O gece fenalıklar geçirdi Haso* hala, sesi ta bize kadar
geldi. Birbirimize kara sarı sokulduk civcivle. Haso halanın öleceği
söyleniyordu zaten. Dam üstüne güçlükle çıkmıştı kara gece sabaha erdiğinde.
Ayazda açmıştı avlu kapısını. Ocağın külünü doldurmuştu kovaya, cücükleri
serbest bırakmıştı. Hafif ıslattığı süpürgeyle yerleri pak etmişti. Hâlsizdi,
onu izlemiştik. Her zaman en önde dışarı fırlayan Kışgüzeli tüneğinden
inmemişti, durgundu. Havada tüyler uçuşuyor, Haso hala, en sevdiği horozunu
izliyordu. Bakışları söndü, nasırlı ellerini yüzüne götürdü, dualar etti. Dama
çıkarken zorlandı. Merdivenler çatırdadı, kırıldı kırılacaktı. Çamaşırları
serdi, kokladı gökyüzünü, uzaktaki tarlalara baktı, hava bozuyordu. Yağmur
yağacaktı. Çömeldi yere, damdaki toprağı parmaklarında ufaladı, derince iç
çekti.
*Bu ismin bir kısaltma olup olmadığını bilmiyorum. Bir
erkek adını çağrıştırsa da ben Haso halayı böyle tanıdım, sevdim.*
Yengemle nenem Haso halanın öleceğini söylüyorlar, illetli
hastalığa tutulmuş. Kocası terk edince, dedi nenem, eridi kadın. Tek kolu gider
gibi oldu, tek bacağı, gözü, böbreği de yok olur oldu sanki. O da bir şey mi,
diye ekledi yengem, kalbi çürüdü sanki, gözünün ışığı söndü. Bana baktılar
sonra, sana baktılar. Bizi mi dinliyon velet, o ölü civcivin koktu, koktu, git
yıkan, at onu da çöpe, şeklinde bitirdiler muhabbeti.
Patates tarlasındayız civciv. Ölünce sen, karardı rengin.
Patateslerin yeşili arasındayız. Kanal kazmıştı babam bitkilerin arasına, su
rahat aksın diye. Kış soğuk geçti, patatesleri yedi tarla fareleri. Baş edemedi
babam. Yuh, dedi amcalarım, sen de erkek olacan hele, daha iki küçük fareyi
durduramıyon, sen nasıl çocuk ettin oğlum? Sessizdi babam, içine atardı. Ben
onun içlendiğini, kalın çatık kara kaşlarının arasında dengelediği bir hüznü
günün birinde düşüreceğini bilir, ses etmezdim pek. Okul bahçesinin tuvaletinin
kırık taşlı girişinde dayak yediğimde muhtarın oğlundan, ne küfürler yemiştim. Ertesi
gün, ben dövmüştüm onu, benzer küfürleri saydırmıştım içimdeki ikinci kirli
insanı salıvererek. Babamı da korurdum elbette, korurdum gerekirse.
Söylemediler bana. Anlatmadılar nasıl öldüğünü babamın. Havadaki
sessizliğin taşıdığı ağır bir ölüm kokusuna tutundum aylarca, fısıltılara kulak
kabarttım. Fısıltıların kirli bir gölge insan olduğunu, dile geldiğini biliyordum.
Yengem, bıçakladılar garibi, diyordu. Nenem, karısı olacak vefasız yasak bir
aşka tutulup kaçınca, tövbe, anlatma, hele, diyor, akan gözyaşlarını yazmasıyla
dindiriyordu. Üniformalı, kısa tıraşlı, asık suratlı -olmaları emredilmiş-, alık
tipli askerler tüm evi birbirine kattılar, bazı beyaz kâğıtlara çirkin yazılar
yazdılar, imza attırdılar, gittiler, yengeme dik dik baktı birisi, gülümsedi, arabaya
bindi, çamurlu yolda köpek havlamalarına karıştı o da, gittiler. Yengem
sessizdi.
Üzüntümü görünce evdekiler seni aldılar bana civciv. Korudum
seni hayatın azabından, acısından ölümlerin. Sıkıca sardım, biliyorsun. Babamın
cenazesi patates yeşilliklerinin arasında bulundu. Bir daha patates yiyemedim,
biliyorsun. Parça parça baba. Baba parçası.
Haso halayı inlerken buldum patates tarlasında. Babamın
dilim dilim savrulduğu yerde. Ağzı beyazlanıyor, sarsılarak titriyordu.
Yengemle nenemin birer kara çalı olup onun başına dikildiğini gördüm. Beter ol,
dediler, zehirlen gavur. Senin kocanın, senin oynaşlarının işi bu. Sen bela
ettin başımıza kara ölümü. Yut o fare zehrini şıllık. Onları ilk kez böylesi
zalim, böylesi hakiki görmüştüm. Sen de ölüydün zaten civciv. Kara sarı
avcumdaydın. Çıkaramazdın ses. Sıkınca öfkemi, fışkırıyordu için, elime
bulaşıyordun.
Görmediler, duymadılar bizi. Çıkmadım tarladan bir süre, Kışgüzeli’nin
yanına geçtim sürünerek. Yoktu, yengemle nenem bir leğenin içinde derisini
yüzüyorlardı. Beni fark edince birbirine baktılar, gülümsediler, gel oğlan,
dediler, gel, bunun vadesi dolmuş, gel, şöyle bir tereyağlı pilavla güzelce yiyelim.
Tüyler uçuşuyordu havada, yağmur fena bastırmıştı.
Gizlenen, kirlenen şeylere alışmıştık. Olmamış gibi
yapıyorduk, öldürmemiş, ölmemiş gibi.
(Yengemin nenemi yastıkla sarmaladığı, cansız kıldığı ve o
esnada benim elimi tuttuğu o büyüleyici nefret dakikalarını unutamıyorum. Veren
Allah, alan Allah canım, diyordu gözlerime değen gözleriyle,)
Yengem bana yeni bir civciv almaya söz vermişti. (Adını Haso
koyacaktım.)
No comments:
Post a Comment