November 25, 2018

BİLMİYORDUK,


 Bu göğü delen, belki yerden yetmiş seksen kat yükselen taş binaya, bu aşağı bakanı yutan, bakmayanı unutana neden, nasıl, ne zaman çıktığımızı. Bilmiyorduk. Bir otobüsün en arka sıralarında başlamıştı rüyamız. Pasaklıydı üstümüz. Etliydik, tombul. Baba vardı bir, anne, hala, nene, bir kız ve bir çocuk. On milyon daha ver lan, demişti baba. Tırnakları kirliydi, sırtında çantası vardı, kirliydi. Hele yanımıza otur, diye ısrar etmişti anne. Kaşları kalındı, eteğinde çiçekler vardı, terlik giymişti bu soğukta, çorapsızdı. Kızı çorapsızdı. Anne, anne, demişti gülerek. Anne yarına arkadaşla buluşuyom, geliyon mu? Gelmiyon tabii, öyle sordum ben zati. Otobüsün kapısı açılınca soğumuştu içeri. Titremişti ayakları annenin ve kızın, babanın eli cebindeki bozuk paralardaydı. Küçük çocuk ağlıyordu. Niye ağlıyon lan, demişti baba. Para mı istiyon, ne var? Feryat etmişti çocuk, yırtınmıştı. Anne, şefkatli bir tokat indirmişti kara suratına, susmuştu. Annesi sarılmıştı sonra, yavrum benim, erkeğim, evladım, üzmez beni de hiç. On milyon versene, alo, demişti baba inmesine az kala. İnecem birazdan. Siz mukayyet olun kendinize. Nenenin ağzı tülbentle örtülüydü. Al bu dilenme param bugünlük. Çıkarıp vermişti yirmi lira. Baba kızmıştı anasına. Ana, ana, yalanına başlatma, bunu mu kazandın tüm gün? Ben de iniyom sizle demişti çocuğun nenesi, bir anda zıplamıştı yerinden. Otobüsün camını yumruklamıştı baba, nedense, para istemişti bir miktar daha. Versene ulan karı, versene. Sonra sakinleşmişti. Oğlum, dikkat et kendine, aslanım benim. Sana çorap alacam akşama, sevdiklerinden hani. Örümcekli miydi, neydi lan? Yüzü çiçek açmıştı veledin. Hanımı çorabının kenarından sıyırdığı on lirayı uzatır uzatmaz adam tebessüm etmişti. Kurban olayım sana karı, canım karı. Kalsın. Kadının gözleri yaşarmıştı, kızı bir şarkı tutturmuştu. Anam, anam anam, lalam, halam, halam. Öpmüştü öyküdeki silik hala karakterini. Otobüs karanlığın içinde savrulmuştu sonra, sanırım bombalar patlamıştı ya da şimşekler çakmıştı üzerimize, belki de kuşlar saldırmıştı sessizliğimize, olsa olsa silinmiştik yeryüzünden yahut yaşamamıştık daha öncesinde.

Hızlı adımlarla yukarı çıkardılar bizi. Binanın merdivenleri dikti, tırmanıyorduk adeta. Kanıyordu ellerimiz, avuçlarımız. Çıkmaktan, ilerlemekten başka çaremiz yoktu. (Bunu bir söyleyen var mıydı hatırlamıyorduk ama korkmuştuk bir kere.) Biz böyle çileler çekerken baba, anne, nene, kız ve erkek çocuktan oluşan ailenin şeffaf bir asansör içinde yukarı doğru yükseldiğini gördük. Seslerini duymuyorduk elbette ama hissediyorduk söylenenleri. Gülümsemeler, huzurlu şakalaşmalar. Görünmez iplerle çekiliyorlardı yukarı. En güzel çorapları giymişti kız, annesi de öyle. Babanın üstünde şık bir takım elbise vardı, asansörden paralar yağıyordu üzerimize. Uzanıp alacak dermanımız yoktu. Neşelilerdi, neşelilerdi. Tam tepeye vardıklarında muazzam bir ışık sağanağına dönüşerek patladı asansör. Neşeyle dağıldı gövdeleri üzerimize. Şimdi onların parçalarını da aşıp ilerlememiz gerekecekti. Çıkar yol yoktu.

Korkarım yüksekten, kalbim dayanmaz, kaldıramam. Sizler cesursunuz, ödleğim ben. Pısırık bir gölgeyim. Yeter, dediniz, kim bize yapıyor bunu, kim bizimle oynuyor, kim? Evet, dedi çoğunuz, oyuna gelmeyeceğiz, kaçacağız buradan. Ama nasıl, dedi bir kısmınız. Çok yüksek, korkutucu, ölürüz düşersek. Öbür yarınız, çıkarsak yaşar mıyız sanki, dediniz düşündürücü bir sualle. Ben bilmiyordum yanıtı. Yıpranmıştı bedenlerimiz, tepeye vardığımızda muhtemelen ölecektik kan kaybından. Aşağıya bakın, dedi birimiz. Bakın, orada kocaman yataklar var, onlara isabet ettirsek bedenimizi kurtuluruz, kurtuluruz. Yorgun alkış sesleri. Atlıyorum ben. Atladı da. Belki altmışıncı kattı, anımsamıyorum. Beton bir blok gibi çakıldı yatağa. Tutturmuştu hedefi. Battı içine. Sustuk hepimiz, bekledik dirilişini. Kalkmadı yerinden. Gözleri parladı kurnazlarımızın, içlerinden dediler ki –duyuyordum konuşmalarını bir şekilde- atarsam beş on kişiyi aşağı, kurtulurum onların bedenlerine yaslanıp. Dudaklarının kenarlarında küstah bir tebessüm kurşun oldu saplandı sırtlara. Karıştı ortalık, yatağın üstüne yapıştı atılanlar. Elini kolunu kaybetse de kurtulanlar oldu. Kahkahalar atıp uzaklaştılar.

Elimden tuttu kız. Gel, dedi, ben ölmedim. Yukarı çekti. Bırak ölsünler, yaşadılar mı ki zaten? Çorapları ellerine geçirmiş, örtmüştü bileklerini. Yandı yüzüm, bedenim ama ölmedim. Ölmedim ama ölecem, ölecez, biliyon. Kaçış yok. Kendimizi gerçekten bırakırsak, atarsak yeryüzünün kalbine, ilk kez istediğimiz gibi yaşarsak, ölsek ne olur? Gülümsedim dediklerine, ellerime baktım, tutacak lif kalmamıştı eklemleri. Bana çorap ver, diye işaret ettim kıza. Kapatayım, böyle olmamalı insan, bu hâle gelmemeli de dedim sözsüz şekilde. Bak, dedi aşağı atlayanlar zıp zıp zıplıyorlar ölülerin üzerinde. Neşelendi. Zıplayıver çekirge, hoplayıver çekirge, dedi ritmi pek tutturamayarak. Kurtuldular. Şimdilik tabii. Çorapları geçirdim bileklerime. Hazır mısın, dedi kız. Öyküye katkısı olmayan hala bendim. Hazırım, dedim ilk kez konuşarak. Kol kola girdik. Bıraktık boşluğa kendimizi. Gözüm kapalıydı, korkuyordum.

Aç gözlerini, dedi kız, kurtulduk. Seni çok dövmüştü babam, acı çekmiştin hep. Dilenmiştin, hatırlamıyon mu? Konuşamıyon, duymuyon ama olsun. Şu çiçekli şapkayı da geçirdik mi kanayan başına, hah, tamam, mis gibi oldun. Güzelsin, güzel. İçim huzurla dolmuştu, sert olacak sanmıştım düşüş ama puftan bir buluta sarılır gibi olmuştu her şey. Bu kez kendimiz için dilenecez, demişti kız. Bu da iyidir, aradaki farkı bilmesem de mutluydum.

Dönüp binaya bakacak gücüm yoktu.

Abim, ablam, para verin abim ablam, Allarızasçin, göbek atarım ben. Anam, anam anam, lalam, halam, halam. Şenlenen kalabalık, çirkin ve tehlikeli gülüşler. On milyon verenler, yirmi, dokunanlar yaralarıma, taciz edenler, edenler. Öfkeleniyorum, değişmedi bir şey. Dönüp baktım binaya. Tepedeydi baba, anne, nene, çocuk. Gülümsüyorlardı birer nokta olup. Çağırıyorlardı, gelin, diyorlardı, gelin, niye gittiniz, niye?

Var gücümle koştum binaya doğru. Kız, cebinden çıkardığı sustalıyı açtı, fırlattı bacağıma. Düşürdü yere. Baba öfkelenmişti bu duruma, küçük çocuğu tekmeliyor, anne cebindeki on milyonu parçalıyordu. Kız yanıma geliyordu. Oldu mu, diyordu, oldu mu bu, hı? Tekmeler, akan kan. Oldu mu kaçmak? Çocuğun ağlaması, annenin şefkatli tokadı. Tokat bana, kız tokadı. Canım, garibim, kıyamam, ağzıma toprak dolduran kız. Oynamalar, şarkılar. Yukarıda gözüm, noktalaşan aile. Oynamalar, vücutlarda eksik parçalar, aynı hikâye. Binanın temeli sarsılıyor, sonlanacak bu yapı. Dağılacak. Renkli balonlar babanın elinde, tutunun, diyor aileye, kurtuluyoz. Bina öfkeyle yok oluyor. Toz ve duman, ağzımdaki toprağa karışıyor. Homurtular, kusursuz sessizlik.

Kalk, diyor kız. Kalk. Bizim öleceğimiz yok. Karnımız aç, dilenelim. Üşüyorum, üşüyoruz. Yakında yeni binalar dikerler, merak etme, gülümse. Gülümsüyorum. Gökyüzünde noktalar sallanıyor, yüzbinlerce gölge. Kaçış yok, yok.

No comments:

Post a Comment