November 11, 2018

HALAKİRİ


 O gece fenalıklar geçirdi Haso* hala, sesi ta bize kadar geldi. Birbirimize kara sarı sokulduk civcivle. Haso halanın öleceği söyleniyordu zaten. Dam üstüne güçlükle çıkmıştı kara gece sabaha erdiğinde. Ayazda açmıştı avlu kapısını. Ocağın külünü doldurmuştu kovaya, cücükleri serbest bırakmıştı. Hafif ıslattığı süpürgeyle yerleri pak etmişti. Hâlsizdi, onu izlemiştik. Her zaman en önde dışarı fırlayan Kışgüzeli tüneğinden inmemişti, durgundu. Havada tüyler uçuşuyor, Haso hala, en sevdiği horozunu izliyordu. Bakışları söndü, nasırlı ellerini yüzüne götürdü, dualar etti. Dama çıkarken zorlandı. Merdivenler çatırdadı, kırıldı kırılacaktı. Çamaşırları serdi, kokladı gökyüzünü, uzaktaki tarlalara baktı, hava bozuyordu. Yağmur yağacaktı. Çömeldi yere, damdaki toprağı parmaklarında ufaladı, derince iç çekti.

*Bu ismin bir kısaltma olup olmadığını bilmiyorum. Bir erkek adını çağrıştırsa da ben Haso halayı böyle tanıdım, sevdim.*

Yengemle nenem Haso halanın öleceğini söylüyorlar, illetli hastalığa tutulmuş. Kocası terk edince, dedi nenem, eridi kadın. Tek kolu gider gibi oldu, tek bacağı, gözü, böbreği de yok olur oldu sanki. O da bir şey mi, diye ekledi yengem, kalbi çürüdü sanki, gözünün ışığı söndü. Bana baktılar sonra, sana baktılar. Bizi mi dinliyon velet, o ölü civcivin koktu, koktu, git yıkan, at onu da çöpe, şeklinde bitirdiler muhabbeti.

Patates tarlasındayız civciv. Ölünce sen, karardı rengin. Patateslerin yeşili arasındayız. Kanal kazmıştı babam bitkilerin arasına, su rahat aksın diye. Kış soğuk geçti, patatesleri yedi tarla fareleri. Baş edemedi babam. Yuh, dedi amcalarım, sen de erkek olacan hele, daha iki küçük fareyi durduramıyon, sen nasıl çocuk ettin oğlum? Sessizdi babam, içine atardı. Ben onun içlendiğini, kalın çatık kara kaşlarının arasında dengelediği bir hüznü günün birinde düşüreceğini bilir, ses etmezdim pek. Okul bahçesinin tuvaletinin kırık taşlı girişinde dayak yediğimde muhtarın oğlundan, ne küfürler yemiştim. Ertesi gün, ben dövmüştüm onu, benzer küfürleri saydırmıştım içimdeki ikinci kirli insanı salıvererek. Babamı da korurdum elbette, korurdum gerekirse.

Söylemediler bana. Anlatmadılar nasıl öldüğünü babamın. Havadaki sessizliğin taşıdığı ağır bir ölüm kokusuna tutundum aylarca, fısıltılara kulak kabarttım. Fısıltıların kirli bir gölge insan olduğunu, dile geldiğini biliyordum. Yengem, bıçakladılar garibi, diyordu. Nenem, karısı olacak vefasız yasak bir aşka tutulup kaçınca, tövbe, anlatma, hele, diyor, akan gözyaşlarını yazmasıyla dindiriyordu. Üniformalı, kısa tıraşlı, asık suratlı -olmaları emredilmiş-, alık tipli askerler tüm evi birbirine kattılar, bazı beyaz kâğıtlara çirkin yazılar yazdılar, imza attırdılar, gittiler, yengeme dik dik baktı birisi, gülümsedi, arabaya bindi, çamurlu yolda köpek havlamalarına karıştı o da, gittiler. Yengem sessizdi.

Üzüntümü görünce evdekiler seni aldılar bana civciv. Korudum seni hayatın azabından, acısından ölümlerin. Sıkıca sardım, biliyorsun. Babamın cenazesi patates yeşilliklerinin arasında bulundu. Bir daha patates yiyemedim, biliyorsun. Parça parça baba. Baba parçası.

Haso halayı inlerken buldum patates tarlasında. Babamın dilim dilim savrulduğu yerde. Ağzı beyazlanıyor, sarsılarak titriyordu. Yengemle nenemin birer kara çalı olup onun başına dikildiğini gördüm. Beter ol, dediler, zehirlen gavur. Senin kocanın, senin oynaşlarının işi bu. Sen bela ettin başımıza kara ölümü. Yut o fare zehrini şıllık. Onları ilk kez böylesi zalim, böylesi hakiki görmüştüm. Sen de ölüydün zaten civciv. Kara sarı avcumdaydın. Çıkaramazdın ses. Sıkınca öfkemi, fışkırıyordu için, elime bulaşıyordun.

Görmediler, duymadılar bizi. Çıkmadım tarladan bir süre, Kışgüzeli’nin yanına geçtim sürünerek. Yoktu, yengemle nenem bir leğenin içinde derisini yüzüyorlardı. Beni fark edince birbirine baktılar, gülümsediler, gel oğlan, dediler, gel, bunun vadesi dolmuş, gel, şöyle bir tereyağlı pilavla güzelce yiyelim. Tüyler uçuşuyordu havada, yağmur fena bastırmıştı.

Gizlenen, kirlenen şeylere alışmıştık. Olmamış gibi yapıyorduk, öldürmemiş, ölmemiş gibi.

(Yengemin nenemi yastıkla sarmaladığı, cansız kıldığı ve o esnada benim elimi tuttuğu o büyüleyici nefret dakikalarını unutamıyorum. Veren Allah, alan Allah canım, diyordu gözlerime değen gözleriyle,)

Yengem bana yeni bir civciv almaya söz vermişti. (Adını Haso koyacaktım.)



No comments:

Post a Comment