Film, oldukça uzun ama gerek görselliği,
gerekse derin boyuttaki iletileri ile seyredenleri çekiyor. Terrence Malick’in,
basit bir öyküden neler çıkardığını görmeniz gerek. Doğanın tadı, anın hazzı...
Yaprakların ağaçla bütünleşen yapısı. Zamanın akışında yitirilen anların hakiki
lezzeti...
HAYAT AĞACI
Bazı yönetmenler, sinemanın zaten ulaştığı noktada çağın
koşullarını en iyi biçimde yerine getirerek dönemin ruhunu yakalayan harika
filmler çekerek ‘iyi yönetmen' olurlar. Bazı yönetmenler ise sinemanın hali
hazırda ulaştığı hedefin son nokta olmadığını düşünüp yeri gelince bu düşünceyi
kanıtlayarak ‘unutulmaz yönetmen' olurlar. Terrence Malick, Kanlı Toprak
(Badlands), Days of Heaven, İnce Kırmızı Hat (The Thin Red Line) ve Yeni Dünya:
Amerika'nın Keşfi (The New World) gibi hepsi ayrı ayrı şaheser olarak addedilebilecek
başyapıtlardan sonra, bu kez sinemanın çehresini değiştirme parolasıyla bir kez
daha karşımıza geliyor. Hayat Ağacı (The Tree of Life), genel tavrıyla yılın
belki de en sansasyonel filmi...
Film ortalama bir Amerikan ailesinin yas hikayesinden yola
çıkarak, ailevi ilişkiler, otorite, inanç, aşk gibi kavramlar başta olmak üzere
neredeyse insana dair her şeyi geniş bir pencereden sorguluyor. Malick'in üç
erkek çocuk, bir baba ve bir anneden oluşan tipik banliyö ailesi, insanoğlunun
zaman ötesi yolculuğundaki küçücük bir noktadan fazlası değil aslında. Malick,
ani zaman atlamalarıyla, dününü, bugününü ve yarınını çok yenilikçi bir
kurguyla seyrettiğimiz ailenin üzerinden insanı, dünyayı, evrimi ve Tanrı'yı
agnostik bir bakış açısıyla karşı karşıya getiriyor ve hazmı son derece zor bir
başyapıtla sinema evreninde yeni boyut kapılarını zorluyor.
Hayat Ağacı (The Tree of Life)'ndan anahtar kelimelerle
bahsetmek gerekseydi, şühpesiz aklımıza gelen ilk sıfat "deneysel"
olurdu. Malick'in altı saati aşkın çekimlerden yalnızca 140 dakikalık bir film
çıkarmış olması aslında bu deneyselliği destekler nitelikte. Müthiş bir doğa
gözlemi, benzersiz bir hayal gücüyle kotarılmış metaforik sahneler, büyük
patlamanın sinemada çizilmiş en etkileyici tablosu, evrim denilen doğa
kanununun canlılık üzerindeki egemen etkisi, bir çocuğun başka bir çocuğu
kıskanmasının beyazperdedeki en gerçekçi ve çarpıcı yansıması, otoritenin ve
sevginin aralarındaki çelişkiye rağmen birlikte yaşamayı öğrenmesi ve daha
nicesi yalnızca tek bir filmin içerisinde. Malick'in yaşama bu kadar geniş bir
pencereden yaklaşması, elbetteki film üzerine yazı yazmayı oldukça zor bir hale
getiriyor.
Filmin biçem olarak İnce Kırmızı Hat'tı andırdığı
söylenebilir. Zira Malick'in, karakterlerin psikolojik dünyalarına yaklaşımı,
tıpkı o filmdeki gibi derin. Bu da karşımıza son derece derinlikli ve
"gerçek" karakterler çıkarıyor. Malick filmin ana iskeletini
oluşturan karakterlerini bir güzel tanıttıktan sonra ani bir sapmayla sinema
seyircisinin alışkanlıklarına meydan okuyor. Çizgisel bir yaklaşımdan tamamen
uzakta seyreden yönetmen, hayat yolculuğuna çok geniş bir perspektiften
yaklaşırken hem iddialı hem de tarafsız olmayı başarıyor. İnanç dünyasını işin
içine katarak provokatif bir tavır takınacakmış gibi görünürken bir anda Tanrı
kavramını sorgulamaya başlıyor örneğin. Filmin her anında bir ‘pro', bir de
‘contra' var. Anne ve babanın, çocukların kişilikleri üzerindeki tamamen zıt
etkileri bile yönetmenin bu tartıştırıcı yaklaşımını doğrular nitelikte.
Filmin psikolojik altyapısından layığıyla bahsedebilmek için
bir el kitabı hazırlamak gerek. O nedenle genel bir fikir vermek açısından
filmin teknik yetkinliğine değinmek daha yerinde. Günümüzün zannımca en iyi
görüntü yönetmeni olan Emmanuel Lubezki ile çalışan Malick, görüntü
yönetmenliği konusunda sinemanın gördüğü zirvelerden birini sunuyor Hayat
Ağacı'nda. Yazılmış her plan, filmin içerisindeki her kare, ayrı ayrı
incelenebilecek düzeyde başarılı. Filmin dağınık gözüken ancak dakikalar
geçtikçe aslında ne kadar düzenli olduğu anlaşılan kurgusu ise, zaten genel
tavrı itibariyle çok özgün olan filme çok şey katıyor. Alexandre Desplat'ın
filme ruh katan müziklerinin yanında, büyük besteci Bedrich Smetana'nın filmin
fragmanında da çalan Die Moldau'su, filmin duygusunu kelimelerle erişilemeyecek
bir noktaya taşıyor.
Filmin başrolünde bulunan çocuk oyuncu Hunter McCracken ise
ayrı bir başlıkta incelenmeyi hak ediyor. Zira filmde kesinlikle rol yaparmış
gibi görünmüyor. O yaşta bir çocuğun, belki de kelimelerle, cümlelerle tam
olarak anlatılamayacak ve algılanamayacak bir rolü böyle bir başarıyla oynaması
ancak üstün bir oyunculuk yeteneği ve Malick'in dehasıyla açıklanabilir.
Psikolojik olarak sinema tarihinin gördüğü en derinlikli yazılmış çocuk
karakterlerden biri olan Jack karakterini, rolün hiçbir detayına zarar vermeden
yansıtıyor Hunter McCracken.
Terrence Malick'in, Hayat Ağacı çok fazla tartışılacak ve
iki saf oluşturacak olsa da şahsen ben filmi şimdiden Stanley Kubrick'in 2001:
Uzay Macerası (2001 : A Space Odyssey) filminin yanına koydum. Zira tıpkı bilim
gibi, sinema da deneyle ileri gidiyor ve esrarengiz yönetmen Malick kesinlikle
sinemayı bir adım daha öteye götürme hevesinde.
Hayat Ağacı, bugüne kadar izlediğiniz hiçbir filme
benzemiyor. Terrence Malick derin bir felsefeyle ve üstün bir sinemayla hayat
ağacına tırmanıyor ve biz sinemaseverlere bu hamleyi şaşkın bir biçimde
seyretmek kalıyor. İleride 2000'ler denilince akla gelen ilk filmlerden biri
olacağını düşündüğüm Hayat Ağacı (The Tree of Life), bambaşka bir sinema
deneyimi ve dört başı mamur, eksiksiz bir başyapıt.
No comments:
Post a Comment