. Gece, şehrin yapay ışıkları
sönmüş olmasına rağmen beyazdı. Aydınlıktı demek istemiyorum, bu bir renk de
değildi. Öyle, alelade beyazdı. Kara gözleriyle konmuştu omzuma, yüreği atıyor,
tüyleri süzülüyordu. Ondan yayılan sıcaklık içimi ısıttı. Asansörden ne zaman
indiğimi ve kuşun nerede yolculuğuma dahil olduğunu anımsamıyorum, zaten
hatıraların pek önemi yok. Önemli olsalardı evi ateşe verirdim giderken,
fotoğraf albümümdeki geçmiş zaman görüntülerini parçalardım. Kurbağa biblosunu,
soluk papatyaları, özellikle de binlerce lira verdiğim hâlde ucuz yollu duran Rembrandt tablosunu fırlatırdım apartman
boşluğuna. Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi
Dersi adlı bu tablonun bana uğursuzluk getireceğine emindim zaten. Doktoru
ve kadavrayı da sayarsak –ölüler adamdan sayılır mı- dokuz kişi vardı tabloda
ve kadavranın sol kolunu dikkatle yarıp öğrencilerine gösteren doktorun canımı
yaktığını düşünüyordum. O kadavra benim, demiştim sana Zeynep. Korkmuştun
benden. Annen, baban nerede, nasıl birisin sen yahu. Korkmuştun. Ben sana zarar
vermeyi aklımın ucundan geçirmezdim. Doktor Nicoales Tulp emretmişti. Git,
demişti, git ve onu getir kurtulmak istiyorsan, sol kolum acıyordu. Daha da
bastırmıştı doktor. Bakın talebelerim, demişti hepsi de birbirine benzeyen
adamlara. Kahkaha atmışlardı tek ağız. Kahkaha atmıştım. Doktor sıralamaya
başlamıştı. “Kadavra, tıp eğitiminde, görerek,
uygulayarak öğrenim amacıyla üzerinde çalışmalar yapılmak üzere hazırlanmış,
ölü insan ya da hayvan vücududur. Aşamalar şunlar talebelerim: Genel vücut
muayenesi yapılır. Açık yara, yeni veya kapanmamış ameliyat yeri olup olmadığı
gözden geçirilir. Varsa dezenfektan ile temizlenmeli ve vücut sıvılarının dışarıya
çıkışı, yeşil örtü ile sarılarak önlenmelidir. Kadavranın ağız, burun,
genitoanal bölgeleri temizlenir. Vücudu dezenfektan materyal ile silinerek
temizlenir. Kadavra, ceset torbası içerisine yerleştirilerek fermuarı
kapatılmalıdır. -18 C’de saklanması temin edilmelidir.”
Bilgilerin fazla teferruatlı olduğu konusunda ısrar ettim. Anlatılanları
herkes anlamalıydı. Doktor susmamı istedi, şapkasını biraz geriye kaydırdı,
gülümsedi. Sağ elindeki makasla, tıp dilinden pek anlamasam da, radius kemiğimdeki
kırık kısmı kavradığını ve kemiğime öğrencilerine göstermek maksatlı bir basınç
uyguladığını hissediyordum. Doktor tıbbi açıklamalara girişmek istedi tekrar,
susun, dedim, değerli doktor, sayenizde öyküyü kimse okumayacak, bu bir tıp
mecmuası değil, haklısın, dedi doktor, kahven soğudu hayatım, dedi Zeynep.
Haklısın, üstüne çok geldim. Herkesin gizli kalması gereken bir dünyası vardır,
teşekkür ettim hassasiyeti için. Kolum sızlıyordu. O kadar güzelsin ki, diye
bağırdım Zeynep’e. Sağ kolum kadar hem de. Sol kolumu sevmiyorum, acıyor. Yüzü
ekşidi Zeynep’in. Ağlamaya başladı. Kanat çırpma sesleri geldi omzumdaki kuştan.
Haydi, gidelim, der gibiydi. Soğuktu. Tuhaf bir bahar esintisi yapraklarla
doldurmuştu yolu. Omzumu gagalıyordu güvercinim. Öykünün sonuna dek orada bir
oyuk açılacağını, kanlar sızacağını oradan ve oraya odaklanmazsam ölümümün
ortalama bir oranda olacağını biliyordum ben. Biliyordum elbette.
Zeynep’in telefonlarda gizliden fısır fısır konuşmasını
duydum. Duyarım. Benden kaçmaz. Ağrısı sızısı çok olan insan tetikte olur her
daim. Başka bir canlıyı sevdiğini, o canlının kokusunun Zeynep’e sindiğini fark
eder etmez kabuğuma çekildim. Doktor gördü hüznümü, yalnızlığımı. Talebeleri
gördü. Baylar, dedi, değerli talebelerim, insan hüzünlü bir hayvandır. Beyaz
önlüklerini silktiler sakallı bıyıklı öğrenciler. Hak verdiler doktora,
durumumu bilimsel bir ciddiyetle takip edip notlar aldılar. Kapıyı çaldı
apartman görevlisi, açamadım, faturalar birikti anlaşılan, elektrik, su
kesintisi derken geride bir şey kalmadı. Zeynep yok oldu nedense. Kapıma şeffaf
bir poşet içinde gelen ekmek bırakılmaz oldu, kolum ağrıdı, yorgunluğum arttı.
Yorganın içine gömüldüm. Yavaş yavaş çürümeye başladım herhalde. Kokular ağırlaştı.
Kapıyı kıracak oldu bazı sesler. Kalkamadım yerimden. Zeynep belirdi bu çürüyüş
günlerinin birinde. Bak, ne getirdim Tayfun, bak ne var burada. İyi ki doğdun
sevgilim. Mutlu yıllar sana. Gözlerimi zorlukla açtım. Yorganı aldı üzerimden.
Gülümsedi. Bak “abra kadavra”. Birkaç aptal sihirbazlık gösterisi yaptı. Bir
anda bir yaş pasta çıkardı şapkadan. Doktorun şapkasıydı bu. Pasta çıkınca
talebeler atıldılar üzerime. Doktor sözü devraldı: Abra kadabra sözü aslında
Aramice. “Söylediğim gibi yaratacağım” manasına geliyor evlatlarım. Ben de size
birazdan son ve en büyük buluşumu göstereceğim. Kahkaha atıyor doktor. Abra
kadavra değil o diyorum Zeynep’e. Aslında çok basit hayatım, diyor, önemli olan
karşıdakinin dikkatini dağıtmak. Abra kadavra, diyor yine. Elinde ucuz kumaş
bir valizle apartman görevlisi giriyor odaya. Nefes alamıyorum. Hanımefendi,
diyor Mesut Efendi, istedikleriniz burada ama bence kefenin beyaz renkte pamuk
bezinden olması daha faziletlidir. Teşekkürler. Gidiyor Mesut Efendi. İyi adamdı,
diyor gözlerinden düşen sentetik yaşlarla, kurbağa biblosu kirleniyor.
Kaçmamalısın, diyor Zeynep. Kaçamazsın. Acı çekersin yoksa. Yorganı üstüme
fırlatıyor, gözümün feri sönmüş, bulanık her şey. Açıyor yorganı bir kez daha.
Bacakların, diyor, yok. Yok ettim onları. Ben harika bir sihirbazım. Güvercinim
omzumda hırıltılı bir uykuda. İstediklerim burada yok, ah Mesut Efendi ah, sana
ben gösteririm gününü. Seni bir güvercine çevireceğim. Aşağı atıyor aşağılık
valizi, atıyor kahkahasını ve kendisini aşağıya.
Polisler sen yaptın, diyor. Bacakları yok, saçmalama,
konuşamıyor, ceset bu. Ceset ve kadavra farkını doktordan öğrenmiştim, mağrurum
biraz. Kadını aşağı neden attın, neden. Tokatlıyorlar beni. Sol kolum koptu
kopacak. Doktor ve talebeleri kızgın. Buluşum beyler, diyor, düşmanlarımızın
eline geçti. Canımız tehlikede. Onu düşmana satan bu alçak kadavra. Sana ben
gösteririm gününü. Seni bir güvercine çevireceğim.
Havalanıyorum zamanın içinde, gözlerim karanlık karanlık
olmasına ama gece beyaz. Gece, şehrin yapay ışıkları sönmüş olmasına rağmen
beyaz. Aydınlık demek istemiyorum, bu bir renk de değil. Öyle, alelade beyaz.
Kara gözlerimle konuyorum omzuma,
yüreğim atıyor, tüylerim süzülüyor.
No comments:
Post a Comment