January 10, 2018

YİNELEYİŞ

Ekrana bakardı çoğunlukla Sami. Televizyonun üstünden serpilen dantel örtünün kır beyazca dilimlediklerine, kirli camın içinde gülüşenlere, gülüşerek kirlenenlere bakar, tepkisiz, bakardı. Soba borusunun isi dökülürdü –toplamazdı kurulmuş sobayı- yaz kış. Çaresiz zerrecikler pul pul uçuşur, tek göz odanın kirpiklerini oluştururdu. Televizyon çalışırdı bu esnada tabii, neşeli bebeler besili popolarını devirerek dans ederlerdi. Sami kaçırmazdı hiçbir hareketi. Sanki gözlerini kapadığı anlar yoktu ya da varsa bile o bunu fark etmiyor, fark etse dahi uykunun mahmur kollarında bu kez başka bir ekran açılıyordu önünde.

Gidiş

Ona bakmak için yola düşer, çırpınırdık geceleri. Geceleri keskin bir sessizlik de çökerdi bir yandan, bize eşlik eder; çıtırtılarımızı, hınzırlıklarımızı büyütürdü her adımda. Sus, derdik, bir diğerine, sus, duymasın. Fenerlerle süzülürdük mahallenin dışında kalan gecekonduya. Ağaçlarla sarılı, gizli bir yer gibi gelirdi bize bu ev. Terk edilmiş yaşlı bir adam; terk etmiş canlı bir yaşam gibi de gelirdi. Fenerlerimizin ışıkları dalların karanlığında kırılır, büyüyen sessizlik içinde küçülür, ufacık kalırdı. Kaldırınca dalların sivri kollarını, penceresi belirirdi Sami’nin. Ekran pencereye çaprazda kaldığı için göremezdik onun gördüklerini, duyamazdık, ses gelmezdi. Duvarlara dökülen görüntünün kımıldanışını izlerdik sadece. Gözlerimiz ışıl ışıl olur, hayallere dalardık. Bir yanındakinin soluğunun hızlandığını anlardı herkes, içimiz titrerdi nedense, toparlanır, tek kelime etmeden rüyalarımıza dağılırdık.

Geçiş

Ben konuşmam, sevmem sözcükleri. Onlar içimdedir halihazırda, zehirlemektedir beni. Sevmem, sözcükleri ve bu evi. Bu ev böyle değildi. Yıldızlar vardı bir zamanlar gökte, umutlar. Evi saran. Geride kaldı. Şimdi gözümü her kapadığımda görüntüsü ekranın. İçimdeki ekran, içimdeki. Süzülen islerin sisi, sislerin tersten kara kar ve kara çiy silsilesi. Kaçırmam ayrıntıları, ayrıntılar tehlikelidir. Saçları at kuyruğu yapılmış bir oyuncak vardı çizgi filmde, ata dönüştü sesler çıkararak, canlandı. Saçlarında sarı ve siyah karışımını, gerçekdışı tercihi gördüm. Sonra pencereme konan kuşları düşündüm. Konarlar geceleri. Kanatlarının ısısını hisseder, gülümserim. Yalnız değilim, derim, oh. Önüme gelir gözlerin sonra, sobamdaki kömür yumrusudur onlar, bakarlar bana. Uyanık mıyımdır anlamam gayrı. Dıştan bakar ve “sanki gözlerini kapadığı anlar yoktu ya da varsa bile o bunu fark etmiyor, fark etse dahi uykunun mahmur kollarında bu kez başka bir ekran açılıyordu önünde” dersiniz. Gözlerimin kapalı olduğunu anlarım anlamasına ama neyin gerçek neyin rüya olduğunu, hayal-kurmaca-umut olduğunu anlamam, bilmem. Açarım gözleri, açınca ekranda görürüm seni. Kömürlerine bakma isteğimi hatırlarım bir ömür.

Diziş

Şimdi asıl meseleye gelelim. İzlediği dizide bir mağaraya giriyordu çocuğun teki. Girince geçmişte sıkışıp kalıyor, şu andaki başka bir çocuğun babası olarak büyüyor ve intihar ediyordu. Sami’nin yüreği çarptı belki yıllar sonra. Gülümsedi belirgin bir surette. İntihar edersem, dedi, belki geriye döndürebilirim her şeyi. Öldürürsem kendimi, onun gidişini de önlemiş olur, değiştirebilirim kaderimi. Gülümsedi. Ne yapmalı? Yıllar sonra açtı kapısını evin güçlükle. Soğuğu doldu hayatın içeri, zamanın tuhaf akıcılığı ve kaybolan ağaçların sırlı dalları sızdı. Öksürdü Sami, eşinin mezarını aradı, bir ağacın altında olacaktı, ağaç ve mezar yok, yok. Arkasını döndü, duvarlarında evin ışıltısı ekranın. İçeri girdi koşarak. Çantasını aldı eşinin yerden, kulpları çürümüş, lekelenmişti yüzeyi. Koluna geçirdi çantayı, sahte bir tebessüm, bir sahtesi daha. Öfke ve ihanet. Çıkardı çantayı alelacele, parçaladı sakince, sakin, sakin, öfkesiz. Ekranda kafası büyük oklarla gösterilip yuvarlak içine alınan ve mozaiklenen biri. Çıkıyor bu şahıs sandalyenin üstüne. Malum son. Tireyiş ve ikinci t’nin süzülmesi, akışı. Parçalanan çanta. Parçalanta. İse karışan parçalar. Yan yana diziş onları, diziş, ekrandan süzülenleri katış, katış.

Katış

Biz onu izledik durmadan, ne olduğumuz önemsiz. Kuş yahut insan. Fenerler elimizde, gagamızda, ruhumuzda. Sessizdik tabii. Pürdikkat ekranın bize vadettiği hayalleri izledik. Bu kez hayallerin renklerine bir karalık karıştı. Titredi cesurlarımız, içimiz titredi ve arttı kederimiz. Asıldı yüzümüz, çığlıklar geldi içten içe, bunu biz duyduk yalnızca, biz bildik. Ekranın ışıltısı kesildi ardından. Ağaçlar tek tek eridi, fark ettik, bir ağaç kaldı ardımızda, altında bir mezar. Mezar taşı olduk, dizildik etrafına, kara gölgelerimizle dizi dizi. Ağacın dalında sallanıyordu bir müntehir. Ağacın kollarında kameralar, mezarda ölü bebek bezleri, karışan kafamız. Mezarı kazıyor, boşluğa katıyoruz üsttekini. Belki kadın belki erkek. Pencereye dönüş. Ekranın ışıltısı, yıldızca ışıltısı, şıkır şıkır. Sami’nin hiç görmediğimiz yüzünün canlandığı hissi. Huzur. Her şeyin değiştiği düşüncesi, yanılış.

Yanılış

Ekrana baktım, o yapıyorsa, dedim, bu mozaik surat da yapıyorsa, ben de yaparım. Mecburum. Onca isin içinde astım kendimi. Astım, tek sözcük etmedim. Sevmem sözcükleri. Boşlukta sallandım belki günlerce, aylarca. Belki hep aynı anda binlerce kere binlerce.

Kalkıyorum yerimden. Karşımdasın. Ekran ışıltılı. Hayat güzel. Manalı bakışlar. Aynada yüzüm. Gülüş. Ekranda sen. Bana bakman. Bakış. Dizideki gibi. Ben geçmişteyim, geçmiş bir ekranda, zamanda, andayım. Ellerimi tutuyorsun, ellerin soğuk. Ellerimi tutuyor, mezarımıza götürüyorsun, birlikte öldüğümüz gün beraber gömüldüğümüz ışıltılı mezara. Şimdi, yıllar sonra, ilk kez uyuyabilirim.

Uyanırım, tekrar başlar. Yine.

Yineleyiş

(Kapanan sahipsiz ekran gölgesi)







No comments:

Post a Comment