October 27, 2015

AYSEL NI NI NI


Aysel’in küçük kafasının yanında yöresinde pembe çiller vardı, saçlarının arasında ve soluk parmaklarında da. Saçları çürümüş mısır püskülü misali uzanıyor, eğri boynunu gölgeliyordu. Yürürken sırtına kitaplarla yüklü ağır çantasını muhakkak takar, kimseyle konuşmadan okula gelip giderdi. Sınavlarda yüksek not aldığı için onu kıskanıyorduk hepimiz. O zamanlarda cep telefonları yeni yeni yaygınlaşıyordu, Aysel aramızdan geçtiği zaman ‘Aycell, nı nı nı’ diyor, gülüyorduk, Aysel ona yaptığımız şakayı anlıyor muydu bilmem, ona ‘Aysel’ de desek ‘Aycell’ de desek neticede aynı şekilde telaffuz ediyorduk. Bu durumun önemini fark eden Azman Onur, ismi ‘Aysieyyll” olarak sündürmüş, Batılılaştırmış ve keyfimizi yerine getirmişti, hep birlikte sesleniyorduk: ‘Aysieyyll, nı nı nı’ Aysel’in bizi işittiğinden emindik, bakmıyor, ayağını yere sürüye sürüye koridordan geçiyor, bakmıyor, eğri büğrü geçiyor, bakmıyor, belki gizliden üzülüyor, aramızdan marazlı bir kuğu gibi süzülüyordu.

Ben de gençtim elbette, acımasız ve öfkeliydim. Yine de içimde bir yerde Aysel’e karşı tuhaf bir ilgi uyanmıştı, ne yapar, ne ederdi Aysel, nereye giderdi, bunları öğrenmem gerekiyordu. Sıradan bir okul gününün ardından artık klasikleşmiş ‘Aysieyyll’ faslını tamamlamış, gürbüz yanaklarımızda kanlı canlı, sağlıklı şişkinliklerle-kahkahalarla, evlerimize doğru dağılmıştık. Aysel’i takip edecektim. Gerçekleri öğrenmem gerekiyordu, ben galiba, yok yok, eminim, Aysel’i takip edecek, tuhaf bir şekilde, sevecektim. 

Takip esnasında iyice emin olmuştum: Aysel’e âşıktım.

Aysel, ayaklarını sürterek, ağır aksak ilerliyordu kırık kaldırımda. Sırtındaki çantanın ağırlığıyla bedeninin duruşu bozulmuş, saç püskülleri çantanın fermuarına sıkışmıştı. Canı yanıyor mu acaba, diye düşünüyordum. Acaba, fark ediyor mu, acaba, herhangi bir şeye karşı bir tepki veriyor mu, diyordum, acaba, birini sevdi mi, sevebilir mi ya da? İçimden seslenmek geliyordu: ‘Aysel’ İçimden seslenmek geliyordu: ‘Aycell’ hayır ‘Aysieyyll’ hayır ben böyle gaddar, alaycı biri değildim, onu seviyordum, içimdeki sesime aşk kattım, içimden yine seslenmek, bu sefer daha uzun, geliyordu: ‘Aysel, sana aşığım, Aysel, bana bak, sen beni sevebilir misin, Aysel, elini tutabilir miyim ben de, bak diğer arkadaşlarımın çıktığı kızlar var. Benimle çıkar mısın? Nereye istersen oraya çıkarız. Çok da komiğimdir, güldürürüm Aysel. Hem sen neden öyle hastalıklı gibisin, neden marazlı bir kuğusun, ben neden sana aşığım, Aysel baş başa da kalırız değil mi, hayır, evlenmeden olmaz Aysel, ben namuslu bir erkeğim, seni seviyorum ama dur…” İç seslenişim bitmeden Aysel’in yanına iri cüsseli bir erkeğin yanaştığını fark ettim, devasa elleriyle Aysel’in fermuara sıkışan saçlarını öte yana savurdu ve eğri boynuna elini attı Onur. Evet, bu bizim Azman Onur’du. İçimden Onur’a seslenmek geliyordu: Onur, demek sen benim sevgilimi elimden alırsın ha, demek onunla her gün alay eder ve yine onu seversin, demek istiyordum, sen benim aşkımı nasıl ayartırsın, hem ben de, ben de alay ettim onunla, en az senin kadar ettim, demek istiyordum, senden bin kat fazla alay ettim, sen gidince Onur, ben Aysel’in çantasından çıkan ölü kuşu da anlatmıştım arkadaşlara. Bakın, demiştim, bu ‘Aysieyyll’ bir katil, her gün çantasında ölü bir kuş taşıyor, abartmıştım Onur, demek istiyordum, hatta arkadaşlar çantanın içi ölü hayvanlarla dolu, abartmıştım Onur, çantanın içini nah şu gözlerimle gördüm, ölü insan parçalarıyla dolu, abartmıştım Onur, demek istiyordum, Ali neden gelmiyor okula arkadaşlar, neden, demiştim, çünkü öldü, hatırlayın, nerede öldü, belirsiz, bunu da Aysel yaptı, abartmıştım ve efelenen, güçlü bir horoz gibi kabarmıştım Onur, da demek istiyordum.
Onur’un hain elleri boynundaydı, çillerinin üzerindeydi, Aysel’in, ilerliyorlardı yolda. Öfkem artıyordu: ‘Aptal Azman, senden nefret ediyorum, her zaman tüm kızları sen kaptın, her ortamda senin sözün geçti, bırak sevgilimi bırak.’ Bazen içim dışıma karışır, kontrol edemem söylediklerimi. Gözlerimi kapayarak, yumruklarımı sıkarak, dişlerimi kenetleyerek savurmuştum sözcükleri ve bu kez galiba sesli söylemiştim. Yanımda bir uğultu duydum, gözlerimi açmadım, sırtımda bir el, gözlerimi açmadım, tuhaf bir yalnızlık hissettim ve bu sokakta, bu ülkede, âlemde bir başıma, ölümlü bir varlık olduğumu hatırladım, gözlerimi açmadım, yüzümde kanın hızla hücum ettiği sert bir tokat belirdi, zonkladı yanaklarım, gözlerimi açmadım, boynumda bir eğrilik oluştu o an, saçlarımın uzadığını ve bacaklarımın dengesini yitirdiğini de anlıyordum, gözlerimi açmıyor, hiçbir yere kaçmıyor, açmıyor, kaçmıyor, uçmuyordum. Marazlı bir kuğu nasıl uçarsa, nasıl uçmazsa, kuğu uçar mı, kanatlarını gere gere, nasıl açarsa, kanadı varsa ve buna kanıtı varsa işte öyle, oracıkta, sadece duruyordum.

Tekrar okuldayız. Alay ediyoruz Aysel’le. ‘Aysieyyll’ diyoruz da başka bir şey demiyor, çın çın ötüyoruz. Ama ben bazı şeylerin bedelini öteceğim Aysel’e ve Azman’a. Öfkem artıyor. Cebimde parıldayan yaldızlı oyuncak bıçağı çıkarıyorum. ‘Adam mısınız ulan siz,’ diyorum ‘siz de erkeklik mi var?’ Bir sessizlik oluyor o an, ‘neden alay ediyorsunuz bu kızla,’ sessizlik artıyor, ‘neden küçümsüyorsunuz, size diyorum, özellikle de sana Azman.’ Adını duyunca irkiliyor Azman, burnu şişiyor, büyük ihtimalle gazaba geliyor, yumruklarını sıkıyor ve çıt çıt sesler geliyor eklemlerinden, yutkunuyorum, sürdürmeliyim konuşmamı, ‘Azman, sen başka ne bilirsin, alaydan başka ne bilirsin?’ Beni öldürecek Azman, diğerleri de öyle, sıra ya da sürü dayağından geçirecekler, bir çaresi olmalı, bir yolu… Ansızın haykırıyorum: ‘Gırtlak kanseriyim ben, bir haftalık ömrüm kaldı.” Bayılmam da gerek, bayılıyorum. Etrafımı sarıyorlar, kirpiklerimin karanlığından görüyorum, korku dolu ve merhamete bulanmış yüzler, hilem işe yaradı. Azman’ı takip ediyorum en çok, bir sağa bir sola ve Aysel’e bakıyor ve daha yeni yeni çözülen yumruklarını ovuşturuyor, başımı dizlerine dayamış, bana ve acıma ve oyuncak bıçağıma bakıyor, Aysel’i takip ediyorum biraz da, bana ve yalnızca bana ve acıma bakıyor. Başardım.

1. Sesin kısık çıksın.
2. İnatçı öksürüğün olsun.
3. Kilo vermelisin.
4. Yutkunurken zorlan.

Evdeki sağlık ansiklopedisinde gırtlak kanserine dair bulduğum belirtiler yukarıdaki gibi. Herkesi kandıracağım, ben kanser oldum, öhö, nefes alamıyorum, öhö, yutkunamıyorum, boğazımda bir yumru var, sanki kilo mu verdim ne, yüzüm kireç gibi, öhö öhö, yine öhö, halsizim, Aysel nerede, neden ben Allah’ım, neden, diyeceğim herkese. İçimden kahkahalar, salyalı kahkahalar, sahtekâr kahkahalar atacağım ve çatlayacağım gülmekten.

Dersteyiz, vakit hızla geçiyor, duymuşlar kanser olduğumu, meraklı ve acır gözlerle beni süzüyorlar, üzerimde hakikaten bir hastalık psikolojisi oluşuyor, yorgun düşüyorum. Aysel’i arıyor gözlerim, ortada yok, Aysel nerede, diyemeden kesiliyor soluğum, Azman’ın gölgesi üzerimde, insanlar, yalan söylediğim insanlar beni kurtarmaya, o an içime doğan, belki yoktan var olan hastalığımı dindirmeye çalışıyorlar. Hastanedeyiz, doktor şefkatli bir azar çekiyor: ‘Bu zamana kadar neredeydin, evladım, neden gelmedin, evladım, kanser olduğunu bilmiyor muydun, bu boğazının durumu nedir, vah vah, evladım, daha çok gençsin, avanak evladım.’ Hayat tuhaf, nasıl oluyor da uydurduğum şey böylesi bir hakikate dönüşüyor, anlamıyorum. ‘Son günlerini iyi geçir, evladım, güzelim, evladım.’ Ruhumda derin bir sızı, tuhaf bir yalnızlık doğuyor. Yalnızım, yoksun Aysel, yalnızım, ölüyorum, öhö, yalnız, öhö, ım.

Dersteyiz, vakit hızla geçiyor, duymuşlar kanser olduğumu, meraklı ve acır gözlerle beni süzüyorlar, bu kez gerçekten hastayım, bu kez gerçekten, ölesiye hastayım. Hastaneye kaldırıyorlar. Ölüyorum Aysel, Aysieyyll nı nı nı. Ölmek üzereyim Aysel, neredesin? O da nesi, Aysel sesimi duymuş geliyor. Bu kez alımlı, can yakıcı ve gülümseyerek geliyor, eğri boynu düzelmiş, çürümüş mısır püskülü saçları ışıl ışıl olmuş, değişmiş, canlanmış geliyor. ‘Nasılsın Hasan, dur dur, bakayım, Hasiayynn, ha hah ha’ Demek ki adım Hasan, demek ki baştan beri böyle. ‘Hasiaynn’ diyor Aysel ve adımı sündüre sündüre varıyor yanı başıma. Öksürüyorum, kanserim, gırtlağım koptu kopacak. ‘Marazlı bir kuğu gibiydin, öhö, Aysel, ne oldu?’ Duymuyor, anlamıyor, çürümüş mısır püskülü saçlarımdan bir tutam yoluyor, kahkaha atıyor, avazım çıktığı kadar bağıracağım ama sesim çıkmıyor, gözlerim kararıyor. ‘Hasiayynn’ Susmuyor, sündürülmüş adımı tekrarlıyor durmadan. ‘Seni, öhö, ço, çok seviyorum Aysel,’ diyorum ‘senin için, öhö, senin aşkınla kanser oldum.’ İçeri bir hışımla dalan Azman Onur Aysel’i devirip beni oracıkta kucaklıyor. ‘Ölme sevgilim, ölme hayatım,’ diyor, dökülen saçlarımı avuç içinde sıkıyor, ‘hayatım, ölme,’ haykırıyor. Sesim çıkmıyor artık, her şeyi kabulleniyorum. İçimden Onur’a seslenmek geliyor: ‘Ben de seni seviyorum, seni seviyorum Onur. Azmanım. Sana isim de buldum: Azmaynn. Hatta sloganımız da olsun: Her zaman Azmaynn. Hah ha ha.’ Ölüyorum. Aysel ötede ağlıyor, ağlama Aysel, seni de seviyorum, Aysel ağlıyor ve okuldaki Aysel’le alay etme ekibimiz hastane odasına doluşuyor. ‘Aysieyyll nı nı nı’ diyorlar, Aysel ortalarında ve ağlıyor, teni, sesi, görünümü eski, kırık dökük şeklini alıyor, ağlıyor, yapmayın, diyor, hastayım, diyor, siz de hiç utanma yok mu, diyor. Sesim çıkmıyor, bedenimi sıkıca saran Azman’ın güvenli kollarında huzurluyum, durun, yapmayın, demek istesem de sesim çıkmıyor, Azman biraz daha sıkıyor, biraz daha, epey, bastırıyor. Ölüyorum, Aysel de ölüyor, görüyorum, zalimler topluluğu acımasızca gülüşüyorlar, çılgın kuğular olup bağrışıyorlar, martı mı yoksa, sanki Aysel’i lime lime ediyorlar, Azman beni boğuyor ve benden yeni bir Aysel doğuyor, daha yeni, daha güzel, daha iyi ve ölen Aysel’den de, görüyorum, yeni bir Hasan doğuyor, olan oluyor, oluyor, yan yana geliyoruz Aysel’le ve Azman’ı tazecik, yeni doğmuş ellerimizle boğuyoruz, kı kı kı sesleri geliyor boğazından, ağzından kırmızı bal, şerbet, reçel dökülüyor, ciğerleri sökülüyor, hâlâ gülüyor, ikinizi de sevdim, diyor, ikinizi de, can veriyor, odadakiler de bir bir yere seriliyor, marazlı kuğular gibi, solmuş etsiz yapraklar gibi yığılıp kalıyorlar.


Sonra Aysel boğazıma dokunuyor, sonra Aysel’in çilli boğazına dokunuyorum. Kanser yok, sıhhat var. Birbirimizi seviyoruz, kanser yok. Neşeleniyoruz, kanser yok, yok, yok, bağırıyoruz, bağırıyoruz, bağıramıyoruz, sesimiz kısılıyor, boğazımızda yumrular oluşuyor, gözlerimizde yaş. Fısıldaşıyoruz, kanser yok, kansieyyrr var, ha hah ha. Sırtıma Aysel’in ağır çantasını geçiriyorum, içinde ne, öhö, var Aysel, diyorum, somurtuyor, bir şeyi de sormazsan, öhö, olmaz, diyor, gülümsüyor, canice gülümsüyor ve elinde birden parlayan yaldızlı bıçağı bana gösteriyor, gülümsüyor, sinsice ve bir kez daha öksürüyor. Bu kez nağmeli: Öhiöüüü

No comments:

Post a Comment