Sol ayak ön bölgemde, metatarsal kemiklerinin hemen altında,
boncuk şeklinde bir beze belirdi. (Önce önemsemedim bu bezeyi. Artınca ağrısı
ve irileşince görünümü, mecburen Google’a ayak kemiği yazdım ve ağrıma en yakın
görseldeki ifadeyi ezberledim. Metatarsal. Metatarsal.) Sokaklara çıktım onun üstüne
basa basa. Işıltılı dükkânları geçtim, aklım karışıktı. Kar beyazı ışıklar
saçıyordu ampulleri birinin. Mekân sahibi, dışarıya attı adamın tekini
tekmeleyerek. Bir daha gelirsen, dedi, geceye karışan bir sesle, bir daha
gelirsen ... Gerisini getiremedi nedense. Üç noktadan
taşan koyu kırmızı bir sessizlik aktı dayak yiyen müşterinin ağzından. Ayağım
sızladı. Belki bir kötülük yapmıştı dayak yiyen, millete yan gözle bakmış,
çalmış, çırpmıştı. Rüzgâr esti, esti, içeri geçti kalabalık. Dayak yiyenle ben
donup kaldık. Hareketsizliğimde kaldırdım onu yerinden, teşekkür etti
kımıldamadan, konuşmadan. Birkaç huysuz köpek havladı bize salyasız. Korktuk tepki
vermeden. İçeride eğlence, halay çekmeler. Tabak kırmalar, yeni birini ortaya
alıp döverek dışarı atmalar. Kar beyaz ampullere bulaştı öfke. Rüzgâr sürdü bir
müddet. Dinince o, başım döndü. Üşüdüm, sardım kendimi. Dayak yiyeni parçalıyordu
köpekler. Gördüm. Masa örtüsünü silkeledi bir kadın. Çırptı bir iki defa. Fark
etti kokuyu, Allah belasını versin bu ayyaşların, dedi. Alt kattaki yeni evli
kadının güzelliğinin ve diri vücudunun kokusunu da çekti içine, öfkelendi, Allah
belasını versin bunların, bunların, dedi, kapadı pencereyi. Örtüden kurutulup
uçuştu zerreler. Kıtırlar, taneler. İzledim parçalananı. Beterin beteri var,
dayak ye bir güzel, sonra üşü, parçalan. Hurda insan parçalarını çalanlar
üşüşmüşlerdi başına çoktan. Kol benim, göz benim, hayır benim, hayır, dediler
ve kalanları kavga dövüş kaçırdılar. Biraz göbeği kalmıştı, azıcık bacak ve
ayak. O ampuller sönmüştü günün ışımasıyla ve kafamda yanmışlardı sanki.
Oturdum parçaları çalınan parçalananın yanına. Derisi kalmış
yüzünde masa örtüsünün kırıntıları var. Üfledim. Gittiler. Tuhaf bir yalnızlık
kapladı içimi nedense. Az önceki ışımaya binaen ayakları dizlerimin üstüne
koydum. Neydi o görseldeki kemikler? Ayak üç üniteye bölünebilir. Evet. Arka,
orta ve ön ayak. Orta ayak beş tarsal kemikten oluşur. Ön ayak metatarsal ve
falankslardan oluşur. Henüz bütünlüğü bozulmamış bir ayak. Güzel. Işıltılı
dükkânda bir sessizlik. İçimde bir heyecan. Kendi ayağıma bakıyorum. Sol
tarafta çoraptan görülebilecek bir şişlik. Ağrısı da cabası. Köpekler üç
taneymiş, geldiler yanıma. Çorabımı çıkardım, yaladılar büyüyen boncuğumu
pütürlü dilleriyle. Çeneleri kudretli, dişlerinde kokusu parçaların. İri
gözlerinin üst kısmında sarılık. Az önce canavarlaşan onlar değilmiş, onlar
tüketmemiş bir yaşamı ve onlardan hiç gelmemiş ölüm gibi, sakinler, uslu ve
masumlar. Hır hır sesler çıkarıyor, huzurla bekliyorlar olacakları.
Rahatlatıcı bir müzik sesi gelmeye başladı karanlık
dükkândan. Gün ışığının tozlu varlığı yağıyor üstümüze. Köpekler ve ben
mutluyuz. Elindeki futbol gazetesini dörde katladı gazeteli. Bacakları kayboldu
oyuncunun. Yeleği vardı gazetelinin. Gazetesi vardı yeleklinin. Çıktı rüzgâr
yine. Bana acıyınca gazeteli, fırlattı gazetesini. Yeleğine sarındı, gülümsedi.
Kızdılar köpeklerim –benimdiler artık- ve atladılar üzerine. Öfke, huzur,
kudret. Tribündeki fanatikler böyle titremezdi, yanakları şişti şişti söndü;
çırpındı yerde. Yeleği açık maviydi, hoş bir renk aldı. Bana getirdiler
köpeklerim. Giydim üstüme. Ayağıma baktım, ağrıyor. Çaresi yok. Gel, dedim,
köpeklerimin en azılısına. Yüzünde hayvani bir merhamet. Dişlerinin arasında
boncuktan büyük bezem. Isırmıyor, kilitledi çenesini, ısırmıyor. Kulakları arkaya
yatık, hırlama sesi, huzur. Çöp arabası parçalananları taşımaya geldi. Bıyıklı
çöpçüler, tulumları içinde hayat dolular. Araba olmamalı, bunu geç anlıyorum.
Köpeklerim peşine takılıyor aracın, homurtulu arka kısmına; suya, otlara,
çocukluğa ve huzura zıplar gibi atlıyor, parçalanarak, acılı mırıltılarla yok
oluyorlar. Neyse ki yeni yeleğimin içine sakladım ilk parçalananın ayağını. Hava
kararmış çoktan. Keşke camı açsa kadın, bana baksa, küfretse, Allah belasını
versin bunların, dese. Göz göze gelsek. Kadın açıyor camı. Bakamıyorum. İçim
soğuyor, titriyor, kapanıyorum sessizliğime. Öksürüyor, aksırıyor, şişt, diyor
ama bakmıyorum. Yukarı gel, gel, diyor. Kat üç, numara beş, kapıyı açacağım,
gel, diyor, üşüdün. Seni bir öyküyü okur gibi izliyorum günlerdir.
Çıktım basamakları. Daralan bir mimari. Haftalardır
silinmemiş merdivenler. Yanmayan otomatik ışıklar. Ben insan değil miyim de
algılamıyorlar beni, yoksa tükenmiş mi ampulleri, hangisi? Ağrıyor bezem.
Yürüyemeyecek hâlde ikinci kata yığılıyorum. Kadın yukarı kattan sesleniyor.
Gel, Allah belamızı versin, girelim günaha, gel. Bulunduğum katta dirilik
kokusu, tazelik, gençlik kokusu. İçime çekiyorum. Kocanın sesi: Hain. Kadının
sesi: Hain. Kapıların önündeki soğuk taşlarda ayağımın acısını alıyorum. Oh.
Televizyonda saatlerdir süren dizilerin sesleri. Mutfakta taşan kahvenin,
salonda çürüyen süs bitkisinin, balkonda kaybolan günün sesleri. Şişiyor beze,
şişiyor, bu öyküdeki akıl almaz şeylerden biri olmak istercesine şişiyor,
kocamanlaşıyor. Kadın inemiyor yukarıdan. Dört beş merdiven süzüldüğünde yarım
vücutlu olduğunu görüyorum. Çekmek iç. Ne oldu, acıdın, diyor. Terlik
fırlatıyor, tuh Allah belanı versin, sana inandım, diyor. Göz yaşları da eksik
akıyor sanki. Bir rüzgâr giriyor. Dış kapı açıldı. Işıklar yanıyor o girince,
ampuller parlıyor. Kadının bacakları yok, benim var. Benim vaktim yok, kimin
var?
Kapı açılıyor solumda kalan. Şişiyor sol ayağım, patlayacak.
Ayna var bana bakan. İçi boş. Kocaman şişmiş bir ayak görüyorum yalnızca. Tek
gördüğüm bu. Ampulleri evin, ışıltılı. Dövülerek atılıyor hırsızın biri yanıma.
Onun hak ettiği cezayı görüyorum aynada. Yüzüne dökülen tuz ruhu. Eriyor adam.
Boğazlanmış gibi tutuyor yakasını paçasını. Akıyor merdivenlerden yanıkları.
Şiş her yerime yayılıyor bu esnada. Kurtulamayacağım. Bacaksız kadın yukarıda
inliyor, fenalık geçiriyor, tutkuyla beni bekliyor, sağımdaki kapının ardında
tebessüm sesleri. Solumda korunmuş bir evin aynasının içinde şişen ben.
Şiştikçe tüm parçalarım, ben beliriyorum. Belki ömrümde ilk kez kendimi tek
parça görüyorum. Açılan göz bebeklerim, köpeklerinkinden –sararmış üst kısım- ve
mutlu bir yüz. Şimdi parçalanabilirim.
(Belki, belki bu kez mutsuz bitmez böyle bir öykü. İnsan renkli
yeleğimin içindeki bütünlüğü bozulmamış ayağı, sağdaki huzuru, üstteki yarım
tutkuyu unutmayın, unutmayın.)
No comments:
Post a Comment