Taşındığımız kaçıncı şehir burası, kaçıncı yer. Kimden
kaçıyoruz, kimden. Anneme sorarım ama söylemez, ısrar ederim, söyle derim,
söylemez. Karışma, bilmezsin, burnunu sokma, der, der demez utanırım, susar,
saklanır çıkarım, kaçamam, içim elvermez.
Gidilen her yerde, her yeni yerde, geçici bir kimlik. Yalan
gülüşler, hoş geldiniz, takma gülüşler, merhaba, yapay gülüşler, iyi ki
geldiniz, sanal gülüşler, akşama bize de gelin, teknogülüşler, JJJ. Annemin yüzüne
bakarım hep. İnsanlara bakma, der. Baktıkça kararmasın için. Anne, sen nesin? Kaşları
karadır, ne güzel, gözleri birer yaradır yüzüne açılan. İzlerim her hareketini.
Yeni bir eve taşınırız paramız varsa, eşyanın bizi ele geçirmesini istemeyiz. Yanımızda
birkaç koli. Kitap, yiyecek, giysi. Çıkarmaz kutudan birini, yerleşmez, bir oh
demez. Bir uzanmaz yatağa, bir soyunup dökünmez, gülmek nedir bilmez. Sadece
bazen halı niyetine taşıdığımız kilimi hızla atar yere, uzanır üstüne, ışıldar,
bir de gerinir ki, kedileşir, esner, koyu teni beyazlar. Gülümser olur,
vazgeçer ve ağlar. Niye. Çıkmamıştır ayakkabılar ayağımızdan zaten, fırlarız
sokağa. Her şey farklı, tümü yabancı. Üst üste binalar, iç içe odalar, duvarda kıvrılan
klima boruları, yeni açılmış doğalgaz hatları, vitrinde elbiseler, çukurlar,
silinmiş yaya geçidi izleri, neon tabelalı esnaf lokantaları, bunların tümü
yahut hiçbiri. Ne fark eder. Bizim için hepsi bir. Annemin elleri montunun
cebindedir. Üşür, belli etmez, üşürüm, ses etmem, gücüm yetmez. Çorba içeriz, sıcak,
mercimek, ezogelin, işkembe, ne çıkarsa. Limon biraz da. Kaşığı gezdiririm yağ
tabakasının içinde, yağ tabakasını da kaşığın. Tuhaflaşırım öyle anlarda,
annemi ve kaderimi düşünürüm. Niye. Susarım, ekmeği parçalar, sessizliği
bölüşürüm.
Kendi derime baktım, sorun yok. Biraz zayıflamışım, az bir
şey iskelete dönmüşüm, pek paramız kalmamış, minnacık hasta olmuş, inim inim
hayata dönmüşüm. Annemin derisini izledim, pörsümüş. Annemin derisinin derdi
ne. Yanmamış ama yangınlar görmüş gibi ölmüş bir deri olmuş. Son günlerde
böyle. Açız diye mi, yalnızız diye mi, bilmem. Taşındık yine. Sarkıntılık
yaptılar anneme, gücüm yetse, ah ellerim bir kavuşabilse, gösteririm ben
onlara. Ben, derim, ben öyle güçlüyüm ki, öylesine bir deli kuvveti var ki
bende, heheyt, kimsiniz, siz, yalnız değil ki, o, hem babam da var, gelir belki
ansızın, hem, kimsiniz siz de derim demesine de gücüm yetmez, toparlayamıyorum
ellerimi, hastalık bu, bitmez.
Dışarıda yattık tüm gece. Gökteki yıldızlar, sokak
lambalarının titremesi ve soğuk. Annemin gözlerinin açılmadığını, mecazen yara
dediğim bu çukurların hakikaten kabuk tuttuğunu gördüm. Kendi kendine
mırıldanıyordu. Gideceğiz, gideriz, gitmezsek biteriz.
Sabah uyandığımda yalnızdım. Yani annem yoktu, ölse ölüsü,
kaçsa dirisi yoktu. Zar zor hareket etsem, inlesem de yürüdüm, geride kaldı üç
koli dünyalık, kilimi aldım, acıkmıştım, çaldım, dilendim, uyudum, ağladım,
kaldım yalnız, annemi bulamadım. Beni bıraktı, dedim içime haykırıp. Beni bıraktı,
ben bir yüktüm, dördüncü koliydim, ek bir kursaktım, bıraktı. Şimdi
gürbüzleşmiştir bile, yüzündeki hüzne kan gelmiştir, yaraları aydınlanmıştır. Nasıl
ferahlamıştır, koşuyor, zıplıyor, hop, uçuyordur, ne yapacak, özgürce
kaçıyordur.
Günler geçti, bulamıyorum annemi. Yeni sokaklara, belki
şehirlere, gittim, yok. Buharlaştı, buharanne, kuşanne, kaçanne oldu, yok.
Yokanne.
Kulaklarımla duydum, ağzım aç ama kulaklarım duyar,
tazıkulak, televekabakulak. Oğlum değildi o, diyor annem, DUYUYORUM. Kızım
değildi. DUYUYORUM. Neydi. Bilmiyorum. Evladım değildi, yürü dersin, yürümez,
koş dersin küser, dinlemez. DUYUYORUM. Gençliğimi bitirdi, yedi bu. Yaratık. YORULDUM,
UYUYORUM ya da uyduruyorum.
Dövdü beni eli sopalı adamlar. Birkaç haydut. Tuhaf tipler.
Tokatlıyor, eğleniyor, gülüyorlar. Yalan, takma, yapay, sanal, teknogülüşler.
Kilimi aldılar, verin, vermediler, vermezler. İçine beni sarıyorlar, olsun,
annemden yadigâr. Annemi bulacağım.
Oğlum bu moron ya la, he la, ho la, dövün la, öldürün, edin
taciz, oh, ah, vah, bırakın la, öldü galiba, nefes almıyor, niye çıktın lan
tepesine puşt, nefessiz kaldı, sen elini bağla, sen kaç, sen polisi oyala, he
la.
Kilime sardılar, sırtıma vurdular, kemiklerimi kırdılar. Darbe
artıyor. Aldığım kaçıncı tekme bu, kaçıncı kez. Kilim içinde kaldı elim, dilim,
öldü sandılar, ölmedim. Yüz yetmiş iki basamaklık bir merdiven dizisinden aşağı
yuvarladılar kilimdeki hâlimi. Eşit dilimlenmemiş basamaklar, kırılan, dağılan,
dökülen, savrulan parmaklar. Zaten gelmiyorlardı bir araya. Elli üç, annem
bağırıyor, 65, ağlıyor, doksan, iyidir hayatta yoksan, 108, tekiz, yüz kırk
beş, oluyorum leş, 170, annem gitmiş, yüz yetmiş bir, daima gidilir, 172, bu
öykü mü ki?
No comments:
Post a Comment