January 28, 2020

BABANIN ANSİKLOPEDİLERİ


Gözlerimizi açtığımızda kendimizi burada, bu tarih öncesi –her ne demekse- yerde bulduk Çetin. İşte, filmlerdeki gibi -her şey maketten- Adını sanını bilmediğim büyük kuşlar, dinozorlar, çeşitli yırtıcılar. Kırmızı bir gök ve oradan dökülenler. Sakindin, uslu. Saçların omzuna dökülmüştü, oysaki kısacık kestirirdin hep, üç numara. Burnunun sivriliği azalmıştı, parlamıştı cildin, uysallaşmıştın besbelli. Neredeyiz Çetin? Ses etmedin. Zaten konuşmazdın. Endişe etmedim bu nedenle. Kızıl bir ormanın içinde yürüdün, seni takip ettim, seni izledim.

Çıkmıyor odadan günlerdir. Onu izliyorsun sen de. Ağzına tek lokma koymadı. Ansiklopedinin birini bitiriyor, öbür cildine başlıyor Çetin. Aralıksız. Çöpten getirmişti babası, cilt cilt taşımıştı odaya. Aralıksız. Köşede küçük tüp, çay kaynıyor. Bunu iyi biliyorsun. Çekmecesini açıyorsun, tertipli, her şey yerinde, muntazam. Misina, cımbız, beş kutu kibrit, sakal fırçası, ayakkabı fırçası, yıldız uçlu tornavida, minik bir pense, on adet mektup zarfı, dörtlü kalem pil, birkaç parça renkli duy, deste deste sayısal loto ve şans topu kâğıdı, ucuz tükenmez kalem, adi bir urgan, iskambil destesi, kulak temizleme çubuğu, çakmak, iki küçük mücevher kutusu. Ondaki düzene hayran oluyorsun, olmamak elde değil. Sana bakıyor, gülümsüyor, önüne dönüyor, çayını tazelemeni istiyor kaş göz yaparak. Konuşmuyor. Belki dili yok, belki aklı. Zaman maddesini işaret ediyor: “Zaman, göreceli bir kavramdır. Zaman içinde olduğumuz üç mekân ve bir zaman boyutlu uzayzamanın soyut olan boyutu olarak da kabul edilir. Aristo'ya göre zaman hareket eseri ortaya çıkmıştır o halde zaman hareketin ürünüdür.” Daha bir sürü ifade. Sayısal loto kâğıdının arka yüzündeki pembe sözcüklerin üstünü karalıyor o muazzam yazısıyla: “Zamanda yolculuk, zaman içinde belirli noktalar arasındaki hareket, bir nesne ya da bir kişi tarafından uzayda farklı noktalar arasındaki harekete benzer şekilde, tipik olarak bir zaman makinesi veya bir solucan deliği olarak bilinen varsayımsal bir aygıtın kullanılması ile hareket kavramıdır.” Dürtüyorsun onu, yapma, diyorsun, Çetin öyle bir madde yok orada, yapma, nereden geldi o sözcükler aklına, inceliyorsun ansiklopediyi, sararmış, ölü sayfalarında geziniyor gözlerin, yok, yok öyle bir madde. Zamanla ilgili bilmem ne kadar bilgi var, yok o, yok. Günlerdir çıkmıyor odadan.

Annesi arıyor. Kocamı dövdüler hainler, ağzı salyalı köpekler öldüresiye vurdular erime, öldüresiye. Sakinim. Çetin’i soruyorum. O deli, o zırdeli kapadı kendisini odasına, neler geldi başıma, neler oldu hanemde, umurunda mı, onu doğuracağıma kör bir buzağı doğursaydım, ah, yardım et. Çetinlere çıkan merdiven sayısı 261. Yaklaşık on iki dakikada varıyorum evlerine. Dikkatli olmam gerekir, İrfan ve çetesine yakalanmamam gerek, kıvrılıyorum yeşilliklerin yanından, akmış lağım suyu kanallarının kokusunda gizlenerek geçiyorum evlerine. Çiçek olsam açmazdım, ölürdüm bu kokuda, ölürdüm bu yanlış yaşamda. Annesi sarılıyor, yüzündeki çilleri parlıyor, bana bakıyor, gülümsüyor, önüne dönüyor, kanepede ağzı gözü kan içindeki kocasını gösteriyor. Adı neydi babanın, neydi, anımsamıyorum, başım ağrıyor. Bacaklarına platinler, demirler, metal bir şeyler takmışlar, ürkütücü. Gözleri mosmor. Neden yaptılar amca, diyorum. Konuşamıyor, gözlerinden süzülen yaşlar. Anne, elime para tutuşturuyor. Birkaç gün idare et, benim gitmem gerekiyor, bu annenin kötü anne olduğunu, kötü gün annesi olmadığını biliyorum. Olanları gördüm, bir akrabası ile, Camo diye tuhaf isimli bir adamla birlikte olduğunu. Onunla civardaki apartmanların çöplerini alırken samimi olmuşlar, bu dayak yiyen baba da tabii, aklına esmiş, köye gideceğim, demiş, Ne varsa köyde, ne varsa, aynısı burada da var, sefalet, koku, hepsi var. Gideceğim de gideceğim diye tutturmuş. Köyü şehre taşımışlar zaten. Kokulu, terli ve dertli yolculukların ardından köyde kalmış bir hafta bu baba, bırakmış karısını, çocuklarını, orada mutluyum demiş, gelmeyeceğim, demiş hatta, zar zor ikna olmuş dönmeye. Gelince de bir sinirli olmuş, bir deli, önüne gelene çatmış, kaşın var, niye, ters baktın, düz gittin, niye, kavgalar, gürültüler, yürüyüşü filan değişmiş, posta koyar olmuş, İrfan ve çetesine de kafa tutmuş sonunda. Bile bile lades. İrfan sen bunu önce doberman köpeklerine parçalat, etini sıyırt, kopart, sonra taklacı güvercinlerin pençe pençe deşsinler adamın gövdesini. Ne oldu, diyorum babaya bakıp, ne oldu? Biliyorum, anne bunun yokluğunda adama aşık olmuş, insanın gönlü bu, yargılamak bana düşmez, kınama kınanacak hâle gelirsin, bırakmış çoluğu çocuğu kadın, taşınmış bu akrabanın evine, evi Karşıyaka’ya çıkarken fırının hemen ilerisindeymiş. Tövbe, tövbe, birkaç gün sonra kara bıyıklı, tekinsiz adamlar girip çıkar olmuş eve, fırından aldıkları taze, tüten ekmeklerle poşet poşet girip çıkmışlar, tövbe, annenin uzun saçları kesilmiş, boyanmış, makyaja boğulmuş kadın, gören ‘buna ne oldu, bu kötü kadın yuvasını yıktı, tuh’ diyesiymiş ve çocuklarının elini yüzünü kapatıp çekiştirerek temiz hayatlarına dönüyorlarmış. Baba gelince köyden ve yiyince dayağı, e bir de bu hâle düşünce gelmiş annesi ve beni aramış işte. Tabii, Çetin’in bu olanlara tepkisini bilmiyorum, odadan çıkmadı hiç. Kapıyı çalıyorum açmıyor, baba ve göz yaşları, kayıp anne. Çocuklar da ortada yok. Köye gitmişler, gidecekseniz neden geldiniz, neden, neden, güzel şehri, mis kokulu şehri işgal ettiniz, öfkelendim. Babaya bakıyorum acır gözlerle, anne gitmiş ama geride bıraktığı parfüm kokusu ciğerimizi yakıyor. Öksüren ben, öksüren baba ve zonklayan metalleri. Hissediyorum.

El ele tutuşuyorlar. Çetin onu banyoya götürüyor. Banyo ve tuvalet bir arada. Bir sarı hortum uzanıyor taharet musluğundan. Kenarda bir elektrik kablosu. Çıplak ucu su kovasına batırılıyor. Isınıyor su dakikalar içinde. Mis gibi oluyor. Sırtını ovala Çetin’in. Bir boğuşmanın izleri var. Maşrapanın dibindeki kaygan zaman artığı. Dokun ona. Tiksin. Çetin, tavanı işaret ediyor sivri burnuyla. Küf küf akıyor tavan. Devrildi devrilecek, yıkılacak mekân. Gülümsüyor Çetin. İçeride anne ve babanın sesi iç içe geçmiş hâlde yükseliyor: Köye gideceğim. Kavgalar, inleyen bebeler, kırılan camlar, sarsılan ev, görüyorsun, eve intikal eden belirsiz kişiler. Kim bu adam, diyor, annenin babanın ağzı açık, titriyor, damadımız, diyor annen, adamın yüzü bereli, elindeki fotoğrafı parçalıyor, görmediniz, duymadınız bu adamı, tanımıyorsunuz tamam mı, tanırsanız ölürsünüz, tamam mı, havaya savrulan pompalının parçaladıkları, yutkunmalar, Çetin sakin. Sakinsiniz. Kaçak elektriğin götürdükleri, patlamalar.

Sonra Çetin, biliyorsun, yıkıldı banyo, eridi sarı hortum. Eridi duvarlar, elimden tuttun, sürükledin. Çıplaktın, çıplaktım. Eridi gözlerim. Açamadım. Dokundum ve gördüm: Gözlerimizi açtığımızda kendimizi burada, bu tarih öncesi –her ne demekse- yerde bulduk Çetin. İşte, filmlerdeki gibi. Maketten kuşlar, dinozorlar, yırtıcılar. Kırmızı bir gök ve oradan dökülenler. Saçların omzuna dökülmüştü, kaçıyordun birilerinden. Burnunun sivriliği azalmıştı, parlamıştı cildin, uysallaşmıştın besbelli. Neredeyiz Çetin? Ses etmedin. Sen bu evin evladı değil miydin? Kızıl bir orman maketinin içinde yürüdün, seni takip ettim, seni izledim. Odana girdin, kapıyı açtın, annenin el ettiği adamlar, babanı parçalamaları, annenin kötü biri olması, senin tümünü izlemen, benim erimiş gözlerle tümünü izlemem, iri gözlü taklacı maket kuşların tümümüzü –böyle bir sözcük var mı?- izlemeleri, kapını kimsenin çalmaması, benim dahi çalmamam. Çekmecene gitmesi elinin. Pembe sözcüklerin üstünü karalaman. Tümünün. İki küçük mücevher kutusunda büyüttüğün örümcek yavrularını serbest bırakman. Kaçışmaları ve sızmaları banyoya. Fokurdayan su kovasına doluşmaları, ölü gövdelerinde boğuşmanın izleri. Yere saçılması çekmece güzelliklerinin. Dağılman, gözlerime bakman, köşede, küçük tüpte çayın kaynaması. Kollarına dokunmam, maket kollarının erimesi.

Babanın ansiklopedileri içeri taşıması. Aralıksız.


No comments:

Post a Comment