Aysel’in küçük kafasının yanında yöresinde pembe çiller
vardı, saçlarının arasında ve soluk parmaklarında da. Saçları çürümüş mısır
püskülü misali uzanıyor, eğri boynunu gölgeliyordu. Yürürken sırtına kitaplarla
yüklü ağır çantasını muhakkak takar, kimseyle konuşmadan okula gelip giderdi.
Sınavlarda yüksek not aldığı için onu kıskanıyorduk hepimiz. O zamanlarda cep
telefonları yeni yeni yaygınlaşıyordu, Aysel aramızdan geçtiği zaman ‘Aycell, nı nı nı’ diyor, gülüyorduk,
Aysel ona yaptığımız şakayı anlıyor muydu bilmem, ona ‘Aysel’ de desek ‘Aycell’
de desek neticede aynı şekilde telaffuz ediyorduk. Bu durumun önemini fark eden
Azman Onur, ismi ‘Aysieyyll” olarak sündürmüş, Batılılaştırmış ve keyfimizi
yerine getirmişti, hep birlikte sesleniyorduk: ‘Aysieyyll, nı nı nı’ Aysel’in
bizi işittiğinden emindik, bakmıyor, ayağını yere sürüye sürüye koridordan
geçiyor, bakmıyor, eğri büğrü geçiyor, bakmıyor, belki gizliden üzülüyor,
aramızdan marazlı bir kuğu gibi süzülüyordu.
Ben de gençtim elbette, acımasız ve öfkeliydim. Yine de
içimde bir yerde Aysel’e karşı tuhaf bir ilgi uyanmıştı, ne yapar, ne ederdi
Aysel, nereye giderdi, bunları öğrenmem gerekiyordu. Sıradan bir okul gününün
ardından artık klasikleşmiş ‘Aysieyyll’ faslını tamamlamış, gürbüz
yanaklarımızda kanlı canlı, sağlıklı şişkinliklerle-kahkahalarla, evlerimize
doğru dağılmıştık. Aysel’i takip edecektim. Gerçekleri öğrenmem gerekiyordu,
ben galiba, yok yok, eminim, Aysel’i takip edecek, tuhaf bir şekilde,
sevecektim.
Takip esnasında iyice emin olmuştum: Aysel’e âşıktım.
Aysel, ayaklarını sürterek, ağır aksak ilerliyordu kırık
kaldırımda. Sırtındaki çantanın ağırlığıyla bedeninin duruşu bozulmuş, saç
püskülleri çantanın fermuarına sıkışmıştı. Canı yanıyor mu acaba, diye
düşünüyordum. Acaba, fark ediyor mu, acaba, herhangi bir şeye karşı bir tepki
veriyor mu, diyordum, acaba, birini sevdi mi, sevebilir mi ya da? İçimden
seslenmek geliyordu: ‘Aysel’ İçimden seslenmek geliyordu: ‘Aycell’ hayır
‘Aysieyyll’ hayır ben böyle gaddar, alaycı biri değildim, onu seviyordum,
içimdeki sesime aşk kattım, içimden yine seslenmek, bu sefer daha uzun,
geliyordu: ‘Aysel, sana aşığım, Aysel, bana bak, sen beni sevebilir misin,
Aysel, elini tutabilir miyim ben de, bak diğer arkadaşlarımın çıktığı kızlar var.
Benimle çıkar mısın? Nereye istersen oraya çıkarız. Çok da komiğimdir,
güldürürüm Aysel. Hem sen neden öyle hastalıklı gibisin, neden marazlı bir
kuğusun, ben neden sana aşığım, Aysel baş başa da kalırız değil mi, hayır,
evlenmeden olmaz Aysel, ben namuslu bir erkeğim, seni seviyorum ama dur…” İç
seslenişim bitmeden Aysel’in yanına iri cüsseli bir erkeğin yanaştığını fark
ettim, devasa elleriyle Aysel’in fermuara sıkışan saçlarını öte yana savurdu ve
eğri boynuna elini attı Onur. Evet, bu bizim Azman Onur’du. İçimden Onur’a
seslenmek geliyordu: Onur, demek sen benim sevgilimi elimden alırsın ha, demek
onunla her gün alay eder ve yine onu seversin, demek istiyordum, sen benim
aşkımı nasıl ayartırsın, hem ben de, ben de alay ettim onunla, en az senin kadar
ettim, demek istiyordum, senden bin kat fazla alay ettim, sen gidince Onur, ben
Aysel’in çantasından çıkan ölü kuşu da anlatmıştım arkadaşlara. Bakın,
demiştim, bu ‘Aysieyyll’ bir katil, her gün çantasında ölü bir kuş taşıyor,
abartmıştım Onur, demek istiyordum, hatta arkadaşlar çantanın içi ölü
hayvanlarla dolu, abartmıştım Onur, çantanın içini nah şu gözlerimle gördüm,
ölü insan parçalarıyla dolu, abartmıştım Onur, demek istiyordum, Ali neden
gelmiyor okula arkadaşlar, neden, demiştim, çünkü öldü, hatırlayın, nerede
öldü, belirsiz, bunu da Aysel yaptı, abartmıştım ve efelenen, güçlü bir horoz
gibi kabarmıştım Onur, da demek istiyordum.
Onur’un hain elleri boynundaydı, çillerinin üzerindeydi, Aysel’in,
ilerliyorlardı yolda. Öfkem artıyordu: ‘Aptal Azman, senden nefret ediyorum,
her zaman tüm kızları sen kaptın, her ortamda senin sözün geçti, bırak
sevgilimi bırak.’ Bazen içim dışıma karışır, kontrol edemem söylediklerimi.
Gözlerimi kapayarak, yumruklarımı sıkarak, dişlerimi kenetleyerek savurmuştum
sözcükleri ve bu kez galiba sesli söylemiştim. Yanımda bir uğultu duydum,
gözlerimi açmadım, sırtımda bir el, gözlerimi açmadım, tuhaf bir yalnızlık
hissettim ve bu sokakta, bu ülkede, âlemde bir başıma, ölümlü bir varlık
olduğumu hatırladım, gözlerimi açmadım, yüzümde kanın hızla hücum ettiği sert
bir tokat belirdi, zonkladı yanaklarım, gözlerimi açmadım, boynumda bir eğrilik
oluştu o an, saçlarımın uzadığını ve bacaklarımın dengesini yitirdiğini de
anlıyordum, gözlerimi açmıyor, hiçbir yere kaçmıyor, açmıyor, kaçmıyor, uçmuyordum.
Marazlı bir kuğu nasıl uçarsa, nasıl uçmazsa, kuğu uçar mı, kanatlarını gere
gere, nasıl açarsa, kanadı varsa ve buna kanıtı varsa işte öyle, oracıkta,
sadece duruyordum.
Tekrar okuldayız. Alay ediyoruz Aysel’le. ‘Aysieyyll’
diyoruz da başka bir şey demiyor, çın çın ötüyoruz. Ama ben bazı şeylerin
bedelini öteceğim Aysel’e ve Azman’a. Öfkem artıyor. Cebimde parıldayan
yaldızlı oyuncak bıçağı çıkarıyorum. ‘Adam mısınız ulan siz,’ diyorum ‘siz de
erkeklik mi var?’ Bir sessizlik oluyor o an, ‘neden alay ediyorsunuz bu kızla,’
sessizlik artıyor, ‘neden küçümsüyorsunuz, size diyorum, özellikle de sana
Azman.’ Adını duyunca irkiliyor Azman, burnu şişiyor, büyük ihtimalle gazaba
geliyor, yumruklarını sıkıyor ve çıt çıt sesler geliyor eklemlerinden,
yutkunuyorum, sürdürmeliyim konuşmamı, ‘Azman, sen başka ne bilirsin, alaydan
başka ne bilirsin?’ Beni öldürecek Azman, diğerleri de öyle, sıra ya da sürü
dayağından geçirecekler, bir çaresi olmalı, bir yolu… Ansızın haykırıyorum:
‘Gırtlak kanseriyim ben, bir haftalık ömrüm kaldı.” Bayılmam da gerek,
bayılıyorum. Etrafımı sarıyorlar, kirpiklerimin karanlığından görüyorum, korku
dolu ve merhamete bulanmış yüzler, hilem işe yaradı. Azman’ı takip ediyorum en
çok, bir sağa bir sola ve Aysel’e bakıyor ve daha yeni yeni çözülen
yumruklarını ovuşturuyor, başımı dizlerine dayamış, bana ve acıma ve oyuncak
bıçağıma bakıyor, Aysel’i takip ediyorum biraz da, bana ve yalnızca bana ve
acıma bakıyor. Başardım.
1. Sesin kısık çıksın.
2. İnatçı öksürüğün olsun.
3. Kilo vermelisin.
4. Yutkunurken zorlan.
2. İnatçı öksürüğün olsun.
3. Kilo vermelisin.
4. Yutkunurken zorlan.
Evdeki sağlık ansiklopedisinde gırtlak kanserine dair
bulduğum belirtiler yukarıdaki gibi. Herkesi kandıracağım, ben kanser oldum,
öhö, nefes alamıyorum, öhö, yutkunamıyorum, boğazımda bir yumru var, sanki kilo
mu verdim ne, yüzüm kireç gibi, öhö öhö, yine öhö, halsizim, Aysel nerede,
neden ben Allah’ım, neden, diyeceğim herkese. İçimden kahkahalar, salyalı
kahkahalar, sahtekâr kahkahalar atacağım ve çatlayacağım gülmekten.
Dersteyiz, vakit hızla geçiyor, duymuşlar kanser olduğumu,
meraklı ve acır gözlerle beni süzüyorlar, üzerimde hakikaten bir hastalık
psikolojisi oluşuyor, yorgun düşüyorum. Aysel’i arıyor gözlerim, ortada yok,
Aysel nerede, diyemeden kesiliyor soluğum, Azman’ın gölgesi üzerimde, insanlar,
yalan söylediğim insanlar beni kurtarmaya, o an içime doğan, belki yoktan var
olan hastalığımı dindirmeye çalışıyorlar. Hastanedeyiz, doktor şefkatli bir
azar çekiyor: ‘Bu zamana kadar neredeydin, evladım, neden gelmedin, evladım,
kanser olduğunu bilmiyor muydun, bu boğazının durumu nedir, vah vah, evladım,
daha çok gençsin, avanak evladım.’ Hayat tuhaf, nasıl oluyor da uydurduğum şey
böylesi bir hakikate dönüşüyor, anlamıyorum. ‘Son günlerini iyi geçir, evladım,
güzelim, evladım.’ Ruhumda derin bir sızı, tuhaf bir yalnızlık doğuyor.
Yalnızım, yoksun Aysel, yalnızım, ölüyorum, öhö, yalnız, öhö, ım.
Dersteyiz, vakit hızla geçiyor, duymuşlar kanser olduğumu,
meraklı ve acır gözlerle beni süzüyorlar, bu kez gerçekten hastayım, bu kez
gerçekten, ölesiye hastayım. Hastaneye kaldırıyorlar. Ölüyorum Aysel, Aysieyyll
nı nı nı. Ölmek üzereyim Aysel, neredesin? O da nesi, Aysel sesimi duymuş
geliyor. Bu kez alımlı, can yakıcı ve gülümseyerek geliyor, eğri boynu
düzelmiş, çürümüş mısır püskülü saçları ışıl ışıl olmuş, değişmiş, canlanmış
geliyor. ‘Nasılsın Hasan, dur dur, bakayım, Hasiayynn,
ha hah ha’ Demek ki adım Hasan, demek ki baştan beri böyle. ‘Hasiaynn’ diyor
Aysel ve adımı sündüre sündüre varıyor yanı başıma. Öksürüyorum, kanserim,
gırtlağım koptu kopacak. ‘Marazlı bir kuğu gibiydin, öhö, Aysel, ne oldu?’
Duymuyor, anlamıyor, çürümüş mısır püskülü saçlarımdan bir tutam yoluyor,
kahkaha atıyor, avazım çıktığı kadar bağıracağım ama sesim çıkmıyor, gözlerim
kararıyor. ‘Hasiayynn’ Susmuyor, sündürülmüş adımı tekrarlıyor durmadan. ‘Seni,
öhö, ço, çok seviyorum Aysel,’ diyorum ‘senin için, öhö, senin aşkınla kanser
oldum.’ İçeri bir hışımla dalan Azman Onur Aysel’i devirip beni oracıkta
kucaklıyor. ‘Ölme sevgilim, ölme hayatım,’ diyor, dökülen saçlarımı avuç içinde
sıkıyor, ‘hayatım, ölme,’ haykırıyor. Sesim çıkmıyor artık, her şeyi
kabulleniyorum. İçimden Onur’a seslenmek geliyor: ‘Ben de seni seviyorum, seni
seviyorum Onur. Azmanım. Sana isim de buldum: Azmaynn. Hatta sloganımız da olsun: Her zaman Azmaynn. Hah ha ha.’ Ölüyorum. Aysel ötede ağlıyor, ağlama
Aysel, seni de seviyorum, Aysel ağlıyor ve okuldaki Aysel’le alay etme ekibimiz
hastane odasına doluşuyor. ‘Aysieyyll nı nı nı’ diyorlar, Aysel ortalarında ve
ağlıyor, teni, sesi, görünümü eski, kırık dökük şeklini alıyor, ağlıyor,
yapmayın, diyor, hastayım, diyor, siz de hiç utanma yok mu, diyor. Sesim
çıkmıyor, bedenimi sıkıca saran Azman’ın güvenli kollarında huzurluyum, durun,
yapmayın, demek istesem de sesim çıkmıyor, Azman biraz daha sıkıyor, biraz
daha, epey, bastırıyor. Ölüyorum, Aysel de ölüyor, görüyorum, zalimler
topluluğu acımasızca gülüşüyorlar, çılgın kuğular olup bağrışıyorlar, martı mı
yoksa, sanki Aysel’i lime lime ediyorlar, Azman beni boğuyor ve benden yeni bir
Aysel doğuyor, daha yeni, daha güzel, daha iyi ve ölen Aysel’den de, görüyorum,
yeni bir Hasan doğuyor, olan oluyor, oluyor, yan yana geliyoruz Aysel’le ve
Azman’ı tazecik, yeni doğmuş ellerimizle boğuyoruz, kı kı kı sesleri geliyor
boğazından, ağzından kırmızı bal, şerbet, reçel dökülüyor, ciğerleri sökülüyor,
hâlâ gülüyor, ikinizi de sevdim, diyor, ikinizi de, can veriyor, odadakiler de
bir bir yere seriliyor, marazlı kuğular gibi, solmuş etsiz yapraklar gibi
yığılıp kalıyorlar.
Sonra Aysel boğazıma dokunuyor, sonra Aysel’in çilli
boğazına dokunuyorum. Kanser yok, sıhhat var. Birbirimizi seviyoruz, kanser
yok. Neşeleniyoruz, kanser yok, yok, yok, bağırıyoruz, bağırıyoruz,
bağıramıyoruz, sesimiz kısılıyor, boğazımızda yumrular oluşuyor, gözlerimizde
yaş. Fısıldaşıyoruz, kanser yok, kansieyyrr
var, ha hah ha. Sırtıma Aysel’in ağır çantasını geçiriyorum, içinde ne, öhö,
var Aysel, diyorum, somurtuyor, bir şeyi de sormazsan, öhö, olmaz, diyor,
gülümsüyor, canice gülümsüyor ve elinde birden parlayan yaldızlı bıçağı bana
gösteriyor, gülümsüyor, sinsice ve bir kez daha öksürüyor. Bu kez nağmeli: Öhiöüüü
No comments:
Post a Comment