Bu göğü delen, belki yerden yetmiş seksen kat yükselen taş
binaya, bu aşağı bakanı yutan, bakmayanı unutana neden, nasıl, ne zaman
çıktığımızı. Bilmiyorduk. Bir otobüsün en arka sıralarında başlamıştı rüyamız.
Pasaklıydı üstümüz. Etliydik, tombul. Baba vardı bir, anne, hala, nene, bir kız
ve bir çocuk. On milyon daha ver lan, demişti baba. Tırnakları kirliydi,
sırtında çantası vardı, kirliydi. Hele yanımıza otur, diye ısrar etmişti anne.
Kaşları kalındı, eteğinde çiçekler vardı, terlik giymişti bu soğukta,
çorapsızdı. Kızı çorapsızdı. Anne, anne, demişti gülerek. Anne yarına arkadaşla
buluşuyom, geliyon mu? Gelmiyon tabii, öyle sordum ben zati. Otobüsün kapısı
açılınca soğumuştu içeri. Titremişti ayakları annenin ve kızın, babanın eli
cebindeki bozuk paralardaydı. Küçük çocuk ağlıyordu. Niye ağlıyon lan, demişti
baba. Para mı istiyon, ne var? Feryat etmişti çocuk, yırtınmıştı. Anne,
şefkatli bir tokat indirmişti kara suratına, susmuştu. Annesi sarılmıştı sonra,
yavrum benim, erkeğim, evladım, üzmez beni de hiç. On milyon versene, alo,
demişti baba inmesine az kala. İnecem birazdan. Siz mukayyet olun kendinize. Nenenin
ağzı tülbentle örtülüydü. Al bu dilenme param bugünlük. Çıkarıp vermişti yirmi
lira. Baba kızmıştı anasına. Ana, ana, yalanına başlatma, bunu mu kazandın tüm
gün? Ben de iniyom sizle demişti çocuğun nenesi, bir anda zıplamıştı yerinden. Otobüsün
camını yumruklamıştı baba, nedense, para istemişti bir miktar daha. Versene
ulan karı, versene. Sonra sakinleşmişti. Oğlum, dikkat et kendine, aslanım
benim. Sana çorap alacam akşama, sevdiklerinden hani. Örümcekli miydi, neydi
lan? Yüzü çiçek açmıştı veledin. Hanımı çorabının kenarından sıyırdığı on
lirayı uzatır uzatmaz adam tebessüm etmişti. Kurban olayım sana karı, canım
karı. Kalsın. Kadının gözleri yaşarmıştı, kızı bir şarkı tutturmuştu. Anam, anam anam, lalam, halam, halam.
Öpmüştü öyküdeki silik hala karakterini. Otobüs karanlığın içinde savrulmuştu
sonra, sanırım bombalar patlamıştı ya da şimşekler çakmıştı üzerimize, belki de
kuşlar saldırmıştı sessizliğimize, olsa olsa silinmiştik yeryüzünden yahut
yaşamamıştık daha öncesinde.
Hızlı adımlarla yukarı çıkardılar bizi. Binanın merdivenleri
dikti, tırmanıyorduk adeta. Kanıyordu ellerimiz, avuçlarımız. Çıkmaktan,
ilerlemekten başka çaremiz yoktu. (Bunu bir söyleyen var mıydı hatırlamıyorduk
ama korkmuştuk bir kere.) Biz böyle çileler çekerken baba, anne, nene, kız ve
erkek çocuktan oluşan ailenin şeffaf bir asansör içinde yukarı doğru
yükseldiğini gördük. Seslerini duymuyorduk elbette ama hissediyorduk
söylenenleri. Gülümsemeler, huzurlu şakalaşmalar. Görünmez iplerle
çekiliyorlardı yukarı. En güzel çorapları giymişti kız, annesi de öyle. Babanın
üstünde şık bir takım elbise vardı, asansörden paralar yağıyordu üzerimize.
Uzanıp alacak dermanımız yoktu. Neşelilerdi, neşelilerdi. Tam tepeye
vardıklarında muazzam bir ışık sağanağına dönüşerek patladı asansör. Neşeyle
dağıldı gövdeleri üzerimize. Şimdi onların parçalarını da aşıp ilerlememiz
gerekecekti. Çıkar yol yoktu.
Korkarım yüksekten, kalbim dayanmaz, kaldıramam. Sizler
cesursunuz, ödleğim ben. Pısırık bir gölgeyim. Yeter, dediniz, kim bize yapıyor
bunu, kim bizimle oynuyor, kim? Evet, dedi çoğunuz, oyuna gelmeyeceğiz, kaçacağız
buradan. Ama nasıl, dedi bir kısmınız. Çok yüksek, korkutucu, ölürüz düşersek.
Öbür yarınız, çıkarsak yaşar mıyız sanki, dediniz düşündürücü bir sualle. Ben bilmiyordum
yanıtı. Yıpranmıştı bedenlerimiz, tepeye vardığımızda muhtemelen ölecektik kan
kaybından. Aşağıya bakın, dedi birimiz. Bakın, orada kocaman yataklar var,
onlara isabet ettirsek bedenimizi kurtuluruz, kurtuluruz. Yorgun alkış sesleri.
Atlıyorum ben. Atladı da. Belki altmışıncı kattı, anımsamıyorum. Beton bir blok
gibi çakıldı yatağa. Tutturmuştu hedefi. Battı içine. Sustuk hepimiz, bekledik
dirilişini. Kalkmadı yerinden. Gözleri parladı kurnazlarımızın, içlerinden
dediler ki –duyuyordum konuşmalarını bir şekilde- atarsam beş on kişiyi aşağı,
kurtulurum onların bedenlerine yaslanıp. Dudaklarının kenarlarında küstah bir tebessüm
kurşun oldu saplandı sırtlara. Karıştı ortalık, yatağın üstüne yapıştı
atılanlar. Elini kolunu kaybetse de kurtulanlar oldu. Kahkahalar atıp
uzaklaştılar.
Elimden tuttu kız. Gel, dedi, ben ölmedim. Yukarı çekti.
Bırak ölsünler, yaşadılar mı ki zaten? Çorapları ellerine geçirmiş, örtmüştü
bileklerini. Yandı yüzüm, bedenim ama ölmedim. Ölmedim ama ölecem, ölecez,
biliyon. Kaçış yok. Kendimizi gerçekten bırakırsak, atarsak yeryüzünün kalbine,
ilk kez istediğimiz gibi yaşarsak, ölsek ne olur? Gülümsedim dediklerine,
ellerime baktım, tutacak lif kalmamıştı eklemleri. Bana çorap ver, diye işaret
ettim kıza. Kapatayım, böyle olmamalı insan, bu hâle gelmemeli de dedim sözsüz
şekilde. Bak, dedi aşağı atlayanlar zıp zıp zıplıyorlar ölülerin üzerinde. Neşelendi.
Zıplayıver çekirge, hoplayıver çekirge,
dedi ritmi pek tutturamayarak. Kurtuldular. Şimdilik tabii. Çorapları geçirdim
bileklerime. Hazır mısın, dedi kız. Öyküye katkısı olmayan hala bendim. Hazırım,
dedim ilk kez konuşarak. Kol kola girdik. Bıraktık boşluğa kendimizi. Gözüm
kapalıydı, korkuyordum.
Aç gözlerini, dedi kız, kurtulduk. Seni çok dövmüştü babam,
acı çekmiştin hep. Dilenmiştin, hatırlamıyon mu? Konuşamıyon, duymuyon ama
olsun. Şu çiçekli şapkayı da geçirdik mi kanayan başına, hah, tamam, mis gibi
oldun. Güzelsin, güzel. İçim huzurla dolmuştu, sert olacak sanmıştım düşüş ama
puftan bir buluta sarılır gibi olmuştu her şey. Bu kez kendimiz için dilenecez,
demişti kız. Bu da iyidir, aradaki farkı bilmesem de mutluydum.
Dönüp binaya bakacak gücüm yoktu.
Abim, ablam, para verin abim ablam, Allarızasçin, göbek
atarım ben. Anam, anam anam, lalam,
halam, halam. Şenlenen kalabalık, çirkin ve tehlikeli gülüşler. On milyon
verenler, yirmi, dokunanlar yaralarıma, taciz edenler, edenler. Öfkeleniyorum,
değişmedi bir şey. Dönüp baktım binaya. Tepedeydi baba, anne, nene, çocuk.
Gülümsüyorlardı birer nokta olup. Çağırıyorlardı, gelin, diyorlardı, gelin,
niye gittiniz, niye?
Var gücümle koştum binaya doğru. Kız, cebinden çıkardığı
sustalıyı açtı, fırlattı bacağıma. Düşürdü yere. Baba öfkelenmişti bu duruma,
küçük çocuğu tekmeliyor, anne cebindeki on milyonu parçalıyordu. Kız yanıma
geliyordu. Oldu mu, diyordu, oldu mu bu, hı? Tekmeler, akan kan. Oldu mu
kaçmak? Çocuğun ağlaması, annenin şefkatli tokadı. Tokat bana, kız tokadı.
Canım, garibim, kıyamam, ağzıma toprak dolduran kız. Oynamalar, şarkılar.
Yukarıda gözüm, noktalaşan aile. Oynamalar, vücutlarda eksik parçalar, aynı
hikâye. Binanın temeli sarsılıyor, sonlanacak bu yapı. Dağılacak. Renkli
balonlar babanın elinde, tutunun, diyor aileye, kurtuluyoz. Bina öfkeyle yok
oluyor. Toz ve duman, ağzımdaki toprağa karışıyor. Homurtular, kusursuz
sessizlik.
Kalk, diyor kız. Kalk. Bizim öleceğimiz yok. Karnımız aç,
dilenelim. Üşüyorum, üşüyoruz. Yakında yeni binalar dikerler, merak etme,
gülümse. Gülümsüyorum. Gökyüzünde noktalar sallanıyor, yüzbinlerce gölge. Kaçış
yok, yok.
No comments:
Post a Comment