March 28, 2020

DEDE LEKELERİ

Yeşilliklerimiz ve yemişleri vardır beldemizde, türünü cinsini bilmediğimiz gök kuşları bunların dallarına tünerler, gagalarındaki beneklerle döverler yemişleri, sopalarla kovalarız onları, sırıklarla vuruveririz tepelerine. Dünyanın en güzel yemişleri bizimkilerdir, ısırdınız mı bir kere etli etlidir, bal akar kenarından, yere pıt eden bala üşüşür sinekler, akrepler ve kara yaratıkları. Tertemizdir yeşilliklerimiz, doyurucu ve yaşatıcı; gök kuşları dallarına saldırır her gün, her gün, sopa, kovala, et, bal, pıt, yara, tık, her gün böyle devam eder.

Kendinden uzun sırığıyla nöbet sırası Refik’te. Boyu kısa onun, aklı kısa, ömrü de. Gitti, gelecek. Yeşilliklere yürüyüş mesafesi neredeyse altı bin adım. Saymaz olaydık. Gidene dek bin bir türlü karanlık, çığlık, huzur bozan ses. Gidenin gitmesi tamam da dönen aynı olmuyor. Dönen yeni birine dönüyor aslında, hafızasını yitiriyor, sırtındaki küfeye doldurduğu yemişleri ağzında çiğniyor, bal akıyor kıyafetinin üstünden dizine, oradan da lastik ayakkabılarına, ayakkabıları kara yaratıklarıyla bezeniyor. Bir titremedir alıyor döneni, beldemizi çevreleyen çitlerin berisinde bekliyoruz o günün nöbetçisini, içimizde gidenin dönünce aynı olmamasının ağırlığı kımıldıyor, geliyor Refik. Ağzında hafif açıklık, gözleri kapalı, uygun adım ilerliyor, çürük dişleri ışıldıyor. Altı adım kaldı ve durdu. Küfesinden taşan yemişlerin balı yerlere sızıyor, yok kara yaratıkları, aklımız karışıyor, yok hiçbiri, gözlerini açmıyor Refik, başı titriyor, çit kenarında yün eğiren analar, yemiş kemiren bebeler, filizlenmiş göğüslerini gizlemeye gayret eden kızlar, bastonuna abanan dedeler, elleri bileklerinden kıvrılarak titreyen ‘dönen’ler var. Her bir şeye havlayan köpeklerimiz sessiz bu kez. Bu işte bir tuhaflık var. Derken tam tepesinde Refik’in, gök yaratıklarının da üzerinde bir ışık beliriyor, kızıllaşıyor gök, hepimizi, beldemizi bir üşümedir alıyor, bir sayıklamadır, kötü olayların arifesindeki huzursuzluktur alıyor. Çitlerin paslı teline bastırıyoruz gövdelerimizi, taze kan kokusu yayıldıkça yayılıyor. Çeşit çeşit gök kuşunun gölgesi seçiliyor uzaklarda. Yün yerine tel eğiriyor analar, parmakları diken diken allanıyor; tel kemiren bebelerin dişsiz damakları yanıyor; filizlerini tellerle büyüten kızlar arsızlaşıp iç çekiyor; bastonlarını telde dilimliyor dedeler ve yere çakılıyor, dönenlerimiz hızlıca evlerine kaçıyor, çıkmıyor dışarı o günden sonra, çıkmıyor.

Yere düştüğünü görenler olmuş Refik’in. Küfenin de kafasına yapıştığını, ne ettilerse kafasını çevreleyen küfeyi kaldıramadıklarını, bunu yapacak kudrette olmadıklarını söylemişler sağa sola. Gelin görün ki dedeler, kızlar, analar, bebeler, köpekler görmemiş yaşananı, gözümüz kör oldu da görmedik, bir musibet musallat oldu da aklımızı yitirdik sanki demiş aklı erenler. Güya Refik’in gövdesi akan ballarla tutkallanmış yere, koparamayınca ağlamışlar yerdeki karşısında, geceye dönmüş gün, her biri ellerinde birer mum yakarak ve aleviyle birlikte titreyerek Refik’in başında sabahlamış. Gecenin miskin edici koynunda kapanmış gözleri elbette, kötü rüyalar görmüş ve birbirine sarılarak bu kıyamet haberinin sona ermesi arzularını sayıklamışlar. Sabah kendine gelen ilk kişi haykırmış, Refik yok, yok, haydi o yok, tamam, tamam ama küfe de yok, küfe olmasa da olur, ya yemişler, ballar, yemişlerimiz de gitmiş. Eyvah, ne yiyeceğiz, eyvah. Üstünü başını paralayan kişi, yerde dönüp duran, sızlayan, toza kire bulanan, mağlup kişi. Mahmur gözlerden akan yaşlar, içlerinde gidenin dönünce olmamasının baş döndüren açlığı kımıldamış.

Bizi inandırmaya çalışıyor bu Refik’i gören ekip. Yaşını başını almış, saçı sakalı ağırmış tipler. Tuh, Allah’ın cezaları. Yok sabaha kadar gözlerini kırpmamışlar da Refik yok olmuş, gitmiş, küfe ve yemişler, ballar buharlaşmış. Bu ekibin bizlerle, aç bünyelerimizle alay etmesi onurumuza dokunuyor. Günün nöbetçisi bu ekibin tümü olsun diyoruz, yanaklarımıza yaklaşan koca ağızlarımızın kıyısında sinsi bir tebessüm. Çıkıyorlar yola, çıkmak zorundalar. Hem daha çok yemiş gelecek bu kez hem de herhalde içlerinden biri olsun yalan söylemez. İlerliyorlar, kara kıyafetlere büründüler, ufuk çizgisinde altı lekeye dönüşüyor, yitiyorlar. Açız, yaralıyız, bu felaketin uzun süreceğini hissediyoruz içten içe, söyleyemesek de. Bebelerimiz dilsiz kesiliyor, hareket etmiyor, ağlamıyor. Analarımız şişmiş el bileklerindeki tel örgüleri ısrarla eğiriyor, boş gözlerle sopaya biriken telleri toprağa saplıyorlar. Kafalarını yana yatıran kızlarımız hep aynı noktaya, Refik’in en son görüldüğü yere bakıp kanayan göğüslerini yumrukluyorlar. Hepimiz sakiniz, yerde dede lekeleri, dönecekleri bekliyoruz.

Evine saklananlar çıkmıyor. Kapılarını kırıp içeri giriyoruz. Birden, aniden, ansızın. Yoklar, yoklar, izleri dahi yok, belki hiç yaşamadılar. Kötü ganimet hiç yoktan yeğdir, diyor büyüklerimiz; evleri talan ediyoruz, yemiş konserveleri, yemişten yapılma ilaçlar, şifalı sular boca ediliyor midelere, her evde bir ziyafet, bebeler, analar, kızlar, köpekler ve diğerleri kahkahalarla, gök ve yer yaratıklarının içinde doyuruyor karınlarını. Şişiyor mideler, öyle bir şişiyor ki, hazmedemiyor tabii ve öğürenler, kusanlar, kusup küsüp bir köşeye kaçanlar oluyor. Dede lekelerini çiğneyenler ve çiğnedikçe titreyenler de görülüyor.

Altı leke beldeye geldiklerinde yanaklarına yaklaşan koca ağızlarının kıyısında sinsi bir tebessüm beliriyor. Hepimize yetecek kadar yemiş var, diyor en güzeli. Öyle, diyor en çirkini. Gözleri diğer dördünü süzüyor, ötekilerde korku. Dudaklarda bal, lastik ayakkabılarda kara yaratıkları. Sakinleştirici, huzur veren bir ses, çıtır çıtır eziyor dede lekelerini. Kara yaratıklarının tümü bu lekelere üşüşüyor. Refik nerede, diyor en güzeli. Refik kim, diyor en çirkini. Elleri bileklerinden kıvrılarak titriyor tümünün. Kuruyor dudakları, yutkunamıyorlar, sönüyor ciğerleri, üşüme, sayıklama, huzursuzluk. Kafalarını yana yatıran altı leke hep aynı noktaya, Refik’in en son görüldüğü yere bakıyorlar ve geliyor Refik. Ağzında hafif açıklık, gözleri kapalı, uygun adım ilerliyor, çürük dişleri ışıldıyor. Altı adım kalıyor, duruyor, soruyor: Refik kim?

İçimizden gidenin olmaması.

Tertemiz yeşilliklerimizin -doyurucu ve yaşatıcı- olmaması; gök kuşlarının ölü dal boşluklarına saldırması hâlâ, hâlâ, sopa, kovala, et, bal, pıt, yara, yok, ar, tık, böyle devam etmesi. Hâlâ.





No comments:

Post a Comment